Uğur Güler, İstanbul Summart'ta açılan yeni sergisindeki eserlerinde teknik bakımdan foto-gerçekçi bir tavır gözetirken, zihinsel evreninde ise hayli kışkırtıcı, tabu devirir ve gerçeküstü bir cüretle, daha yoğun sorular soruyor.
Ressam Uğur Güler'in yeni dönem eserleri, siyah beyaz ve renkli biçimleriyle, türlü boyut ve yorumlarıyla, İstanbul Seyrantepe'de kâr amacı gütmeyen disipinler arası kültür-sanat mekânı Summart'ta ocak ayına kadar izlenmeye başladı.
Etkinlik sorumluluğunu Özlem Aleçakır'ın üstlendiği kurumda izlenen 'Yeni Çürük Zamanlar' sergisinde, 1988 Eskişehir doğumlu genç fırçanın 30'un üzerinde yapıtı yer alıyor. 'Parlak Gelecek', 'Decadence' (Çöküş) ve 'Mutlu Bir Aile' serisi ile, 'Mahşer Komedisi'nin yanında, 'Uzay Boşluğunda Et' gibi, son üç yılı aşkın üretiminden örnekleri sergileyen Güler'in Summa Plaza'daki sergisi, sanatçının tuval ile, bez üzeri akrilik eserlerinin yanı sıra, kâğıt üzeri kurşunkalem yapıtlarını da içeriyor.
Sergi üzerine bir metin kaleme alan Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi, AİCA Türkiye Başkanı Arapoğlu, G. W. F. Hegel'in 'Mücadele her şeyin atasıdır,' sözüne atıfla, hiper-gerçekçi ve foto-gerçekçi yaklaşımla üreten sanatçıya ait etkinliğin, cinsellik, mahremiyet, mahrumiyet, mağduriyet ve cinsiyet (Parlak Gelecek triptik üçleme yapıtı), din ve devlet ilişkisi ile bireyin pozisyonu (Decadance üçlemesi) ve aile kurumunu (Mutlu Aile serisi) işlerken, birey-toplum ilişkisini de gündeme taşıdığından (Uzay Boşluğunda Et üçlemesi) bahsediyor.
Akademisyen, küratör, eleştirmen Arapoğlu ayrıca, 'Travma Hatırası' isimli siyah-beyaz fantastik-hiper gerçekçi çalışmasıyla tarihi tabu ve yaraları gözle görünür kılıp, belleği kışkırtıcı bir gözle yorumlama derdine düşen Güler hakkındaki metninde, sanatçının modernist resim geleneği ve günümüzün sanatsal yönelimini biraraya getirerek, içerisinde birçok unsuru barındıran çok yönlü bir sanat pratiği olduğunun altını çiziyor.
Güzel bir rastlantı eseri, SALT Galata ve Beyoğlu'nda, Ahu Antmen ve Amira Akbıyıkoğlu imzası ile izlenimde olan,'foto-gerçekçi' ekolün öncülerinden Nur Koçak imzalı 'Mutluluk Resimleriniz' sergisiyle de aynı döneme rastlayan 'Yeni Çürük Zamanlar' hakkında konuştuğumuz ressam Güler, Koçak sergisini yakın zaman önce gezdiğini belirterek şunları paylaşıyor:
"Nur Koçak zaten, benim çok saygı duyduğum bir isim. Ben, bu seriyi yaklaşık üç ay önce tamamladım. Koçak'ın önce son dönem çalışmaları, sonra da öğrencilik çalışmalarını gördüm. Bu sergiyle karşılaşmak, benim için çok enteresan bir tecrübe oldu. İlk önce, son dönem çalışmalarını, sonra öğrencilik çalışmalarını gördüm. O sergiyi gezmek, onu tanımak adına da beni çok duygulandırdı. Bu çok hoşuma gitti. Bunu bir tür devir-teslim olarak düşünmedim. Çünkü ben, bu sergideki eserleri onun yaptığı gibi çok da bilinçle üretmedim. Benim, sergimin küçük bir parçası bunlar sadece. Aynı noktadan dalmışız. Onun resimlerinde şunu gördüm: Gerçekten 'Mutluluk Resimleri' diyebiliyoruz onlara. Ben de bunlara 'Mutlu Aile Serisi' dedim. Ama, benimkiler mutlu değil. Ben, diğer tarafa bakmaya çalıştım. Genelde kavga içinde oluyoruz. Ben biraz daha buna yöneldim.
Foto-gerçekçilik konusuna da değinen Güler, aslen provokatif yapıtlar ürettiğini, insanların da bunu gördüğünü ve kendisinin de bunun farkında olduğunu söylüyor. Bunun, kişinin üzerine gidebileceği ciddi bir manifestosunun olmasıyla ilgili olduğunu kaydeden ressam, bu durumu Türkiye'de çok önde görmediğini, sanatın Türkiye'de daha ziyade beğenilmek için yapıldığını düşünüyor. Bu şekilde resimler yapıyor olmasının, üretirken aldığı hazla ilgili olduğunu aktaran Uğur Güler, herhangi biçimde genel algıya hitap edebilecek işler üretmediğini aktarıyor.
