Seçimlerden önceki son yazımın başlığı “AKP kazanırsa ekonomik istikrarsızlık biter mi?” idi. Seçimler, AKP’nin parlamento çoğunluğunu MHP ile kuracağı koalisyon sayesinde, başkanlığı ise kendi adayıyla kazanması ile sonuçlandı. Kemal Can’ın vurguladığı şekliyle, seçimlerin AKP için sonucu MHP ile kurulacak bir “zoraki koalisyon” ve yeni iktidar yapılanmasının MHP’nin gündemine bağlı olarak şekillendirilecek olması oldu. Bu ilk izlenimlerin ötesinde seçim sonuçlarını, siyasi partilerin ve başkan adaylarının performanslarını hakkıyla değerlendirmek için ileride zamanımız olacak.
Bu yazıda, yeni yönetimin kısa ve orta vadede karşılaşacağı üç önemli açmaza değineceğim. Ekonomi yönetimi, özellikle küresel ekonomik konjonktürün değiştiği 2013 sonrasında doğrultu belirlemekte zorlanıyor. Bu zorlanma, birikim rejimi krizi, kurumsal dizayn sorunları ve “güven krizi” gibi farklı düzeylerde incelenebilir.
BİRİKİM STRATEJİSİ SORUNU
Türkiye ekonomisinde 2013’ten bugüne üçüncü defa görülen stagflasyonist sıkışma, 2002’den itibaren süren sermaye birikim rejiminin yapısal bir krize girdiğini gösteriyor. 2014, 2016 ve 2018’de ikişer yıl arayla yaşanan ekonomik darboğazlara bir başka yazıda değinmiştim, o nedenle burada detaylandırmayacağım.
Ancak altını çizmemiz gereken husus şu: Seçim sonrasında oluşacak yeni yönetimin karşılaşacağı en önemli açmaz, birikim rejimi krizi ile nasıl başa çıkılacağı ve bu bağlamda tıkanan birikim modelinin yerine ne konacağıdır. Yönetimin seçenekleri “utangaç kalkınmacılık” ile yeni IMF programı arasında şekillenecek.
DEVLETİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI
24 Haziran sonrasında hayata geçecek rejim değişikliğinin en kritik konularından biri, gerek devletin kurumsal mimarisinin, gerekse ekonomi yönetiminin nasıl şekillendirileceğidir. Ancak burada vurgulanması gereken, devletin yeniden yapılandırılması ya da kurumsal dizayn sorununun, basitçe bakanlıkların görevlerinin değiştirilmesi ya da sadeleştirilmesi olmadığıdır.
Bakanlıkların azaltılması ya da yürütme gücünün “tek adam” merkezli temerküzü, kurumsal dizayn sorununu çözemez. Bunun nedeni ekonomi yönetiminin kurumsallaşma biçiminin, sermaye birikim rejimi ile uyumlu olması zorunluluğudur. Dolayısıyla ekonomi yönetiminin doğrultusunun ne olacağı belli olmadan, kurumsal düzenlemelerle mevcut krizi çözmek mümkün değildir. Örnek vererek açıklayayım:
Türkiye’de 1960’lı yıllarda uygulanan ithal ikameci birikim stratejisi, devletin kurumsal mimarisinde Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir pilot kurumun oluşturulmasını zorunlu kılmıştı. 1980 sonrasındaki neoliberal döneme geçerken ekonomi yönetimi açısından borç çevrimi kritik bir konu haline geldiğinde Hazine Müsteşarlığı kamu bürokrasisinde kilit kurum haline gelmişti. 2001 krizi sonrasında yapılan kurumsal düzenlemeler sonucunda ise Merkez Bankası, ekonominin yönlendirilmesinde kamu bürokrasisi içerisindeki hakim kurum haline gelmişti.
2001 sonrası oluşturulan birikim rejiminin tıkandığı 2013 sonrasında ise, ekonomi yönetiminde ana doğrultu kaybolmuştur. Buna bağlı olarak da kamu bürokrasisi içerisinde yönlendirici kurumun hangisi olduğu muğlaklaşmıştır. Merkez bankası bağımsızlığı üzerine yapılan tartışmalar esas olarak, mevcut birikim rejimi krizi ve bu krizin devletin kurumsal mimarisine yansıması olarak okunmalıdır.
GÜVEN KRİZİ
Dolayısıyla birikim rejimi krizi sürerken, kurumsal dizayn sorunlarının çözülmesi olanaksızdır. Mevcut yönetimin karşılaştığı bu açmaz, önümüzdeki dönemde de, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “küresel yönetişim ilkelerine bağlı kalmak” ile “küresel yönetişim biçimlerinin ülkemizi bitirmesine müsaade etmemek” arasındaki gerilim ile sürecektir.
Bu gerilimin kısa sürede, özellikle de mevcut birikim rejimi krizi henüz sonlanmadan çözülmesini beklemek gerçekçi değildir. Dolayısıyla gerek oluşturulacak yeni kabinenin bileşimi, gerekse ekonomi yönetiminde yapılacak kurumsal değişimler, yukarıda sözünü ettiğim gerilimin çözülmesini değil, yönetilmesini amaçlayacaktır.
Bu vesile ile tekrar altını çizmekte fayda var: Piyasa ekonomisi ile demokratikleşmenin el ele gideceğini varsayan liberal siyaset bilimi ve iktisadi görüşlerin aksine, kapitalizm otoriter yönetimler altında da rahatlıkla işleyebilir. Dolayısıyla sermayenin tek adam rejimi ile ilişkisi, sermaye birikiminin ve kârlılığın sürmesine bağlı olarak değişecektir. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde yeni yönetimin sermayenin güvenoyunu alması zorunluluğu, Erdoğan’ın ekonomi yönetimi tercilerini de sınırlayacaktır.
Seçimlerin hemen ardından 25 Haziran’da yaptığı 8 maddelik “reform talebi” açıklaması ile TÜSİAD, ekonomi yönetiminin “küresel yönetişimin kurallarına” tabi olmasını isteyerek, Mehmek Şimşek tarafından seçim öncesinde açıklanan ve daha önceki Londra Mutabakatı’nın bir parçası olarak formüle edilen “IMF’siz IMF programı” seçeneğine destek vermiştir.
KRİZ YÖNETİMİNİN KRİZİ
Daha da somutlaştırırsak, Mehmet Şimşek’in seçim öncesinde açıkladığı ve “yeniden dengelenme” olarak adlandırılan “IMF’siz IMF programı” mı, yoksa Erdoğan’ın ifade ettiği faizi düşürmeyi önceleyen bir politika mı izleneceği, önümüzdeki dönemdeki kritik belirleyen olacak. Bu anlamıyla, 2018’in ikinci yarısından itibaren yoğunlaşacak ekonomik sorunlar ile nasıl başa çıkılacağı, kriz yönetiminin krizinin nasıl çözüleceğine bağlı olacak.