Yerelde seçim usulüne son veriliyor olabilir mi?

Yerel seçimlerden bir buçuk yıl sonra HDP’li adayların kazandığı 65 belediyeden sadece 6 belediye kaldı kayyım atanmayan. Hukuktan, demokrasiden bahsedecek değilim çünkü o defterlerin çoktan kapandığını hepimiz biliyoruz. Ancak merak ediyorum iktidar bloku hala seçimli demokrasicilik oynamaya niyetliyse, kendi seçmenine azıcık da olsa saygı göstermesi gerekmez mi?

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Yavaşça ısıtıldık. Şimdi haşlanıyoruz. 6 Eylül 2015'de ilan edilen o ilk ve bir günlük sokağa çıkma yasağından, 'hendek savaşı'nın üzerinden bir yıl geçtikten sonra başlatıldı kayyım politikası. Gerekçe belediye araçlarının hendek kazılması ve diğer terör faaliyetlerinde kullanılmasıydı.

Her askeri darbede tırpanı ilk yiyen Kürtler, Fetullah Gülen cemaatinin askeri kalkışmasına yönelik tedbirler alınırken yine devletin aklına ilk gelenler oldu. İster darbe ister darbeyle mücadele bizim devlet neyle meşgul olursa olsun ateşe ilk atılacaklar listesinin başında Kürt siyasetçiler yer alıyor. OHAL ilanından sonra ilk yapılan işler arasına seçmen iradesinin ve seçilme hakkının gaspı girdi nitekim. 674 sayılı KHK ile HDP bileşenlerinden DBP adına seçilmiş 95 belediye başkanı görevinden alınarak yerine kayyım tayin edildiğinde tarih Eylül 2016 olmuştu. Çatışmalar biteli de yine aylar geçmişti.

Bahane terördü. Kamu kaynaklarının, örgüte aktarılarak terör eylemlerine kullanılmasıydı. Olağanüstü hal şartlarıydı. Pek az istisnayla kimsenin çıtı çıkmadı. Fetullah Gülen cemaati mensubu atanmışların askeriye ağırlıklı kalkışmasıyla mücadele edilirken DBP’li seçilmişlerin yerine atanmışların getirilmesindeki çarpıklık, terör perdesiyle gözü bağlanan toplumun dikkatinden kolaylıkla kaçırıldı.

Yarıbuçuk demokrasiyle otokrasi arasındaki farkı bulanıklaştıran OHAL düzeni, Kanun Hükmünde Kararnamelerle hukuksuzluk ortamı yaratarak örgütle devlet arasındaki farkı da hayli silikleştirdi. Terörle mücadelenin hukuk çerçevesinde gerçekleştirilmesi ve sandık demokrasisinde hiç değilse sandık sonuçlarının meşruiyetinin tartışılmaz olması, örgütle devlet arasındaki farklardan birisiydi ama şimdi ara ki bulasın. Anayasa ve yasalar gibi demokratik ilkler önce rafa kaldırılıp sonra bilinmeyen bir adrese postalandığında OHAL bitmiş ama hukuksuzluk ve sandık tanımazlık kalmıştı yadigar.

31 Mart seçimlerinden aylar önce Erdoğan’ın milletvekillerine yönelik “bölgede HDP’ye belediye bırakmayın” talimatıyla birlikte partisinin Kızılcahamam kampında “yerel seçimlerde teröre bulaşmış olanlar sandıktan çıkarsa kayyım tayinleriyle yolumuza devam ederiz” beyanı o günlerde çokça konuşulmuştu. Yerel seçimden hemen önce Soylu’nun YSK kararlarını eleştirerek “Ben İçişleri Bakanı'yım bir de bana sorun bakalım seçilseler bile görev yapabilecekler mi?” şeklindeki açıklaması gibi çok sayıda örnek vardı kılıfın hazırlandığını gösteren.

Rejim değişti. Devletin Kürt politikası değişmedi. Hedef tahtasına her daim olduğu gibi yine Kürt siyaseti oturtuldu. Eski Genelkurmay Başkanlarından General İlker Başbuğ’un Kürt siyasetçileri işaret ederek “Çok istiyorlarsa dağa çıksınlar” dediği dün gibi hatırımda. Son günlerde de benzer söylemi Erdoğan dile getirdi. HDP’yi işaret ederek, eski devletteki “Onların yeri ya sokak ya dağ” sözüyle, tek karar vericili sistemin önceki Kürt politikalarını devraldığını bir kere daha göstermiş oldu.

Bu arada yanlış anlaşılma olmasın silahlı mücadele yoluyla siyasallaşma hamlesi bana göre kesin olarak terörizmdir. PKK tarafından askere, polise, sivil halka yönelen her saldırı terör eylemidir. Bu çerçevede hendek eylemi de apaçık ve en adicesinden terör eylemidir. Yoksul Kürtlerin çocukların hendeklerde ölüme gönderirken aynı zamanda yoksulların evlerini gasp ederek çatışma alanına dönüştürmesine başka bir isim verilemez.

