8 Şubat gecesi İstanbul’da yıllarca unutulmayacak bir buluşma yaşandı: Çiçek Pasajı’nda toplananlar, Güntaç Özdemir ve Gaye Su Akyol’un performanslarını dinlerken genç şeflerin hazırladığı mezelerin tadına baktı. İçlerinde sadece pasajın müdavimleri değil, yıllardır yolunu bu pasaja düşürmeyen insanlar da vardı. Kalabalıktı ve bu kalabalık, gecenin sonuna kadar orada kaldı, azalmadı. Kapılar 19.30’da açıldı, gece yarısını biraz geçe kapandı. Geriye kalan, yaşanan anılar.
Önceki gece düzenlenen “Yeniden Çiçek Pasajı” başlıklı buluşma hakkında bir gazete haberi yapsaydım, yukarıdaki paragrafı yazarak başlardım ama altını çizmek istediğim başka: “Buluşma”nın gerekliliği konusunda bir-iki şey söylemek istiyorum. Gerekli zira bizi yan yana getirecek bu tip etkinlikler giderek azalıyor. Olana sahip çıkmak, ne olursa olsun onları desteklemek boynumuzun borcu.
Beyoğlu, uzun zamandır insanların uğramadığı bir yer. Eski mekânlar tek tek kapanıyor, müzik caddeden uzaklaşıyor, barların yerini tatlıcılar alıyor… Sadece mekânlar değil, insanlar da değişiyor. Doku, bir hayli farklı. Bu, eğlencenin farklı semtlere kaymasına sebep ama semti ya da özelde İstiklal Caddesi’ni terk etmemek gerekiyor zira zaman zaman farklı dokular yöreyi ele geçirse de İstanbul’un merkezi burası. ‘80’li yıllarda “Beyoğlu’nun arka sokakları”, uzak durulması gereken tekinsiz yer olarak algılanırdı. Sonrasında hızlı bir dönüşüm insanları oraya çekti ve İstiklal Caddesi merkez oldu, eğlencenin kalbi orada attı. Nevizade’nin değişimi, Asmalı Mescit’in popüler olması ve Peyote’den Babylon’a yeni mekânların açılması, bunu yıllara yaydı. İktidarın değişmesiyle birlikte semt tersine bir dönüşüm geçirdi. Gezi direnişi döneminde yeniden bir canlılık geldi ama sonrasında caddede dolaşan TOMA’lar ve kurulan geçici karakollar insanları rahatsız edecek seviyeye geldi; İstiklal Caddesi ıssızlaştı. Nevizade’nin kan kaybetmesi ve Çiçek Pasajı’nın gözden düşmesi de bu dönemde… İnsanların ayağı kesildi ama cuma gecesi gördük ki, istenirse kalabalık yeniden buraya gelebilir.
“Yeniden Çiçek Pasajı”, genç ve yetenekli yedi şefi iki şahane müzisyenle yan yana getiren bir etkinlikti. Esra Acar Koç, Ceren Tekşen, Serra Beklen, Murat Deniz Temel, Fatma Yıldırım, Tayfun Gökşin ve Gamze Kurtulmuş tarafından hazırlanan mezeler, kapıların açılmasıyla birlikte konuklara ikram edildi. Fonda gece boyunca ‘90’lı yılların unutulmaz şarkıları çaldı, insanlar ellerindeki kadehleri coşkuyla kaldırırken bir yandan da çalan şarkılara eşlik etti. Güntaç Özdemir’in performansını balkona kurulan mobil fasıl ekibi takip etti ve ardından gecenin yıldızı Gaye Su Akyol, ekibiyle birlikte sahneye geldi. Tek tek anlatmayacağım zira orada olmayanlar için bu pek bir şey ifade etmeyecek. Şunu söyleyeyim: Oradaki herkes hayatından çok memnundu.
