Türkiye eski Türkiye değil. Bunu baştakiler de söylüyor zaten.
“Yeni” Türkiye, artık “ileri” demokrasiyle yönetiliyor. CHP, 1977
seçimlerine “yeni bir Türkiye” sloganıyla girmiş, “ak günlere”
ilerlemeyi vaat etmişti. Akıllarındaki “ak” günler şüphesiz bunlar
değildi ama geldi işte. Biraz da onlar sayesinde.
Söylenecek çok söz, kurulacak çok cümle var. Göz göre göre ve
kanunları ihlal ederek referandumdan “evet” çıkmasını sağlayanlar
ilerliyor. Tek adam rejimine doğru hızla gidiyoruz. Üstelik bu,
sürekli eleştirdikleri cumhuriyet dönemine hiç benzemiyor. Handikap
iki türlü: Eleştirdikleri rejimi ısrarla getirmeye çalışmaları bir
yana, o dönemde yapılanları da görmüyorlar. Gördükleri, işlerine
yarayan kısım. Onunla idare ediyorlar, kalanını hasır altı
ediyorlar, halının altına süpürüyorlar. Süpürdükleri sadece bunlar
değil üstelik: Halının altında, kendi dönemlerinde yapılanlar da
var. Bir gün, yer kalmadığında, bunların hepsi tek tek ortalığa
saçılacak. Atasözünü hatırlayalım: “Keser döner sap döner, gün
gelir hesap döner.”
Düne, “Wikipedia’ya erişim engellendi” haberiyle uyandık.
Sebebini bilmiyoruz. Sorunca söylemiyorlar çünkü. En fazla “terör
övücü içerik” diyorlar –ki şu ara piyanistin gözaltına alınmasından
gazete kapatmaya her şeyi buna bağlıyorlar. Başvurmuşlar,
kaldırılmadığı için toptan yasaklamışlar. Bütün edisyonlarıyla… Her
şey bir yana, bilgi alma özgürlüğünün ihlali bu. Wikipedia ve
Türkçesi Vikipedi dahil tüm edisyonları, bunun için var. Bilgi
kirliliği var, zaman zaman yanlış bilgiler de içeriyor ama bu,
düzeltilebiliyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü çünkü bu
“ansiklopedi”. Artık faydalanamıyoruz. Ahmet Şık’ın yazılarını da
artık okuyamıyoruz. Evrensel Kültür derseniz, yok. Cumhuriyet Kitap
var ama editörü içeride. Böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ve her
geçen gün bir başka fenalığa uyanıyoruz.
Yazı yazmak için makinenin başına oturduğumda, niyetim bunları
anlatmak değildi. Bildiklerimi doğrulatmak için ve “onlara yeni bir
şeyler ekleyebilir miyim” merakıyla Wikipedia’ya girmek istedim,
giremedim. Yazı böyle şekillendi. Oysa 1 Mayıs’tan söz edecektim:
Her yıl heyecanla beklediğimiz, kendimizce kutlamak istediğimiz
bayramdan… İstiyoruz ama kutlamamıza izin vermiyorlar. Çünkü
yaptıkları onca şeye bunu da eklediler ve Türkiye’de “bayram”
algısını sıfırladılar. En azından “millî bayram” denen şey yok
artık. Eskiden törenlerle kutlanan 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos,
29 Ekim, artık kutlanmıyor. Her yıl yeni bir şey uyduruluyor ve
törenler iptal ediliyor. 23 Nisan’da “Kutlu Doğum Haftası”
kutlanıyor ama. Hiçbir şey ona engel değil. Çocuklar bayramlarını
kutlamak isterse, “yassah”.
Bayram algısı, dinî bayramlara indirgendi: Ramazan ve Kurban
Bayramları var artık. Hep vardı. Ramazan’ın diğer adı Şeker
Bayramı’ydı ama artık o da yok: Bunu diyenler, böyle ananlar,
eleştiriliyor. Toplumda derin bir uçurum oluşturdular. Aynı bayramı
farklı ananların anlaşamadığı bir ülke yarattılar. Oysa sorsanız
“birlik”ten söz ederler, “millî irade” derler. İrade sahibi, onlara
oy verenlerle sınırlı. Gerisi, yok edilmesi ya da en azından
susturulması gereken zevat. Bakın, ben bile “onlar” diye söz
ediyorum… Bunu istediler ve başardılar.
Alışıyoruz. En büyük problemimiz bu. İkinci ve belki de daha
büyük problem, bir şey yaparken kendimizi dizginliyor oluşumuz.
Otosansür, dünyadaki en büyük felaketlerden biri ve maalesef
başımızda. Sadece “iş”te değil evde de konuşmalarımıza dikkat etmek
durumunda kalıyoruz. Dinleniyor olma paranoyası yetiyor. Sosyal
medyada yazdıklarımıza zaten dikkat ediyoruz ama aileden biriyle ya
da arkadaşla ya da sevgiliyle telefonda konuşurken soru
işaretlerinin oluşması ve konuşmanın ona göre şekillenmesi
felaketin ta kendisi. Ben bunu yapmıyorum. Yazdıklarımın hakaret
içermemesine dikkat ediyorum, o kadar. Korkuyla bir yere varılmaz
çünkü. Menderes’ten Evren’e, “tek adam” olma gayreti gösterenler
halkı korkuttular, kendilerini öyle “var” ettiler. Dahası, bununla
da mutlu oldular. Şimdi ikisinin de adı anılmıyor. Menderes
baştakilerin diline pelesenk ama bunun halk nezdinde karşılığı yok.
