Yerli ve milli hükümetin Alman avukatı

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Muharrem Özen yerli ve milli hukukçu, avukat yetiştirme konusunda o kadar çabaya girişmiş, fakültede sadece “yerli ve milli öğrenci topluluklarını destekler, yerli ve milli kılıç teslim törenlerine izin verir, yerli ve milli ramazan yemekleri düzenlerken bakıyoruz ki hükümeti bir Alman avukat savunuyor.

Dinçer Demirkent dincerdemirkent@gmail.com

Bir süredir aklımda olan bir soru var: “Devlet telefon açar mı?” Elbette bu soruyu doğuran, benim de başıma gelen ve gittikçe artan şekilde duyduğum bir telefon trafiği. Sorunun bağlamı devlet dediğimiz kurumun en önemli özelliği yazı. Devlet sözle değil yazıyla iş görür çünkü, bunun da özel bir önemi, anlamı var. Bazı dönemlerde daha da fazla önem kazanıyor. Bunu devlet ajanlarının yazı yazmaktan korkmasından anlıyoruz.

Basit bir örnek söyleyeyim. Hiçbir hukuki varlık, hiçbir onarım sağlamayan OHAL komisyonunun kurum görüşlerine dayanarak verdiği kararlar var. Peki kurum görüşleri nasıl oluşuyor? Örneğin Ankara Üniversite Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, X hakkında iltisaklı, irtibatlı kanaatini YÖK’e bildirirken ne diyecek? İktidara yakın vakıflarla, iktidara yakın sermaye ile bizzat parti ile kurduğu yakın ilişkiler varken onun kanaatinin böyle bir meselede nasıl bir değeri olabilir. Ama soru bu değil. Bu kanaat nasıl oluşuyor sorusu “yazı” bakımından benim daha çok ilgilimi çekiyor. Süreç aşağı yukarı şöyle: Devlet kurumları diğer devlet kurumlarına yazı yazıyor. Örneğin savcılığa X kişisini soruyor. Savcılık da diyor ki bu kişi hakkında herhangi bir kayıt yok. Sonra örneğin emniyete, MİT’e soruyor. MİT de milyonlarca kişiyi fişlediği gibi fişlediği bu kişi hakkında bir belge gönderiyor. Örneğin diyor ki bu kişi elli sendikal protestoda görülmüş, 20 yıl önce öğrenciliğinde dernek faaliyetleri yapmış, bir de amcasının torunu şu örgüt, halasının eşi şu örgüt sempatizanıymış, babasının alışveriş yaptığı bakkal da yirmi beş yıl önce şu örgütten mahkum olmuş ve buna benzer şeyler. Fakat belgeyi gönderen MİT diyor ki istediniz gönderdim fakat bu belge çok gizlidir, okuduktan sonra yok edin. Harika bir kanaat oluşturma. Bunu okuyan ibişler ne yapsın, tabii zaten olgun olan kanaatler pekişiyor, komisyona bildiriliveriyor. Ama elbette bir şüphe ile. Sonuçta üniversite okumuş, koca koca profesör bile olmuş insanlar ya da bir kurumun üst düzey bürokratları bunlar. Diyorlar ki MİT hem bunu gönderip kanaatimizi belirliyor, hem de bu belgeyi kullanamazsınız, yok edin diyor. Bunda bir bit yeniği olmasın. Şüphe gelip geçiyor, amaaan diyor bürokrat ya da profesör, “Türkiye’de devlet ajanlarınca gerçekleştirilen hukuksuzluk ne zaman cezalandırıldı, 12 Eylül darbecileri bile devlet töreni ile uğurlandı bu ülkede, aileleri hâlâ cumhurbaşkanı maaşı alıyor, itibarları yerinde. Bana ne olacak?” Onca insanın hayatını karartırken kendine karşı duyduğu şüphe yaptığının içeriğine ilişkin değil, kendi geleceğine ilişkin. Bu şüphenin kaynağı da bir yazıyla OHAL dönemine ilişkin uygulamalar bağlamındaki cezasızlık kayıtlarıyla ortadan kaldırılmadı mı zaten. Neden endişelensin?