Ancak devlet aygıtı uhdesinde bulundurduğu zor kullanma yetkisini hukuk sınırları içerisinde gerçekleştirerek terörle mücadele etmezse devletliği sorgulanır. Ve terörle gerçekten mücadele edilmek isteniyorsa meşru zeminde siyaset yapanlar suçlu ilan edilmez. Politikacıya 'dağa çık' demek yerine dağdakine 'gel meşru zeminde siyaset yap' denir. Çok uzun yıllardır ülkemizde tam tersi olduğuna göre kimsenin terörü bitirmek niyeti taşımadığı düşünülebilir.

Ayhan Bilgen’in, “Tutuklanırsam istifa ederim” açıklamasının ardından Kars Belediyesi Eş Başkanı Sevin Alaca ile il ve ilçe belediye meclis üyelerinin de aralarında bulunduğu 19 kişinin gözaltına alınmasında artık hukuki gerekçe arayan da kalmadı. Nitekim Ayhan Bilgen’in tutuklanma kararıyla kayyım atanma kararı arasında bir dakika bile fark olmayışı da bahane olarak gösterilen hukuki gerçkçelerla ilgilenmeye hiç ihtiyaç olmadığının ispatı. Neredeyse iki yıl önce alınmış kararlar uygulanırken geçirilen kılıfa bakılmaz elbette.

Terör yaftasının ve suç ithamının ne denli değişken olduğunu da Saadet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi Muammer Bilgiç tivit zincirinde çarpıcı şekilde ortaya koymuş: “akp-mhp tabanına göre hdp seçmeni chp’ye, iyi partiye ya da saadet partisine oy verirse bu suçtur, hdp’li belediye başkanları ya da meclis üyeleri ak partiye katılırlarsa bütün suçlarından arınmış olurlar.” Bilgiç çok haklı, seçme seçilme hakkının kullanıldığı partiye göre terör ya da suç var veya yok olabiliyor. Terör gerçekten suç olsaydı örneğin Osman Öcalan, devlet televizyonuna çıkarılıp, iktidar lehine propaganda yaptırılmazdı, 31 Mart yerel seçimlerinden hemen önce. Seçim sonrası ise tümüyle kriminalize edilerek yok sayılan, meşruiyeti seçmen nezdinde de sorgulanır olması için çaba harcanan Halkların Demokratik Partisi, bazen iktidar tarafından da görünür oluyor. Çocuk istismarcılarına af getirme çabası içinde HDP’nin kapısını çalmaktan çekinmedi örneğin. O zaman HDP terörist değil miydi yoksa tecavüzcü affı terörle mücadeleden daha önemli bir iş miydi iktidar için? Keza çoklu baro yasası için de HDP’ye gitmekten çekinmediler.

Yerel seçimlerden bir buçuk yıl sonra HDP’li adayların kazandığı 65 belediyeden sadece 6 belediye kaldı kayyım atanmayan. Hukuktan, demokrasiden bahsedecek değilim çünkü o defterlerin çoktan kapandığını hepimiz biliyoruz. Ancak merak ediyorum iktidar bloku hala seçimli demokrasicilik oynamaya niyetliyse, kendi seçmenine azıcık da olsa saygı göstermesi gerekmez mi? Her sabah “ayna ayna söyle bana, benden başka milli irade temsilcisi var mı” sorusuna aldığı “HDP” cevabı üzerine operasyon başlatıyor gibi görünmekten rahatsız olmaz mı, bir iktidar? Seçmenin zekasıyla alay etmek bu kadar kolay mı?

Tabi asıl mesele başka çünkü ille de yapılacaksa en yakın seçim sonuçlarının da tanınmaması için şimdiden bir yol haritası hazırlanması zor olmaz. Tek kişinin karar verici olduğu ucube sistemde yerel karar vericilerin seçmen iradesiyle göreve gelmesi tahammül edilebilir bir şey olmasa gerek. Şu anda HDP en kolay elimine edilebilecek bir parti olarak görülüyor ve terörle yaftalanarak toplum desteği aranıyor. Kalan 4 ilçe 2 belde de Kars Kayyım Valisi gibi fetih sevinciyle şükür namazı kılınarak ele geçirildiğinde bu süreç bitecek mi dersiniz? Mesele sadece HDP olsaydı belki tüm milletvekilleri de fezlekelerle düşürüldükten sonra biterdi. Yapılmakta olan ucube sistemi ülkenin yerel yönetimlerinde de etkin kılmak, tek kişiden başka seçilmiş karar verici bırakmamaksa kayyımların ülke sathına yayılması şaşırtıcı olmaz. Şimdi çıkaramadığımız sesi o zaman çıkaracak mecalimiz kalır mı? Zor, çok zor.

Tüm yazılarını göster