Adnan Menderes’i öve öve bitiremeyenler, sözde Kenan Evren’i
sevmiyorlar ama onun yaptığı yasaları kullanıyorlar, onun mirası
kurumlarla ülkeyi yönetiyorlar. Aziz Nesin, “Korkudan Korkmak” adlı
kitabında bunlardan söz etmişti. Erken gitti. Yazdıklarını ve onu
şimdi daha çok özlüyoruz.
Aziz Nesin demişken, kaç zamandır söylemek istediğim bir şeyi
söyleyeyim… Biliyorsunuz, TRT, arşivini açtı. Eski programların
çoğu var; üstelik her gün bunlara yenileri ekleniyor. Özlediğimiz
diziler ve efsane müzik programları bir yana, arşivin değerli
parçası, açık oturumlar ve tartışma programları. Karşıt görüşlüler
bu programlara katılıyorlar ve seslerini yükseltmeden
tartışıyorlar. Bugün için tahayyül edemeyeceğimiz bir şey bu. Seçim
öncesi liderlerin bir araya geldiği programlar, bir ateist ile
radikal dincinin tartıştığı programlar, geçmişte kalmış. Artık
liderler kendilerine istedikleri soruyu soracak olan
“gazeteci”lerin programlarına katılmayı tercih ediyor. Yakın
zamanda, bu ülkenin başbakanı, katıldığı bir programda ona sorulan
soruları beğenmeyip yüzünü buruşturdu ve “ne biçim soru bunlar”
diyerek tepki gösterdi. Cevap derseniz, elbette vermedi. Eskiden
sorular sorulurdu, cevaplar alınırdı ve bu cevaplar üzerinden
tartışma devam ederdi. Bugün, beğenmediği soruya yumrukla cevap
verenler tarafından yönetiliyoruz. Halimiz bu kadar kötü.
Bayram arifesinde canınızı sıkmak istemezdim ama halimiz
ahvalimiz bu. Daha fazla uzatmayayım, 1 Mayıs muhabbetine geleyim…
Sarper Özsan imzalı marşın artık nasıl bestelendiğini hepimiz
biliyoruz: AST tarafından oynanan Gorki – Brecht imzalı “Ana”
oyununun sahnelerinden birinde “işçiler marş söyleyerek girer”
cümlesini gören bestecinin oyuna katkı olsun diye bestelediği özgün
marş bu. Önce Timur Selçuk tarafından seslendirildi, sonra “kanlı 1
Mayıs” olarak bilinen 1977 yılında, alanda, Ruhi Su Dostlar
Korosu’nun katılımıyla söylendi, en son Cem Karaca tarafından
(grubu Dervişan eşliğinde) plak yapıldı. Ocak 1978’de Hey
dergisinde, plak hakkında şu cümle kurulmuştu: “Sözlerdeki anlam,
müzikteki ahenkle yıllarca dillerden düşmeyecek bir yapıt.” Öyle
de oldu sahiden. O kadar sevildi ki, dilden dile yayılarak bugüne
geldi. Artık Edip Akbayram’dan Grup Yorum’a ulaşan onlarca yorumu
var ve alanlarda coşkuyla söylenenler arasında en yüksek katılımın
sağlandığı marş bu.
1 Mayıs denince akla gelen iki acı var. İlki, yukarıda sözünü
ettiğim “kanlı 1 Mayıs”. 1977 yılında, DİSK tarafından Taksim
Meydanı’nda düzenlenen ve 500 bin kişinin katıldığı mitingde,
alana giriş sürerken, Sular İdaresi binasının üzerinden ve
InterContinental Oteli’nden halkın üzerine ateş açılması sonucu
pek çok insan yaralandı. Resmî rakam 34 olarak açıklansa da
hayatını kaybedenlerin sayısı hâlâ bilinmiyor. Olay, Ruhi Su
albümü “Sabahın Sahibi Var”da anlatıldı: “Şişli meydanında üç
kız / Biri Çiğdem biri Nergis / Vuruldular güpegündüz /
Sorarlar bir gün sorarlar // Bin dokuz yüz yetmiş yedi /
Unutulmaz yılın adı / Bir Mayıs bayramı idi / Sorarlar bir gün
sorarlar // Beş yüz bin emekçi vardık / Taksim meydanına girdik
/ Öyle bir İstanbul gördük / Sorarlar bir gün sorarlar //
Sabahın bir sahibi var / Sorarlar bir gün sorarlar / Biter bu
dertler acılar / Sararlar bir gün sararlar // Al gözlerim seyir
eyle / Birin bırak birin söyle / Bu yeryüzü ilk kez böyle / Bir
İstanbul görüyordu / Kucaklayıp sarıyordu...”