Fakat endişe artıyor. Vicdanlarının ya da hukukun üstünlüğüne inanmaktan kaynaklı olarak değil tabii. Gidişatı gördükleri için. En akıllılarında önce. Devlet artık yazıdan önce telefon açıyor, arkasında mümkün olduğu kadar az arşiv bırakmaya çalışıyor, yazılar imzalanmak istenmiyor. Telefonlar arttıkça hukuksuzluğun boyutlarını da anlıyoruz.

YERLİ VE MİLLİ KORKU VE LİYAKATSİZLİK

Düşünün, yerli ve milli otomobil denilen zırvayı bininci kez ülkenin ilerlemesinin göstergesiymiş gibi sunan, kimsenin okumadığı saçma sapan dergilerde akademisyenlere zorla yazı yazdırarak “ranking”lere girmeye çalışan bununla da çok övünen üniversitelerin hukuk fakülteleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin önüne çıkıp devleti savunacak bir tek hukukçu yetiştirememiş. Türk hukukunu muhtemelen Türklerden daha iyi bildiklerini düşündükleri bir Alman hukukçuya, Demirtaş davasında hükümeti savunduruyorlar. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Muharrem Özen yerli ve milli hukukçu, avukat yetiştirme konusunda o kadar çabaya girişmiş, fakültede sadece “yerli ve milli öğrenci topluluklarını destekler, yerli ve milli kılıç teslim törenlerine izin verir, yerli ve milli ramazan yemekleri düzenlerken, arada bu grupların yerli ve milli şiddet gösterilerine silah tutkularına izin verirken bakıyoruz ki hükümeti bir Alman avukat savunuyor. Demirtaş’ın avukatları ise aynı üniversitede İnsan Hakları Merkezi müdürlüğü yapmış, görevdeyken merkez kapatılmış, hiçbir akademik faaliyetine “izin” verilmemiş yerli ve milli “Kerem Altıparmak”. Avrupa’nın en önemli insan hakları hukukçularından Hertie School Temel Haklar Merkezi Müdürü Başak Çalı, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden faili meçhullere Türkiye’de birçok kritik, temel sorunundaki davalarda adlarını duyduğumuz, Mahsuni Karaman, Benan Molu, Ramazan Demir ve Aygül Demirtaş. Bu “yer”in sorunları ile uğraşan, bu “yer”in insanlarının haklarını savunan, bunu evrensel ölçülerde yapma kapasitesine sahip ve hiçbir kılıç teslim törenine katılmadığını söyleyebileceğim hukukçular. Davayı izleyenler, meseleyi daha iyi anlayacaklar.

HUKUK İŞLEMEYE BAŞLADIĞI ZAMAN

Benzer bir durumu AİHM’ye hakim gönderirken de yaşadı hükümet. Mahkemeye, gerekli şartları taşıyan bir hakim listesini üç defa sunamadı. Gerekli şartlar bir takım nesnel şartlardı, yani hükümet hem “yerli ve milli” hem de bu şartları taşıyan birini bir türlü bulamadı.

Evet telefonların nedeni buna da bağlı biraz. Korku boyutunun yanına eklenmiş liyakatsiz kadrolar; devleti şahsi malı, yurttaşı da tebaası olarak yapılandırmaya çalışan rejimin yerli ve milli üretimi. Yani yazı yazmaktan korkmanın etkisi olduğu kadar, yazı yazmayı bilmemenin de etkisi var.

Kurumsuzlaşma ve kişiselleşme ile kol kola gitti yıllarca. Onca yolsuzluğun, onca zulmün, görevi kötüye kullanmanın koşulu buydu. Her düzeyde reisleşme. Bugün her yerinden su sızdıran mekanizmanın su bekçileri kendilerini savunacak bir Alman da bulamayabilirler hukuk işlemeye başladığı zaman.

Tüm yazılarını göster