Son yıllardaki hali üzerine başka bahisler açmak mümkün ama dijital dünyada Türkçenin bir tür alternatif hafızası da olan Ekşi Sözlük’ten takip ediyoruz: “Yeni Türkiye” başlığı 2002’de açılmış ilk defa. O yıllarda “Yeni Oluşum” isimli ekibin kurduğu partinin adı. İsmail Cem, Hüsamettin Özkan, İstemihan Talay gibi isimler anılmış başlıkta. Türkiye Cumhuriyeti’nin 47. partisi bu parti. 22 Temmuz 2002’de kurulmuş; DSP’den ayrılan İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan liderliğinde harekete geçmişler, genel başkanı da İsmail Cem.
Bir dönemin “kurtar bizi” figürü olan (Amerika’dan çağrılan) Kemal Derviş partinin kuruluş döneminde var olmasına karşın, kısa bir süre sonra CHP’ye geçmiş. Hatırlayanlar vardır, YTP adıyla kısaltılıyordu ve nispeten liberal bir gayret olarak tarihe yazıldı. Zikredilen isimlerden Hüsamettin Özkan’ı uzun zamandır duymamış olabilir hatta kimi genç yaştaki insan adını hiç duymamış bile olabilir. Aslında cumhuriyet tarihinde epey kritik bir yerde duruyor. Anlatmayı deneyelim ve oradan yakınlarda vefat eden başka bir siyasi figüre geçeceğiz.
Hüsamettin Özkan, ilk olarak 1991’deki genel seçimlerde DSP’nin İstanbul milletvekili olarak meclise girmiş. Çok kısa sürede, dönemin DSP başkanı Bülent Ecevit’le çok yakınlaşmış ve tabiri caizse sağ kolu haline gelmiş. 1997’de kurulan ANAP-DSP-DTP koalisyonu hükümetinde devlet bakanı olarak görev yapmış. Bizi alakadar eden kısım, 2002’deki meşhur krizdeki rolü. Çünkü hemen sonrasındaki genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar olacak ve bugüne dek geçen 18 yılda anayasa değişikliği de dahil bütün siyasi gelişmelerin birinci dereceden sorumlusu olacak “Yeni Türkiye”de.
Yıl 2001. Zamanında siyasi hayat için epey mühim bir toplantı olan Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, başbakan Bülent Ecevit. Ekonomik kriz kapıda ama henüz adı konmamış. 1990’larda yüksek enflasyonla boğuşulmuş, 1998’de Asya’daki kriz etki etmiş, 1999’da ise Marmara’da yaşanan iki büyük deprem her şeyi yerle bir etmiş. 2000’de ekonomik olarak küçük canlanmalar görülmüşse de “kara çarşamba” ismiyle çağrılacak o meşum gelip çatacaktı. Cumhurbaşkanı Sezer, toplantıyı açarken Başbakan Ecevit’e “Devlet Denetleme Kurumu ile ilgili sözlerinizi üzüntüyle karşıladım,” demişti. Hadise şuydu: Devlet Denetleme Kurumu cumhurbaşkanına bağlıydı. Sezer, hükümete bağlı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan 11 bankayla ilgili dosyaları istemiş ve incelemeye almıştı. Ve incelenen bankalar arasında, başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’a bağlı Halk Bankası da vardı. “Sağ kolu” denetleniyordu ve Ecevit “Denetimin denetimi mi olur?” çıkışı yapmıştı. Sezer’in bahsini ettiği “üzüntü”, Ecevit’in bu çıkışına dairdi.
