Yerli ve milli OHAL: Fransız gibi başlanır, Türk gibi sürdürülür

Fransa'nın bir yıllık OHAL'de yaptığı gözaltı, tutuklama sayısını Türkiye üç aydan kısa bir sürede en az 5-10 bine katladı. Fransa'da tek bir TV kanalı, gazete, radyo kapatılmadı. Türkiye'de 'darbeye karşı' başlayan 'yerli ve milli' olağanüstü hâl, 'demokrasiye karşı' tüm hızıyla sürüyor.

Celal Başlangıç baslangiccelal@gmail.com
Olağanüstü hâlin altıncı ayında Paris'te. 1 Mayıs 2016. (Fotoğraf: Celal Başlangıç)

Paris'in Bastille Alanı'nda marşlar, şarkılar yükseliyor, halaylar çekiliyor, türküler söyleniyor.

Türkiyeli, Kürdistanlı, Cezayirli sol, sosyalist gruplar bir yandan gazetelerini, bildirilerini dağıtıyorlar, diğer yandan mangallar üzerinde etlerini pişirip satıyorlar.

Daha Fransız sendikalar, sosyalist, komünist partiler girmemişti alana. Herkesin ortak kanısı "Son dakika gelirler ama kalabalık gelirler. Çünkü çok örgütlüdürler" yönündeydi.

Uzun süredir Fransa'da işçi sendikaları, sosyalist ve komünist partiler, hele de özellikle liseli, üniversiteli gençler ülkenin dört bir yanında ayaktaydı. Haftalardır, sabahlara kadar eylem yapıyorlardı. Fransız Hükümeti'nin hazırladığı "Çalışma Yasa Tasarısı" bütün ülkede protestolarla karşılanmıştı.

Daha iki gün önce 500 bin kişi sokaklara dökülmüştü. Olaylarda 78 polis yaralanmış, 214 kişi gözaltına alınmıştı.

O gün 2016'nın 1 Mayıs'ıydı, Bastille'e akın akın işçiler, sosyalistler, komünistler, anarşistler kortejleriyle, pankartlarıyla geliyordu ancak ne yollar trafiğe kapatılmıştı, ne arama noktaları vardı, ne de ortada zırhlı araçlar, polisler, özel harekatçılar... Sadece görünen trafik polisleriydi. Bir süre sonra anlaşılacaktı ortalıkta sembolik sayıda görünen "Robocoplar", gözlerden çok uzak noktalarda konuşlanmıştı.

Aslına bakarsanız bunların yaşandığı Fransa'da altı aydan fazla bir süredir Olağanüstü Hal vardı.

Ancak OHAL'e rağmen bütün bu protesto eylemleri yapılabiliyordu. Çünkü Fransa'da OHAL, kitle eylemlerini ortadan kaldırmak, toplantı ve gösterileri engellemek için değil, kendi yurttaşlarını radikal dincilerin saldırılarına karşı korumak amacıyla ilan edilmişti ve o sınırın dahilinde de duruyordu.

Paris'teki 1 Mayıs'a katılırken aklımız, gözümüz, kulağımız Türkiye'deydi. Kötü haberler geliyordu Türkiye'den. Gaziantep'te 1 Mayıs mitingi öncesi IŞİD bombalı saldırı yapmıştı Gaziantep Emniyeti'ne. İki polis ölmüştü. Bakırköy'deki alana girenler üç kez aranıyordu. Bazı noktalarda pankartlara el konuluyor, gerginlikler yaşanıyor, polis biber gazı sıkıyordu göstericilere. Hatta Amedspor'un pankartı bile sokulmamıştı alana. HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ'ın sesi yükseliyordu İstanbul'dan:

"İnsanların alana tek tip girmesini istiyorlar. Böyle faşist bir anlayış olmaz. Alana giriş noktası daracık bir koridor ve her taraf polis bariyerleriyle kapatılmış durumda. Eğer o anda kitle soğuk kanlılığını korumasaydı belki şu anda ölüm haberlerini veriyor olacaktınız."

Paris'teyse değil pankartlara bakmak, kimsenin üstü bile aranmıyordu. Ne de olsa Türkiye'de "olağan" hal vardı, Paris'te ise Olağanüstü Hal hüküm sürüyordu.

Ben de o gün bir "olağan" Türkiye'nin, bir de "olağanüstü hal"deki Fransa'nın haline bakıp bir yazı göndermiştim haberdar.com'a:

"Paris usulü Olağanüstü Hal istiyorum!"

BU FRANSIZLAR BİR OHAL'İ BECEREMEMİŞLER!

Çok değil, bu başlığı attığım yazının üzerinden üç ay bile geçmeden Türkiye kendini Olağanüstü Hal'de buldu. Keşke daha hayırlı birşey dileseymişim!

Bugün artık Fransa'daki OHAL'in bir yılı doldurmasına az bir zaman kaldı. Türkiye'deyse üçüncü ayını tamamlayacak.

Ancak yaşanılan sürece bakacak olursak, bu Fransızlar pek OHAL işinden anlamıyor.

