Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten

Erdoğan yine kültürel muhalefet açlığıyla uydurulmuş aileerkillik kavramına sığınsa da ataerkillikle mücadele eden ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyen çok geniş bir kesim var.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Değerler eğitimi safsatası gibi şiddetle mücadele için faile yönelik öfke kontrolü aldatmacası da şehir efsanesinden ibaret. AKP iktidarında zenginleşerek sınıf atlayan modern muhafazakarların, kendilerine oy veren kitle başta olmak üzere her toplumsal kesime had bildirme politikası. Çukurambar ve Başakşehir semtleriyle simgelenebilecek yeni burjuva mekanların üretimi şehir efsanelerinden. Buraların ve benzerlerinin sınırlı aklıyla üretilen, kültürel hegemonyaya karşı kültürel muhalefet şehvetinin eseri her ikisi de. Sınırlı akıl çünkü geçmişe, kültürel ve maddi boyutlarıyla tarihe bakışları, hakikat arayışından yoksun. Nasrettin Hoca’ya atfedilen “onlar hala arıyorlar, ben çoktan buldum” hicvini andırır şekilde tek notaya tutunmuş izlenimi veren, aşırı idealize edilmiş tarih algısıyla bugünün toplumu şekillendirilmek isteniyor. Bilimsel bilgiyle, günün gelişmeleri ve toplumun ihtiyaçlarıyla, insanın beklentileriyle çelişen hakikat bükücülükle yönetiliyoruz uzun zamandır. “Algı yönetimiyle her şey mümkünken gerçeğe kimin ihtiyacı var?” sorusunu kendilerine yöneltip cevabı algı yönetiminden yana verdiklerini düşündürüyor çıkardıkları her siyasal ve hukuksal metin. Ve tabii algı yönetiminin maestrosu Erdoğan’ın, halkın karşısına her çıkışını gövde gösterisine dönüştürmesi…

Kadına yönelik şiddetle mücadele 4’üncü Ulusal Eylem Planı Lansmanı, o tek notaya tutunmuş algı operasyonlarından biriydi. İnsan hakları evrensel hukukuna ilişkin literatürü yerli ve milli olmamakla itham eden Erdoğan, sıra neoliberal sermaye sınıfının terimlerine geldiğinde yabancı dillere ait kelimeleri hiç tereddütsüz kullandığından toplantının adı tanıtım değil lansman konmuş. Ancak kendi ifadelerinden hatırımda kaldığı şekliyle muhtemelen bir iletişim kazası sonucu istediği kadar büyük olamamış gövde gösterisi. Üst kat salonlar da dolmalıymış beklentisine göre. En yakınındaki memurları bile istediklerini tam olarak anlayıp, yerine getirme becerisinden uzak demek ki. Her neyse… Aslolan sunulan o eylem planının içeriği, diyecek olsak bile sunum şekli ve zamanlaması da özünden bağımsız olarak çok şey söylüyor.

Eşitsizlikten kaynaklanan cinsiyet temelli şiddetle mücadele adına eylem planı hazırlanıyorsa eşitlik ilkesinden uzak kalmamalıydı. Bütün resmi metinlerden özenle ayıklanan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, eylem planında da yer almıyor. Kadın-erkek eşitliği, cinsiyet eşitliği ise dip not referanslarıyla sunulan dokümanlarda var. Bekleneceği gibi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramları hiç yok. Dolayısıyla suya sabuna dokunmadan, potansiyel failleri ‘incitmeden’ erkek şiddetiyle mücadele ediliyormuş gibi yapılan eylem planlarından birisi öz itibariyle. Ve “bu kaçıncı uygulanmayacak eylem planı?” (EŞİK basın açıklaması) dedirten metinlerden. Sebepleri idrak edilerek tanımlamaktan kaçınıldığı sürece hem uygulaması mümkün olmayacak hem de soruna çare üretemeyecek metinlerden birisi daha. Haliyle metnin kendisinden çok sunumuna ilişkin okumalar öne çıkacak. Fakat bir özelliğini daha belirtmeden geçemeyeceğim yanı, bulunan çözümlerin ciddi bir geri gidişi işaret edişi.

4’üncü eylem planı, kadına yönelik şiddetle mücadele adıyla yapılmış ilk eylem planının bir kopyasını andırıyor. 2007 yılında yapılmış 1’inci ulusal eylem planı ve 2006’da yayınlanmış Başbakanlık Genelgesi (2006/17), 2004/2005 tarihleri arasında çalışan Kadına Yönelik Şiddetin tüm yönleriyle Araştırılması şeklinde adını kısaltabileceğimiz Meclis araştırma komisyonunun raporu üzerine hazırlanmıştı. Bu metinler tam olarak uygulanmış olsa bile erkek şiddetiyle mücadelede hayli güçlü adımlar atılmış olurdu orası kesin. Ancak on beş yıldır tam olarak uygulanmayan bu metinleri şimdi tekrar güncellemek bugüne, uygulansa bile, çare olmaz. Sadece kavram ve tanım zaafıyla sınırlı olmaksızın önerilen tedbirler de yetersiz kalır. Çünkü aradan geçen on beş yılda dünya genelinde yükselen erkeklik krizi, ülkemizde da etkili hale geldi. Gerçekleştirilmek istenen eril restorasyon, kendisini dayatabilmek için şiddete özellikle muhtaç (Deniz Kandiyoti). Dolayısıyla erkek şiddetinin değişen biçim, mahiyet ve motivasyonuna karşı mücadele için bugünü ve geleceği de kapsayacak şekilde bütüncül politikalar üretilmek zorunda. İstanbul Sözleşmesi tüm hükümleriyle bu bütüncül politikaları işaret ettiği için rahatsızlık yarattı zaten. Şimdi bu anlamsız gövde gösterisiyle yapılan eylem planı sunumu, içerik itibariyle dünün metinleriyle sınırlanmış olmakla baştan malul.