Toplantının henüz başında vuku bulan gerginlik, Sezer’in anayasa kitapçığını Ecevit’in önüne doğru itmesiyle geri dönülmez yola girmişti. Cumhurbaşkanının “Ya bu anayasayı okumuyorsunuz ya da okuduğunuzu anlamıyorsunuz,” sözlerini muhatabı Ecevit değil, başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan karşılamıştı: “Seni halk seçmedi, üç lider buraya getirdi. Başbakanla bu üslupla konuşamazsın nankör!” Anayasa kitapçığını Sezer’e doğru geri fırlattı Özkan ve “kara çarşamba” tarihe anayasa kitapçığı anekdotuyla da geçmiş oldu. İpler kopmuştu, Ecevit toplantıyı terk etmişti. Başbakanlıktaki müthiş öfkeli basın açıklamasında, sol yanında Hüsamettin Özkan, sağ yanında ise geçtiğimiz günlerde vefat eden Mesut Yılmaz duruyordu. Hemen o gece ekonomi tepetaklak oldu ve bu krizli sürecin sonunda 2002 genel seçimlerine gidildi, çiçeği burnunda merkez sağ parti AKP tek başına iktidar oldu. “Sağ kol” parti kurmuştu, parti genel seçimde başarısız olmuştu ve aslında adlı adınca “Yeni Türkiye” tam da o günlerde başlamıştı.
“Yeni” Eski Türkçe bir kelime. “Yan-” fiiliyle anlam bağı barizdir diyor Nişanyan lakin sözcük yapısı açık değildir diye ekliyor. “Geri gelen, yeni ay, yeni” sözcüğünden evrilmiş. Bugünlerde hayatımızda “yeni normal” olarak da epey telaffuz ediliyor. Bir dönemin siyasetini yönlendirip memleket geleneklerine göre aslında genç yaşta Yeni Türkiye’de köşeye çekilmiş figürlerden biriydi Mesut Yılmaz. Vefatının ardından 32. Gün arşivi, her zaman olduğu gibi müthiş bir hafıza tazeleme mecrası olarak YouTube kanalına bir video koydu. Yıl 1992. Bu defa Yılmaz’la, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal arasında gerginlik var. Aslında halefi olarak seçtiği genç ve çok parlak bir figür Mesut Yılmaz. Aralarındaki gerginliği, videonun 13. dakikasında şöyle açıklıyor merhum Yılmaz: “Sayın Özal hem cumhurbaşkanı, hem parti başkanı, hem de partinin konumuna göre başbakanlık görevlerini bir arada yürütmek istiyor.”
32. Gün’ün kaptanı Mehmet Ali Birand söyleşinin bu kısmında şaşırıyor: “Bu çok fazla değil mi, yapabilir mi dersiniz?” Yılmaz yanıtlıyor sakince. “Zaten orada yolumuz ayrılıyor.” Mehmet Ali Birand da, Mesut Yılmaz da “Yeni Türkiye”yi gördü ve bu dünyadan göçtüler. Türkiye, bahsi geçen krizden sonra, bütün genel seçimlerde oyunu çoğunlukla bir partiye verdi. O parti uzun zamandır, yeni olan her şeye gayet eski devlet refleksiyle yanıt veriyor. Krizle, sorunla, çıkmazla karşılaştığı her yeni olayda daha eski, biraz daha eski referanslara başvuruyor, kökünü daha eskiden bir yerle alakalandırmaya çalışıyor. Yaşasa, AKP Twitter’cıları tarafından Park Otel’deki gündelik hayatından ötürü muhtemelen “aşkın seküler” olarak değerlendirilecek Yahya Kemal’in “Ne harâbi ne harabatiyim/ Kökü mazide olan âtiyim” dizelerini anımsıyor insan ister istemez. Bir dönem Ece Ayhan dizelerinden alıntılar yapılan AKP yıllarının belki de en kestirmeden özeti, yakın geçmişin hiç yaşanmadığını hissettirmesi olabilir. İzmir depreminden sonraki yaklaşımlardan birinin “(1939’daki) Erzincan depreminde CHP sözcüsünün dedesi İçişleri Bakanı’ydı. 33 bin vatandaşımız o zaman ebediyete intikal ettiler” cümleleri olduğunu anımsarsak, mazide olan kökün nerelere doğru teşmil edildiğini anlayabiliriz.
Ekşi Sözlük’le başlamıştık, o başlıktaki son entry’lerden biriyle bitirelim – ki, bu da Yeni Türkiye ruh hallerinin başında gelir: “bir sayfa yazı yazılacakken yazamamaktır.”