İkinci acı, 1989’da, Taksim’in kapatılışının onuncu yılında,
bayramı orada kutlamak isteyen ve “1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanına”
diyerek yürüyüşe geçen gruba saldıran polisin, Mehmet Akif
Dalcı’yı öldürmesi… 18 yaşındaki işçi, Şişhane yokuşunda, polis
memuru Mehmet Kâzım Çakmakçı’nın silahından çıktığı iddia
edilen bir kurşunla öldü. Çakmakçı, ertesi yıl, 30 Ocak
1990’da Devrimci Sol tarafından öldürüldü. Grup Yorum şarkısı
“Mehmet”, 1989 tarihli “Cemo / Gün Gelir” albümünde yayımlandı.
Grubun tarihini anlatan “Bir Kar Makinası”nda (Tavır Yayınları,
1993), bu şarkıdan, “89 1 Mayıs’ını işleyen ve Mehmet Akif
Dalcı’yı anıtlaştıran bir marş” olarak söz ediliyor. Başında
olayı anlatan bir bölüm var: “O gün yüreğimizde mavzer /
Güneş alnımızı yakıyor / Beş bin kardeş yürüyor güneşe /
Mehmet kavgayı öğretiyor // Bakın bir sokak işte Mehmet çıkıyor
/ Öbür sokaktan yine Mehmet çıkıyor / Beş bin Mehmet koşuyor
güneşe / Ölüm yağmuru hiç dinmiyor…” “Mehmet”, 1997 tarihli
“Marşlarımız” albümüne “Haklıyız Kazanacağız” adıyla alınırken,
baştaki bu bölüm atıldı, sona bir dörtlük daha eklendi.
Şarkı, bu hâliyle, Grup Yorum konserlerinin vazgeçilmezlerinden
biri oldu: “Kuşandık genç ö eni / Taşların kucaklarımızda /
Bizlere öğrettiğin kavga, kavgamız / Büyüyor omuzlarımızda //
Alnındaki kurşun yarası / Sönmeyen bir ateş şimdi / Büyüyor
inatçı kavgamız / Sarıyor halkın yüreğini // Zaptettiğimiz
alanlara / Sesini taşıyacağız / Kanımızla yazıyoruz tarihi /
Haklıyız kazanacağız // Hasretliğin o büyük güne / Savaşarak
varacağız / Silahımız söyleyecek son sözü / Haklıyız
kazanacağız!” Mehmet Akif Dalcı’dan söz etmişken, Grup Baran’ın
1989 tarihli “Yediveren” albümünde, “Akif Dalcı’ya...” adlı
enstrümantal bir şarkı bulunduğu bilgisini vereyim.
Bayram münasebetiyle işçi şarkıları ve işçi marşlarından söz
etmeye kalksam, yazı uzar da uzar… İyisi mi, Duran Ofset Basımevi
tarafından Ağustos 1967’de yayımlanan “Fotoğraflarla Menderes
Albümü”nün eki olarak verilen bir plaktaki enteresan kayda
değinerek yazıyı bitireyim… Plağın üzerinde yazan, “Menderes’in
Türk İşçilerine Hitabesi”. Başbakan, bu konuşmada işçilerin 1
Mayıs bayramını kutluyor! Kutlama, 1960 yılına ait. Darbeden 26 gün
önce, belki de Menderes’in son kayıtlarından biri bu: “Bugün 1
Mayıs İşçi Bayramı. İşçi kardeşlerimize elemsiz, kedersiz birçok
bayramlar idrak etmelerini ve onların da şu anda saadetlerini
temenni ederken, bu gayede kendilerine her zaman yardımcı olmanın
en aziz emelim olduğunu ifade etmek isterim."
1 Mayıs, tatil. Aslında bayram ama onu yeniden tatil edenler,
insanların bayramı kutlamaması için elinden geleni yapıyor. Yarın
ne olacak bilmiyoruz. Umalım ki her şey güzel olsun, işçiler bir
kez olsun bayramını kansız ve gazsız kutlayabilsin, öğrenciler,
memurlar, halk onların bayramına şenlikle eşlik etsin. Çok şey
değil istediğimiz, sadece bayramı bayram kılmak.
Hamiş: Bu, benim duvaR’da yayımlanan 40. yazım. Bugün 30 Nisan,
Dünya Caz Günü. Onun üzerine de kelam etmek isterdim ama memleket
ahvali izin vermiyor. Şimdilik kenarda dursun. Bir yıldönümü daha
var: Dün, Dünya Dans Günü’nü kutladık. Bunlar elbette önemli ama
bugünün benim için apayrı bir anlamı var: Sevdiceğimin doğum günü…
40. yazımın sonuna, onun doğum gününü kutlayan özel bir not
iliştirmek isterim. Çok şey değil söyleyeceğim, onun anlayacağı
gibi, kısacık: Hep ve “her” şekilde. Kutlu olsun Göksu. Daha nice
yazılar, bir o kadar yaşlar görelim, dansı hayatımızdan hiç ama hiç
eksik etmeyelim, hep onunla yürüyelim. Devrime gider gibi.