Eylem planı tanıtımı 1 Temmuz'a denk getirilerek gerçekleştirilirken büyük olasılıkla hedef kitle, kendisine oy veren kadınlardı. Ki çoğunlukla İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin, kadına yönelik şiddetle mücadele alanındaki önemini pek çok defa ve bu tanıtımdan da iki gün önce Külliyede yüzüne karşı söylemişlerdi. Başlarken dile getirdiğim gibi topluma had çizme politikaları en çok AKP bağlılarını hedef aldığından saray ahalisi, dışarlıklı olan kitlesinde rıza üretme gayretinde. Gövde gösterisinin büyüklüğü, rıza üretme ihtiyacının büyüklüğünün de göstergesi. Ki arzu ettiği kadar büyük bir gövde gösterisi yapamadığını kendisi ifade ettiğine göre Erdoğan, üreteceği rızanın ihtiyaç duyduğu kadar büyük olmayacağından endişeleniyor olabilir. Önce en yakınındakini şekillendirerek üreteceği bu yeni şekli tüm topluma yeni bir elbise gibi giydirebileceğini görüyor. Ancak merkeze hayli yakın türedi zenginlerin, defolu geçmiş algısıyla kurdukları, bugüne ve geleceğe ilişkin ham hayalin, dışarlıklı AKP’lilere kabul ettirilmesi, görünen o ki hiç kolay değil. Bu durumun seçim atmosferine nasıl yansıyacağına dair tartışmayı başka yazılara bırakıp İstanbul Sözleşmesi’ne dönmek istiyorum.

Erdoğan yine kültürel muhalefet açlığıyla uydurulmuş aileerkillik kavramına sığınsa da ataerkillikle mücadele eden ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyen çok geniş bir kesim var. Kadınların çok büyük bir kısmıyla demokratik hukuk devleti ölçütüyle, eşitlikçi toplum düzeninde yaşamak isteyenlerin oluşturduğu bu geniş kesim Sözleşme’den çıkışın anlamını gayet iyi kavramış halde. Evrensel hukuk kriteriyle değil, keyfi hukuk düzeniyle yaşatılmak istendiğimiz (Fatmagül Berktay) anlamına geliyor İstanbul Sözleşmesi fesih kararı. Ve biraz da bu nedenle fesih kararına itirazlar hiç kesilmiyor. Hukuki süreç de sonlanmış değil esasen. Sadece yürütmenin durdurulması talebi ret edildi. Danıştay 10. Hukuk Dairesi'nin ret kararı da anayasaya ters düşüyor. Ve Danıştay'ın ret kararına yönelik gerekli itiraz yapıldı. Hukuki süreç devam ediyor. Hukuksuz fesih kararına karşı hukuk yoluyla mücadele, idari yargı sürecinden Anayasa Mahkemesine ve oradan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) kadar gidecek kimse kuşku duymasın. Uzayabilir bu aşama ve sonucunda neler olacağını bugünden kestirmek zor, bekleyip göreceğiz. Ancak emin olduğumuz tek şey İstanbul Sözleşmesi’nin vazgeçilmez değeri.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiz, uluslararası planda kadına yönelik şiddetle mücadelede Sözleşme’nin siyasal ve hukuksal önemini değiştirmeyecek (Bertil Emrah Oder) çünkü altın standarttır bu Sözleşme. Yazının başlığını ‘altın yere düşmekle pul olmaz’ deyişi olarak da seçebilirdim. Fakat Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’nden bir dizenin günün ve olayın anlam ve öneminde daha muvafık olacağını düşündüm. Çünkü şiirin başlığındaki hürriyet kelimesi, siyasi istiklal/bağımsızlık anlamında kullanılan hürriyet kelimesi değildir. Namık Kemal hep fert hürriyeti demişti. Fransız ihtilaline, insan hakları beyannamesine, kişi hak ve özgürlüklerine aşıktı kelimenin tam anlamıyla. Osmanlı için böyle bir toplum düzeni arzusuyla mücadele ediyordu. İstibdat dönemine karşı yürüttüğü hak ve özgürlükler savaşımı yazık ki erken Cumhuriyet Dönemi ideologlarınca da pek hazzedilen bir şey olmadığından Vatan Şairi yanlış etiketiyle geçirildi edebiyat tarihimize. Ancak Hürriyet Kasidesi, insanın haklarıyla onurlu yaşamına işaret eden ve bu yaşamı seçmenin yüceltici niteliğini vurgulayan bir şiirdi. “Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma / Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten” beyti bana hep İstanbul Sözleşmesi’ni ve günümüzde otoriteryanizme karşı verilen mücadeleyi hatırlatıyor.

Her insan, her yönetici gibi doğru ve yanlış icraatları olan Sultan II. Abdülhamit’i aşırı idealize ederek gerçeklikten kopuk tarih algısıyla örnek alanlara karşı yürütülen eşitlik mücadelesinde İstanbul Sözleşmesi, aşılamaz bir eşik oluşturmuştur. Patriyarkaya ve otoriteryanizme, eril restorasyona geçit vermeyecek kararlılığı ve mücadele azmini, EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu basın açıklamasının çok sevdiğim son cümleleriyle sizlere de yansıtmak isterim:

1 Temmuz 2021 tarihi, İstanbul Sözleşmesi’nin geçersiz olduğu gün değil her bir maddesinin uygulanması, hayatın içinde kök salması için büyüttüğümüz mücadelenin bir simgesi olacak.

Bu EŞİK aşılamaz! Aşılmasına izin vermeyeceğiz!

#İstanbulSözleşmesindenVazgeçmiyoruz

Tüm yazılarını göster