Yerli diziler yerli izleyiciler için mi?

Bu sezon sanki AB izleyicisini daha çok ekran başında tutmak için çaba harcamayalım diyenler geçmişten gelen hikayelerle ekrana dönmüşler. Yeni başlayacak dönem dizileri, farklı senaryolar sosyal medyada konuşuluyor. Risk alan, AB izleyicisine kendini beğendirmeyi hedefleyen diziler assolist olarak sonradan yayına girecek diye düşünüyorum.

Aylin Dağsalgüler aylindagsalguler@gmail.com

Televizyonda yeni sezon başladı. Akşam saatlerinde kanallarda diziler yavaş yavaş yerini buluyor. Şu ana kadar izlediğimiz yeni diziler 1990’ların sonunu hatırlattı. Uzun zaman sonra İstanbul dışına yeniden çıkmaya başlayan hikayelerde büyük konaklar, kalabalık ve zengin aileler ile onlarla çatışan, intikam almaya çalışan yoksul ama onurlu esas kızlar veya esas oğlanlar var. Bu anahtar kelimelerle özetlenen her dizinin potansiyel izleyicisinin ‘total’ izleyici olduğunu az da olsa televizyon izleyen herkes tahmin eder. Oysaki geçtiğimiz yıl televizyon ekranına yeniden dönen AB grubu izleyici vardı. Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar ve Bahar dizileri televizyon ekranından dizi izlemeyen, eğlence içerikleri gibi haberleri de ağırlıkla dijital ekranlardan takip eden izleyiciyi televizyon ekranı başına çekmişti. Bu sosyo-ekonomik gruptaki izleyicinin ilgisiyle televizyon içerikleri daha fazla gündeme geldi. Bu sezon sanki AB izleyicisini daha çok ekran başında tutmak için çaba harcamayalım diyenler geçmişten gelen hikayelerle ekrana dönmüşler. Kanallarda her akşam bir dizi yayına başlayınca ekran karşısında kim var kim yok daha iyi anlaşılacak, bazı dizilerin reytingleri yükselecek, bazılarının düşecek ve birkaçı da bitecek. Reytingi az, bölüm sayısı çok olan bir dizinin yurtdışı satışının iyi olduğunu unutmadan bu hafta sektörün risklerine dair birkaç sözüm var.

Türkiye’nin dizilerle dünyada ihracat şampiyonu olmasından önce sektörün hakimi uzun yıllar Brezilya’ydı. 1970’lerden 1990’lı yıllara kadar neredeyse tüm dünya Brezilya ve Latin Amerika dizileri izledi. Eminim Köle İsaura’yı, Rosalinda’yı ya da Marimar’ı hatırlayanlar vardır. Brezilya’nın önemli popüler kültür ürünlerinden biri olan ‘telenovela’lar ülkenin askeri rejimle yönetildiği zamanlarda bir çeşit modernleşme aracı olarak görülmüş. Askeri rejimin orta sınıfı yükselttiği yıllarda ucuz televizyonlar üretilerek ülkenin yoksul kesimlerinin de televizyon ekranıyla buluşması sağlanmış. Ağırlıklı olarak stüdyolarda çekilen ‘telenovela’larda kadın, aile, aşk ön planda, izleyici olarak hedef kitle de elbette kadınlar olmuş. Senaryoların çatışmalarında bu eksene zengin-yoksul karşıtlığı eklenmiş. Ama çoğunlukla zenginlerin hayatı anlatılıyor ekranda. ‘Telenovela’lar önce Portekiz’e, daha sonra diğer Latin Amerika ülkelerine ve ABD’deki Latin izleyicinin takip ettiği kanallara satılıyor, sonra da tüm dünyaya. Bu sırada Meksika, Arjantin gibi diğer Latin Amerika ülkeleri de dünyaya dizi satmaya başlıyorlar. Ancak 2000’li yıllara geldiğimizde bu trend bitiyor.