Sözlerime şunu da eklersem yanlış olmaz: Çiçek Pasajı, yıllardır böyle bir kalabalık görmedi. “Fiyatlar pahalı, mekânlar kötü, müşteriye iyi davranmıyorlar” gibi bahanelerle ayağını oradan kesenlerin haklılık payı tartışılır ama böylesi tarihi bir mekâna bu tip bahanelerle haksızlık ettiğimiz muhakkak. Şüphesiz fiyatlar pahalıysa, mekânlar kötüyse ya da müşteriye iyi davranılmıyorsa hesabını sormak gerek ama bunu yaparken pasaj içindeki bütün mekânları yok saymak, kötülemek çok da doğru gelmiyor bana. Açık söyleyeyim, biraz da “turistik” algı yüzünden rakı içmek istediğimde yolumu düşürdüğüm bir yer değil Çiçek Pasajı ama bundan sonra oraya biraz farklı bakacağım.
Pasajın “tarihi’liği, yaşanmışlıklardan. Gece boyu eskilerin depreşmesi de bundan: Pasaja “takıldığımız” gençlik yıllarında meftunu olduğumuz Madam Anahit’in ölümüne kadar omzundan indirmediği akordeonu, o gece orada bizimleydi. Beğenmediği masalara “içtiğinize meze olmam” deyişini hatırladık, onu tebessümle andık. Bir dönemin klasik meyhanelerinin giderek turistik hâle dönüşmesi bizi üzmüştü ama hatıralar canlanınca bunun da pek önemi kalmadı. Çiçek Pasajı’nın tarihini düşündük ve girişte dağıtılan broşürdeki Vefa Zat yazısından unuttuklarımızı hatırladık.
Çiçek Pasajı, meşhur Naum Tiyatrosu’nun üzerine inşa edilmiş bir bina aslında. Tiyatro, 1870 yılında yaşanan büyük yangında yok olunca, banker Hristaki Zografos Efendi, İtalyan mimar Cleanthe Zanno’dan bu arsaya bir “iş merkezi” yapmasını istemiş. Adı o günlerde öyle değil belki ama, yapılan tam da bu. Dönemin bütün mühim markalarının dükkan açtığı geçidin ilk adı, Hristaki Pasajı. Cité de Pera’nın içinde. O günlerde adı Grand Rue de Pera olan İstiklal Caddesi’ni eski adı Tiyatro Sokağı olan Sahne Sokağı’na bağlıyor. Sonrasını, Rakı Ansiklopedisi’nden (Overteam Yayınları, 2010) alayım: “Pandelis’in çiçekçi dükkânından bir demet gül alan delikanlılar, sevgilileriyle Maison Parret Pastanesi’nde buluşur, akşamları ise Yorgo’nun veya Tiberius’un meyhanesinde efkâr dağıtırlardı. Binanın mülkiyeti 1908’de Sadrazam Küçük Sait Paşa’ya geçince, pasaj Sait Paşa Geçidi adını aldı. 1. Dünya Savaşı sırasında pasajdaki dükkânların kapanması ve Mütareke döneminde yerlerini 1917 Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Rusların açtığı çiçek tezgâhlarının almasıyla Çiçek Pasajı diye anılmaya başlandı. 1930’larda Maison Parret Pastanesi’nin yerinde açılan Degüstasyon Lokantası, binanın içine bakan kapalı kapılarını yazları açıp önüne masalar koydu. Bu uygulamanın rağbet görmesi üzerine, bir zamanlar Vallaury’nin pastanesi iken Mastoraki’nin tuhafiye dükkânı olan yerde Nektar Birahanesi açıldı. Burası uygun fiyatlarıyla kısa sürede popüler olunca yıllar içinde daha önce başka işlere ayrılmış olan dükkânlar meyhaneye dönüşmeye başladı.”