Sanatçı bu yönüyle, Koçak'ın da yapıldığı işlerin üretildiği döneme baktığında, gerçekten kışkırtıcı işler olduklarını ve ciddi bir manifestoyu arkalarına aldıklarını vurguluyor. Baktığında belki Koçak gibi bir iki ismi daha ayırabileceğini söyleyen Uğur Güler, "Ama, şu dönemde bu resimleri yapmaya başladığımda, dokuz on yıl önce çok hoş karşılanmıyordu. Özellikle de 'teknik işçilik var' deniliyordu. Şimdi ise, bu moda oldu ve pek çok sanatçı, böyle üretmeye başladı. Ama tabii, dünyada neler oluyor, bu konuda tam emin değilim," şeklinde konuşuyor.
'Yeni Çürük Zamanlar' serisinin içine günlük hayatın ajandası ve fantezi arasındaki dozajı nasıl kattığını sorduğumuzda ise, Güler'in bize yanıtı şöyle oluyor:
"Sokağa çıktığınızda benim yaptığım resimleri günlük hayatın içinde göremezsiniz. Bu resimler, ancak kendi başınıza kaldığınızda, yalnızken düşündüğünüzde, belki felsefi bir probleminiz olduğunuzda düşündüğünüz, insanlarla çok da paylaşmaya çalıştığınız konular üzerine gidiyor. Fakat, bunlar gündelik hayatı tamamen etkileyen şeyler aslında. Aslında ne yapıyoruz ki sorusunu sormaya başladığımızda, bütün bu hayatımız değişmeye başlıyor. Ertesi gün de, çok fazla düşünmeye başladığınızda, aynı kişi olamayabiliyorsunuz. Bu doğal bir süreç. Çünkü gerçekten, ne yaptığımızı bilemeyen, uzay boşluğundaki et parçalarıyız yalnızca. Sadece nasıl olduysa üzerine biraz bilinç serpiştirmişler, nasıl olduysa bu da. Ve hayatta, Tanrı fikrini de çıkarttığınızda iyice amaçsız kalıyorsunuz.
Bunlarla baş etmeye çalışırken, sokağa baktığımda gördüğüm şeyleri bununla birleştirdiğimde, ortaya bu tarz resimler çıkmaya başlıyor. Yani, ikisini çarpıştırmak aslında bu. Ama ikisi çok zıt kutuplar olduğu için, resimler de şiddetli oluyor."
Sanatçıya, yakın zaman önce hayatını kaybeden işadamı Mete Bora'nın ismiyle yaşayan koleksiyonda da bulunan bu aktif-performatif yapıtlarının özerk birer zaman ve alan talebi içinde oldukları, izleyicide ise bir sahiplik meselesi içine girdiklerini söylediğimizde ise, bunu doğruluyor ve şunları aktarıyor:
"Belki de bunlar çok kişisel ve geniş kitleler tarafından kabul görmesi kolay olmayan fikirlerin görsele dökülmesi olduğu için, seyirciyle bu yüzden böylesi bir çatışmaya giriyor olabilir. Çünkü bu resimler gerçekten de, karşısındakini değil, kendini kabul ettirmeye, hatta bazen empoze etmeye çalışan resimler.
Tabii şunu da düşünmeliyiz: Bir resimle kimsenin hayatı değişmez. Kimsenin fikrini tersine çeviremeyebilirsiniz, ama hiç değilse etkisi altında bırakabilirsiniz. Belki farkında olmadan, böyle bir amaçla çıkmış görseller de olabilir bunlar.
Boyama anı, monoton bir teknik şeklinde gelişiyor, belli bir süre alıyor ve bitiyor. Sonunda ne olacağı belli. Ama, öncesinde ne çıkacağını tam olarak bilmeden başlamanız gerekiyor. Vücudunuzu kullanıyor veya başkasının vücuduna ihtiyaç duyuyorsunuz. Bu süreç, eseri belirleyen esas süreç oluyor."
Mükemmelliyetçilikle 'başının dertte' olduğunu kabul eden Uğur Güler, resimlerini ne zaman bitireceğini bilemediğini, bitirse dahi bu ana ulaşmadan bir kademe önce bile, bazen bir resminin bitebildiğini aktarıyor. Kafasındaki belirli noktaya varana dek günlerce çalıştığını, bu noktaya ulaşmadan da bırakamadığını söylüyor Güler. Bu 'meditatif' üretim biçiminin, süreç açısından kendisini soyutladığını belirten sanatçı, bununla birlikte aynı süreci de zaten kendi kafasını meşgul eden düşünceler üzerinden temellendirdiğini belirtiyor.
Eserlerindeki 'rüya' gerçekliği hissini de yadırgamayan ressam, hayata da bakınca düşünceyi de bir rüya olarak görebileceğimizi, bunun gerçeküstü bir düşünce ile görselleşmek olduğunu anlatıyor. Sanatçı, fikri ortaya çıkarmak için bir görsele ihtiyaç duyduğunu, bu uğurda ihtiyaç duyduğunun ise sokağa çıktığı zaman gördüğü değil, kendisinin 'gördüğü' bu imgeler olduğunu ifade ediyor.
Ortaya koyduğu bu yaklaşıma 'metafizik realizm' denilebileceğini söyleyen Uğur Güler, bununla beraber eserlerinin 'hiper/gerçekçi' tavra da aslında tam olarak ait olmadığını söylüyor. Güler bu durumu, "Aslında bu imgeler, kendilerinden ziyade bir düşünceyi temsil ediyorlar," diyerek kesinleştiriyor.