Bu trendin bitişinde farklı ülkelerde iç üretimin başlaması, Amerikan dizilerinin yükselişi gibi pek çok farklı etken var. Ancak bu trendi bitiren esas nokta iç pazarda başlıyor. Brezilya’da izleyici tekrar eden hikayelerden, dizilerin toplumsal gerçekliği yansıtmamasından, toplumdaki farklı grupların temsilinin ekranda olmamasından dolayı ve elbette dijitalleşmeyle birlikte farklı içeriklere kolay ulaşmaya başlayınca ‘telenovela’ları izlemekten vazgeçtiğini söylüyor. ‘Telenovela’larda orta sınıf ve yoksul kesim ile siyahlar yok sayılmış. İşte tam bu zamanlarda bizim dizilerimiz devreye giriyor. Latin Amerika ülkelerinin ‘telenovela’ olarak gördüğü yerli dizilerde prodüksiyon kalitesi Latin dizilerine göre oldukça yüksek, stüdyo ortamı yerine İstanbul ve Türkiye’nin en güzel görüntüleri var, oyuncular da dünya standartlarında oynuyor. Üstelik aile gibi ortak bir değerimiz var Latin Amerika ülkeleriyle. Diziler böylece komşu ülkelerin sınırlarını aşıp Güney Amerika’ya ulaşıyor. Bu yeni trend sayesinde biliyoruz ki televizyon ekranında düşük reytingli bir dizi yayınlanmaya devam ediyorsa yurt dışı satışı yapılmış anlamına geliyor. Dizilerin maliyeti ülkede son dönemde yaşanan ekonomik kriz içinde iyice yükselse de döviz ile yurt dışı satışlarından sektör devamlılık sağlayabiliyor.

Brezilya’da izleyicinin ‘telenovela’lara verdiği tepki Türkiye’de yerli dizi izleyicisinin genellikle verdiği tepkiye benzemiyor mu? Bizde neden hep aynı hikayeler anlatılıyor, herkes mi yalıda/konakta yaşıyor, ekranda neden hep birbirine benzer temsiller var diye soruyoruz. Böyle hikayelerin de izleyicisi var elbette, ama onlar çoğunlukla başka ülkelerde yaşıyorlar. Türkiye’deki total izleyici reklam gelirleri için yeterli olmuyor. O zaman yurt dışındaki izleyiciye üçe bölünerek döviz ile satılan diziler ‘muhafazakar aileyi’ ve tekrar eden çatışmaları anlatıyor.

Bu yazdığım karşılaştırma iki ülkenin geçtiği benzer yolları anlatıyor. Bizdeki temsiliyet krizlerini kıran diziler yukarıda saydığım Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar oldu. (Her iki dizinin de yurt dışı satışının diğer dizilere göre zor olduğunu tahmin ederek yazıyorum.) Bir Kore uyarlaması olarak Bahar da bıktığımız kadın temsillerine karşılık bir nefes aldırmıştı. Bu trendin devamını sağlamak yerine 90’lardan gelen hikayeler ekranda. Yeni başlayacak dönem dizileri, farklı senaryolar sosyal medyada konuşuluyor. Risk alan, AB izleyicisine kendini beğendirmeyi hedefleyen diziler assolist olarak sonradan yayına girecek diye düşünüyorum. Yoksa sonumuz Brezilya.

Bu arada Brezilya dizi sektörü yeniden ayakta. 217 milyon nüfusu olan ülkeyi Netflix başta olmak üzere diğer dijital platformlar önemli bir pazar olarak görüyor. Biz de uzun bir aradan sonra Avenida Brasil dizisinin uyarlaması Leyla’yı ekranda izliyoruz. Düşen yeniden ayağa kalkar ama hiç düşmeden devam etmek için naçizane bir önerim var. Televizyon profesyonelleri televizyon izlesin. Sadece kendi işlerini değil, sadece dizileri de değil, televizyon ekranına rengiyle, sesiyle bakılsın. Çünkü sizin izlemediğinizi biz neden izleyelim? Herkese iyi seyirler dilerim.

Tüm yazılarını göster