Bu yazı yerli ideoloji fikrine karşı yazılmıştır. En baştan belirtmek istedim. Böylece bu fikri tartışmasız kabul edenler, bu fikrin yanlışlığıyla yüzleşmeye hazır olmayanlar yazıyı okumayı burada bırakabilirler. Biz diğerleriyle yola devam edebiliriz.
Benim gençliğimde yerli olan ve olmayan ideolojiler diye bir ayrımın olduğunu pek hatırlamıyorum. Yani ideolojiler arasındaki rekabet, mücadele sertçe olmasına rağmen bugünkünden daha mertçe vuku buluyordu. Sağcılıkla solculuk, milliyetçilikle sosyalizm, liberalizmle komünizm arasında hiçbir zaman eşit, hakkaniyetli bir rekabet olmadı bu topraklarda ama en azından mücadele aynı zeminde gerçekleşiyordu.
Ama sözde yerli olan ideolojilerle güya yerli olmayan ideolojiler ayrımı ortaya çıktığından beri artık bu kadarı bile mümkün değil. Çünkü artık bu topraklarda, bu topraklara ait olan ideolojilerle, bu topraklara ait olmayan ideolojiler arasında bir mücadeleden söz ediliyor. Dolayısıyla bu topraklara ait olmayan ideolojilerin, bu topraklardaki şansı giderek daha da azalıyor.
Bu konuda öncelikle şunu belirtmek isterim: Yerli ideoloji/Yerli olmayan ideoloji ayrımı benim hayatımda duyduğum en büyük saçmalıklardan biri olabilir. Çünkü bütün modern siyasî ideolojilerin anavatanı Avrupa tarihidir. Bu konuda muhafazakârlık, milliyetçilik, liberalizm, sosyalizm, komünizm, anarşizm, faşizm arasında hiçbir fark yoktur. Bütün bu ideolojiler Avrupa’da modernliğin inşası sürecinde ortaya çıkmış ve oradan da dünyanın geri kalanına yayılmıştır. Osmanlı-Türkiye tecrübesi de bunun bir istisnası değildir.
Genelde iddia edildiğinin ya da sanıldığının aksine bugün Türkiye’de esamisi okunan ideolojilerin hepsi batıdan gelmiştir. Avrupa Türkiye’nin batısında yer almaktadır. Hatta Türkiye’nin yaklaşık yüzde 3’ü zaten Avrupa’da bulunmaktadır. Yani kökü dışarda olmak sadece sosyalizmin, komünizmin, liberalizmin kaderi değildir. Aynı zamanda muhafazakârlık ve milliyetçilik de Türkiye’ye batıdan gelmiştir. Başka bir açıdan muhafazakârlık ve milliyetçilik birer Anadolu ideolojisi, diğerleri ise birer Trakya ideolojisi de değildir.
Türkiye’nin özellikle muhafazakârlarına ve milliyetçilerine bunu anlatabilmek gerçekten çok zor olabilir. Ama bu maalesef bu kadar basit bir gerçektir. Osmanlı-Türkiye tecrübesi ulus fikrini de, bir kurum olarak ulus-devlet’i de yerli olarak üretmedi. Bunlar bu topraklara batıdan gelen fikirlerden, kavramlardan, kurumlardan en önemlileridir. Başka bir deyişle, bütün ideolojiler bu topraklara modernleşme paketi içinde gelmişlerdir. Bu nedenle milliyetçiliğin yerli olması tarihsel olarak mümkün değildir. Hatta Türk milliyetçiliğinin Osmanlı geleneğindeki en gecikmiş milliyetçiliklerden biri olduğu bile söylenebilir. Aynı şey muhafazakârlık için de geçerlidir. Muhafazakârlık da Türkiye’ye batıdan gelmiştir. Ancak muhafazakârlıkla ilgili olarak pek ayrıntıya girmek istemiyorum bu yazıda. Çünkü bu konudaki düşüncelerimi başka bir yazıya saklıyorum.
Avrupa’da ortaya çıkmış ve oradan bütün dünyaya yayılmış ideolojileri zaten saydım. Bunların yerli ya da yabancı olmalarından söz etmenin saçmalığı konusunda ikna olmuş olabilirsiniz. Ama konu örneğin İslamcılığa (İslamizm) geldiğinde belki kafanız biraz karışıyor olabilir. Yani İslamcılığın Müslüman toplumlara özgü bir ideoloji olduğunu, dolayısıyla da bu toplumlarda İslamcılık için yerlilik iddiası hâlâ mantıklı gözüküyor olabilir. Ama maalesef bence bu da doğru değil. Müslüman toplumlar için İslam’ın yerliliğinden elbette söz edilebilir. Ama onun bir ideolojiye dönüşmüş hali olan İslamcılık için aynı şey geçerli değildir. İslamcılık Müslüman toplumların modernlikle karşı karşıya geldiklerinde verdikleri aslında gayet Avrupai, hatta alafranga bir tepkidir. İslamcılık, adı üzerinde bir dini inancın ideolojiye dönüşmesidir. Ve dünyaya ideolojilerin penceresinden bakmak ilk kez Avrupa’da icat edilmiştir. İdeoloji fikrinin bizatihi kendisi Avrupai’dir, alafrangadır.
Geç de olsa vakıf olduğum post-kolonyal kuramlar bu paradoksun altını önemle çizerler. Avrupa’nın kendi dışına doğru genişlerken her yerde kendi ulus-devlet klonlarını nasıl ürettiğini veya buna direnmeye çalışan yerelliklerin nasıl Avrupa ulus-devlet modeline göre yapılandıklarını çok güzel anlatırlar. Yeni yeni keşfettiğim Karatani ulus-devlet’in özellikle dışarıdan olan yönüne, yani bir bakıma uluslararasılığına çok dikkat çeker. Bu kadar uluslararası olan bir şey nasıl aynı zamanda yerli olabilir?
Bu topraklarda Apple, Twitter, Facebook, Samsung vb. ne kadar yerliyse, ulus fikri de, ulus-devlet kurumu da ve bu çerçevede yerliliği iddia edilen milliyetçilik ve muhafazakârlık da ancak o kadar yerlidir. Aslında tuhaf olan bu markalara, bu kavramlara, bu kurumlara, bu ideolojilere yerli ya da değil diye bakmaktır. Bütün eleştiri haklarımızı saklı tutarak bütün bunlara bizim de dâhil olduğumuz, bizim dışımızda olmayan, oluşmasında bizim de payımızın olduğu bir dünyanın birer parçası olarak bakabilmektir artık normal olan.
Uzun lafın kısası bütün ideolojiler yersizdir. Bu konuda Türkiye’de maalesef çok yaygın olan bazı sayıltıların yersiz oldukları gibi.