Zaten işi baştan sakat yapmışlar. Yürütme organını Ulusal Meclis ve Senato denetliyormuş. Anayasa ile görevlendirilen "Hukukun Koruyucusu" kurumu bireylerin yasal haklarının ihlalini engellemek için çalışıyormuş.

Hükümetin OHAL'de, tehlike yaratabileceğini düşündüğü kişileri mahkeme emri olmaksızın ev hapsine alma yetkisi varmış. Sekiz ayda Fransız Hükümeti 554 kişiye ev hapsi vermiş, bu ev hapsinden 200'ü temyiz edilmiş.

Kasım 2015'te Fransa'da OHAL yeni ilan edilmiş. Paris'in 'ressamlar tepesi' olarak anılan Montmartre'de sanatçılar ve tam teçhizatlı askerler bir arada.

Fransa'daki OHAL uygulamasına göre mahkeme kararı olmaksızın tüm yurttaşlar dört saat (40 değil yalnızca dört) gözaltında tutulabiliyormuş. Sekiz aylık OHAL'de bu yetki 3 bin 594 kişiye uygulanmış. Bunlardan 420'si sorgulanmış. 67'si mahkemeye çıkarılmış. 58'i de hüküm giymiş.

Fransa'da uygulanan OHAL'de yürütmenin tüm gösterileri iptal etme yetkisi bulunmuyormuş.  Yürütme organları ancak 'kişilerin güvenliğini sağlayamayacağı' kesinleştiğinde kortejleri, yürüyüşleri veya kamu alanlarında toplanmayı iptal edebiliyor.

Ancak Fransa'daki OHAL, ulusal güvenliği tehdit eden kişiler dahil kimsenin herhangi bir alıkoyma merkezinde tutulmasına izin vermiyormuş. Hatta Başbakan Valis, böyle bir uygulamanın "Guantanamo'nun Fransız usulü" olacağını söyleyerek öneriye karşı çıkmış.

(Kaynak: Fransa'da denetimli OHAL uygulanıyor / Gökhan Ayalp / Milliyet / 22.07.2016)

Bu Fransızlar OHAL bile uygulayacak kadar milli ve yerli değillermiş meğer.

AKP iktidarının çeşitli koalisyon ortaklarına yakınlığıyla bilinen yazar Fehmi Koru da kendi blokunda geçen gün yer verdiği yazısında bu beceriksizliklerini tesbit etmişti Fransızların:

"İşten atmalar, kitlesel gözaltı ve tutuklamalar, mal ve mülke el koymalar, şirketlere kayyum atamalar... Bunları yapma yetkisi vermiyor OHAL orada..."

OHAL ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR

Türkiye de aynen Fransa gibi başlamıştı Olağanüstü Hal uygulamasına.

Başbakan Binali Yıldırım daha OHAL ilan edildiği gün "Alınan bu karar halkımızın gündelik hayatına yönelik olmayıp devletin mekanizmalarının düzenli ve  hızlı işleyişine yöneliktir" diyor, sonra da  ekliyordu:

"Biz OHAL'i vatandaşa ilan etmedik, OHAL'i kendimize ilan ettik."

Başbakan her şeyi söylemiş aslında biz yanlış anlamışız.

Sağ olsaydı, rahmetli Necmettin Erbakan'ın sesini duyar gibi olurduk:

"Sizi gidi kendine OHAL'ciler sizi."

Öyle ya, bir de kendilerine değil de "vatandaşa ilan etselermiş" bu hali kim bilir neler olurdu.

Daha OHAL'de üç ay dolmadan 70 binden fazla gözaltı, 32 bini aşkın tutuklama...

Başarısız darbe girişimi öncesi 40 kadar olan cezaevindeki gazeteci sayısı 100'ü aştı.

İçlerinde subayların, generallerin, öğretmenlerin, yargıçların, savcıların, polislerin olduğu 100 bine yakın kamu personeli görevden uzaklaştırıldı, 60 bine yakını memuriyetten çıkartıldı.

Devlet ve vakıf üniversitelerinden; dört binden fazla akademisyen görevden uzaklaştırıldı, iki binden fazlası meslekten ihraç edildi.

KHK'ler kapsamında FETÖ'ye ait olduğu düşünülen 35 sağlık kuruluşu, 1061 öğretim kuruluşu, 800 yurt, 223 kurs etüd merkezi, 129 vakıf, 1125 dernek, 15 üniversite, 19 sendika, 28 televizyon kanalı, 47 gazete, 35 radyo, 26 yayınevi, üç haber ajansı kapatıldı.

Yüzlerce holdinge ve şirkete kayyum atandı, bir o kadar işadamının mal varlıklarına el konuldu KHK'ların verdiği yetkiyle.

30'dan fazla yerel yönetime kayyum atandı.

Gözaltındaki, cezaevindeki işkence iddialarını, intiharları, şüpheli intiharları, 30 güne varan gözaltıları, 10 günü aşan avukat görüşme yasaklarını saymayalım.