Tuhaftır, tersine dönüşüm, fiyatların artmasıyla… Pasajın turistikleşmesi, müdavimlerin uzaklaşmasına sebep oldu. Öncesinde bir felaket var: 1978 yılında bina çöktü, 1988’de yeniden onarıldı. Beyoğlu Belediyesi, bu onarım sonrasında binanın tamamını meyhane ve birahanelere tahsis etti. Bugün on işletme var ama pasaj, eski parlak günlerinden bir hayli uzak.
Gece boyu düşündüklerimiz biraz da bu dönüşümü tersine döndürmek, pasaja eski parlak günlerini kazandırmak üzerine –ki gelenlerin çoğunun bu fikirde olduğunu bizzat gözlemledim. Müzik yazarlarının bir bölümüyle orada buluştuk, üssümüzü Entelektüel Cavit’in mekânı Huzur Restoran’ın yanına kurduk, sahneyi sağ cenahtan izledik, zaman zaman mekân sahibiyle konuştuk ve eski günlerden dem vurduk. Kulis olarak kullanılan, Bayram’ın Yeri olarak da bilinen Seviç’te oranın müdavimi Aydın Boysan’a selam çaktık ve selamımızı onunla bırakmadık, Sait Faik’ten Haldun Taner’e, Cahide Sonku’dan Münir Nurettin’e Çiçek Pasajı’nın kıdemlilerine gönderdik. Zaman zaman şarkılarını andık, zaman zaman filmlerini, oyunlarını, öykülerini, romanlarını ve şiirlerini… Gaye Su Akyol’un repertuvarına kattığı Tatyos Efendi şarkısı “Gamzedeyim Deva Bulmam” aracılığıyla Müzeyyen Senar’ı anmış olmamız, cabası.
Çiçek Pasajı’nın “sakinleri”ni Jak Deleon sıralasın: “Çiçek Pasajı, gül ve karanfil satan çiçekçileri, falcıları, aylakları, ayyaşları, külhanbeyleri, buzlu bademcileri, aktörvari dilencileri, hüneri müphem artistleri, anlaşılmış ya da anlaşılması ‘bilâ mümkün’ sanatçıları… Şimendifer saatli eski İstanbulluları, laternacıları, akordeoncuları, viyolonistleri, seyyar tansiyoncuları, milli piyangocuları, ağırbaşlısı ve uçarısı, beş dil bilen kulağı kesik güngörmüş garsonları ve Balıkpazarı’nın cümbüşüne açılan kapısıyla dünyada eşi bulunmaz bir âlemdi. Akşam alacası camgöbeğinden leylak koyusuna dönüştüğünde edebiyatçılar, gazeteciler, öğretim üyeleri, öğrenciler, bohemler ve her renkten ‘ehl-i keyif’, fıçılardan devşirme masaları dolduruyordu. Her daim taze karidesten, ıstakozdan, pavuryadan, lakerdadan, midye dolmasından, kılıç fümeden mezelik alıyordu.” Üstat Vefa Zat, etkinlik broşüründeki yazısına aldığı bu parçada ustasına selam çakmakla kalmıyor, onun gördüklerini de bize aktarıyor. Bugün sıra bizde ama eskileri hatırlatmakla yetinmemek gerekiyor: Kendi tarihimizi yazmak için bir adım atmalıyız. “Yeniden Çiçek Pasajı”, ilk büyük adım. Sonrası, bizimle gelecek.
Dün Gaye Su Akyol’un instagram hesabında paylaştığı cümle, her şeyin özeti aslında: “İçimde her şeyin iyi bir versiyonuna inanan tatlı bir duyguyla uyandım, birlikte inanırsak oldururuz.”
Öyle ya, inandığımızda neler neler yapmadık. “Daha”sını muhakkak yaparız. Pasajdaki anason kokusunu şarkılarla dışarıya taşıralım, Çiçek Pasajı’nı, İstiklal Caddesi’ni, Beyoğlu’nu eski günlere döndürelim. Burada akla gelen, “yapabilir miyiz?” sorusu olmamalı: “Yapacağız” dersek yaparız.