Televizyonda yeni sezon başladı. Akşam saatlerinde kanallarda
diziler yavaş yavaş yerini buluyor. Şu ana kadar izlediğimiz yeni
diziler 1990’ların sonunu hatırlattı. Uzun zaman sonra İstanbul
dışına yeniden çıkmaya başlayan hikayelerde büyük konaklar,
kalabalık ve zengin aileler ile onlarla çatışan, intikam almaya
çalışan yoksul ama onurlu esas kızlar veya esas oğlanlar var. Bu
anahtar kelimelerle özetlenen her dizinin potansiyel izleyicisinin
‘total’ izleyici olduğunu az da olsa televizyon izleyen herkes
tahmin eder. Oysaki geçtiğimiz yıl televizyon ekranına yeniden
dönen AB grubu izleyici vardı. Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar ve
Bahar dizileri televizyon ekranından dizi izlemeyen, eğlence
içerikleri gibi haberleri de ağırlıkla dijital ekranlardan takip
eden izleyiciyi televizyon ekranı başına çekmişti. Bu
sosyo-ekonomik gruptaki izleyicinin ilgisiyle televizyon içerikleri
daha fazla gündeme geldi. Bu sezon sanki AB izleyicisini daha çok
ekran başında tutmak için çaba harcamayalım diyenler geçmişten
gelen hikayelerle ekrana dönmüşler. Kanallarda her akşam bir dizi
yayına başlayınca ekran karşısında kim var kim yok daha iyi
anlaşılacak, bazı dizilerin reytingleri yükselecek, bazılarının
düşecek ve birkaçı da bitecek. Reytingi az, bölüm sayısı çok olan
bir dizinin yurtdışı satışının iyi olduğunu unutmadan bu hafta
sektörün risklerine dair birkaç sözüm var.
Türkiye’nin dizilerle dünyada ihracat şampiyonu olmasından önce
sektörün hakimi uzun yıllar Brezilya’ydı. 1970’lerden 1990’lı
yıllara kadar neredeyse tüm dünya Brezilya ve Latin Amerika
dizileri izledi. Eminim Köle İsaura’yı, Rosalinda’yı ya da
Marimar’ı hatırlayanlar vardır. Brezilya’nın önemli popüler kültür
ürünlerinden biri olan ‘telenovela’lar ülkenin askeri rejimle
yönetildiği zamanlarda bir çeşit modernleşme aracı olarak görülmüş.
Askeri rejimin orta sınıfı yükselttiği yıllarda ucuz televizyonlar
üretilerek ülkenin yoksul kesimlerinin de televizyon ekranıyla
buluşması sağlanmış. Ağırlıklı olarak stüdyolarda çekilen
‘telenovela’larda kadın, aile, aşk ön planda, izleyici olarak hedef
kitle de elbette kadınlar olmuş. Senaryoların çatışmalarında bu
eksene zengin-yoksul karşıtlığı eklenmiş. Ama çoğunlukla
zenginlerin hayatı anlatılıyor ekranda. ‘Telenovela’lar önce
Portekiz’e, daha sonra diğer Latin Amerika ülkelerine ve ABD’deki
Latin izleyicinin takip ettiği kanallara satılıyor, sonra da tüm
dünyaya. Bu sırada Meksika, Arjantin gibi diğer Latin Amerika
ülkeleri de dünyaya dizi satmaya başlıyorlar. Ancak 2000’li yıllara
geldiğimizde bu trend bitiyor.
Bu trendin bitişinde farklı ülkelerde iç üretimin başlaması,
Amerikan dizilerinin yükselişi gibi pek çok farklı etken var. Ancak
bu trendi bitiren esas nokta iç pazarda başlıyor. Brezilya’da
izleyici tekrar eden hikayelerden, dizilerin toplumsal gerçekliği
yansıtmamasından, toplumdaki farklı grupların temsilinin ekranda
olmamasından dolayı ve elbette dijitalleşmeyle birlikte farklı
içeriklere kolay ulaşmaya başlayınca ‘telenovela’ları izlemekten
vazgeçtiğini söylüyor. ‘Telenovela’larda orta sınıf ve yoksul kesim
ile siyahlar yok sayılmış. İşte tam bu zamanlarda bizim dizilerimiz
devreye giriyor. Latin Amerika ülkelerinin ‘telenovela’ olarak
gördüğü yerli dizilerde prodüksiyon kalitesi Latin dizilerine göre
oldukça yüksek, stüdyo ortamı yerine İstanbul ve Türkiye’nin en
güzel görüntüleri var, oyuncular da dünya standartlarında oynuyor.
Üstelik aile gibi ortak bir değerimiz var Latin Amerika
ülkeleriyle. Diziler böylece komşu ülkelerin sınırlarını aşıp Güney
Amerika’ya ulaşıyor. Bu yeni trend sayesinde biliyoruz ki
televizyon ekranında düşük reytingli bir dizi yayınlanmaya devam
ediyorsa yurt dışı satışı yapılmış anlamına geliyor. Dizilerin
maliyeti ülkede son dönemde yaşanan ekonomik kriz içinde iyice
yükselse de döviz ile yurt dışı satışlarından sektör devamlılık
sağlayabiliyor.
Brezilya’da izleyicinin ‘telenovela’lara verdiği tepki
Türkiye’de yerli dizi izleyicisinin genellikle verdiği tepkiye
benzemiyor mu? Bizde neden hep aynı hikayeler anlatılıyor, herkes
mi yalıda/konakta yaşıyor, ekranda neden hep birbirine benzer
temsiller var diye soruyoruz. Böyle hikayelerin de izleyicisi var
elbette, ama onlar çoğunlukla başka ülkelerde yaşıyorlar.
Türkiye’deki total izleyici reklam gelirleri için yeterli olmuyor.
O zaman yurt dışındaki izleyiciye üçe bölünerek döviz ile satılan
diziler ‘muhafazakar aileyi’ ve tekrar eden çatışmaları
anlatıyor.
Bu yazdığım karşılaştırma iki ülkenin geçtiği benzer yolları
anlatıyor. Bizdeki temsiliyet krizlerini kıran diziler yukarıda
saydığım Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar oldu. (Her iki dizinin de
yurt dışı satışının diğer dizilere göre zor olduğunu tahmin ederek
yazıyorum.) Bir Kore uyarlaması olarak Bahar da bıktığımız kadın
temsillerine karşılık bir nefes aldırmıştı. Bu trendin devamını
sağlamak yerine 90’lardan gelen hikayeler ekranda. Yeni başlayacak
dönem dizileri, farklı senaryolar sosyal medyada konuşuluyor. Risk
alan, AB izleyicisine kendini beğendirmeyi hedefleyen diziler
assolist olarak sonradan yayına girecek diye düşünüyorum. Yoksa
sonumuz Brezilya.
Bu arada Brezilya dizi sektörü yeniden ayakta. 217 milyon nüfusu
olan ülkeyi Netflix başta olmak üzere diğer dijital platformlar
önemli bir pazar olarak görüyor. Biz de uzun bir aradan sonra
Avenida Brasil dizisinin uyarlaması Leyla’yı ekranda izliyoruz.
Düşen yeniden ayağa kalkar ama hiç düşmeden devam etmek için
naçizane bir önerim var. Televizyon profesyonelleri televizyon
izlesin. Sadece kendi işlerini değil, sadece dizileri de değil,
televizyon ekranına rengiyle, sesiyle bakılsın. Çünkü sizin
izlemediğinizi biz neden izleyelim? Herkese iyi seyirler
dilerim.