İşin ilginci başarısız darbe girişimi sonrasında önce "FETÖ zanlılarına" yönelik gözaltı, tutuklama, kayyum atama, görevden uzaklaştırma uygulamaları; gazete, televizyon, radyo kapatmalar;  OHAL'in gerekçesini aşarak çok kısa bir süre sonra; ilericilere, demokratlara, emekçilere, kürtlere, alevilere, hatta fazla abartılı olmazsa çocuklara ve Anadolu türkülerine bile yöneldi.

Fransa'daki OHAL uygulamasıyla Türkiye'deki arasında bu kadar vahim farklı sonuçlar olsa da  Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş OHAL'in ilan edildiği 21 Temmuz günü tam bir Fransız asilzadesiydi sanki:

"OHAL'i 40-45 gün içinde kaldırmayı planlıyoruz."

Neyse ki bu Fransızların bir yılda adam gibi hakkını veremediği OHAL konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli ve milli bir tavır koydu da herkes duruma Fransız kalmaktan kurtuldu:

"Fransa'da bir yıl Olağanüstü Hal uygulandı. Dünyadan kimse Fransa'ya 'Ya siz niye bir yıl OHAL ilan ettiniz' diyor mu?"

Oysa Türkiye'deki üç aydan kısa süren OHAL uygulamalarına bakınca, dünyada kimsenin Fransa'ya neden birşey diyemediği anlaşılıyordu.

Fransa'daki OHAL içte ve dışta yoğun eleştirilere uğruyor elbette. Herhalde onlar da mazeret olarak "Bir de siz Türkiye'ye bakın" karşılığını veriyorlardır!

Gerçi Fransa'nın yaklaşık bir yıllık OHAL sürecinde "becerebildikleri", Türkiye'nin daha üç ay dolmadan yapabildiklerinin binlerce, hatta bazı alanlarda on binlerce kat gerisinde kalmıştı. Ama yine de bu skor bile Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yetersiz gelmiş, OHAL süresini daha da uzatmak istiyordu:

"Belki 12 ay da yetmeyecek."

Kasım 2015, yeni ilan edilen OHAL'de Paris'in Republique meydanı.

Belli ki Erdoğan "OHAL" ve "bir yıl" etiketi altında Türkiye'yle Fransa'yı aynı marka liginde  göstermek istiyor. O zaman da iki ülkedeki verilere bakıp aradaki farkı ayrıntılamak gerekiyor; Fransa'daki OHAL'se, Türkiye'deki ne hal ya da ne fena hal!

Herhalde Fransa'daki batı tipi OHAL, Türkiye'deki "yerli ve milli" OHAL.

Fransa'daki OHAL'in bir yıla yakın uygulamalarıyla Türkiye'deki OHAL'in üç ayı bulmayan uygulamaları arasındaki açık ara farka rağmen birileri çıkıp "İyi ama Türkiye'de başarısız bir darbe girişimi oldu, ondan sonra darbeyle mücadele için yapıldı bunlar" diyecek olursa sormak lazım:

"Başarısız dediğin darbe bu mu? Ya başarılı olsaydı, mahvolmuştuk. Allah bizi korumuş! Ama şu anda yapılan darbeyle mücadeleden çok demokrasiyle mücadeleye benziyor!"

Elbette bu darbenin "başarısızlığı" da tartışılır. Görünürde darbe kesinlikle başarıya ulaşmış. Yalnız ilk bakışta başlayanla bitiren aynı kişi değilmiş gibi görünüyor. Biraz daha yakından bakınca da sanki gözlerimizin önünde bir bayrak yarışı yapıldı, darbeye başlayanlar 15 Temmuz gecesi elindeki bayrağı başka bir takım arkadaşlarına devretti, şimdi onlar da finişe doğru koşuyor.

Şimdi Fransa'da bir yıllık, Türkiye'de neredeyse üç aylık OHAL'leri karşılaştırınca Avrupa'da özdeyişe dönüşen bir sözü yeniden gözden geçirmek gerekecek galiba.

Belli ki Almanlar 1960'lardan sonra ülkelerine gelen Türklere bakıp bakıp, başarılı bir iş çıkarmak için kararlarını vermişler:

"Türk gibi başla, Alman gibi bitir..."

Elbette bunun tersi olan durum kesin başarısızlık; "Alman gibi başlayıp Türk gibi bitirmek..."

Herhalde bu memlekette "Alman gibi başlayıp Türk gibi bitirmek" başarısızlıkla sonuçlandığı için belli ki AKP iktidarının kurmayları "milli ve yerli OHAL" modeli geliştirmek için yeni bir yöntem bulmuşlar:

"Fransız gibi başlayıp, Türk gibi sürdürmek..."

Görünen o ki ülkedeki tüm kurumlar, tüm insanlar an itibariyle binmiş "olağanüstü bir alamete", gidiyor "olağanüstü bir kıyamete!..."

Çok sıkışırsanız patlatırsınız bir Kanun Hükmünde Kararname, zıplarız hepimiz çağdaş uygarlık düzeyine!

Tüm yazılarını göster