Yeryüzünün Lanetlileri ya da esirler dünyası

Fanon’un dünyaya miras bıraktığı son kitabı 'Yeryüzünün Lanetlileri', sömürgeciliği farklı açılardan ele alır, yalnızca siyasi ve askeri bir analiz değil, kültürel bir analiz de sunar. Kitabın omurgasını Fanon’un Cezayir’de psikiyatr olarak çalıştığı dönemdeki vakalar üzerinden tanıklıkları ve analizleri oluşturur.

Abone ol

Düşünceleri, on yıllardan beri geniş coğrafyaları etkileyen Frantz Fanon, 20 Temmuz 1925’te, Fransa sömürgesi Martinik adasının Fort-de-France şehrinde dünyaya geldi. 36 yaşında öldüğünde adı İbrahim Fanon idi. Martinik’te yaşayan ufak bir azınlığın gidebileceği iyi Fransız okullarından birinde öğrenim gördü. Victor-Schoelcher Lisesi’nde, Léopold Sédar Senghor ile birlikte Négritude akımının iki öncüsünden biri olan, edebiyatçı ve siyasetçi Aimé Césaire’in öğrencisi oldu. Söz konusu Négritude akımı, Afrikalı olmanın aşağılanma değil tersine gurur kaynağı olduğunu vurgulayan edebi bir hareketti ve birçok düşünürü derinden etkiledi.

Kendisini Afrikalı ve Martinikli'den çok Fransız hisseden Fanon, Almanya’nın Fransa’yı işgal etmesiyle birlikte orduya yazıldı. Burjuva ailesinin sağladığı koruma kalkanı nedeniyle Martinik’te pek rastlamadığı ırkçılıkla Fransa’da askerken tanıştı ve düşünceleri orada değişmeye başladı. Martinik adasına döndüğünde yerel seçimlerde Fransa Komünist Partisi adına adaylığını koyan öğretmeni Césaire’in kampanyasında görev aldı. (Césaire, daha sonra uzun süre milletvekilliği de yapacaktır.)

Fanon, 1947’de Fransa’nın Lyon şehrinde tıp eğitimine başladı. 1951 yılında, okuldan psikiyatr olarak mezun olduğunda, ırkçılık, Afrikalılık ve sömürgeleştirme üzerine düşünen ve yazan bir düşünürdü artık. Martiniklilerin Fransız sömürgeciye karşı hissettiği aşağılık kompleksi ve bunun sonucunda sömürgecinin dilini ve kültürünü benimsemeleri üzerine hazırladığı bitirme tezini 1952’de 'Siyah Deri, Beyaz Maskeler' (Peau Noire, Masques Blancs) adıyla kitap olarak yayımladı.

Siyah Deri, Beyaz Maskeler, Frantz Fanon, 192 syf., Metis Yayıncılık, 2020.

1953 yılında yine bir Fransız sömürgesi olan Cezayir’e yerleşerek, Blida şehrindeki Blida-Joinville Hastanesi’nde başhekim olarak çalışmaya başladı. Cezayir’in bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, Fanon’a bir saygı duruşu olarak hastaneye Blida - Frantz Fanon Hastanesi adı verilecekti. Fanon, 1953 yılında başlayan Fransa-Cezayir Savaşı'nda Cezayirlilerin safını tuttu ve FLN yani Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi içinde örgütlendi. Bir yıl geçmeden hastanedeki görevinden istifa etti, kısa bir süre sonra da, 1957’de, Cezayir’den sınır dışı edilip FLN’nin etkin olduğu Tunus’a yerleşti. Orada FLN militanlarının tedavisini üstlendiği yeraltında bir hayat sürdü. 1958 yılında Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti adına diplomatik ilişkiler kurmak amacıyla büyükelçi ilan edildi ve Afrika’nın birçok ülkesini bu vasıfla ziyaret etti.

1960 yılında lösemi olduğu ortaya çıktı. Tedavi için Moskova’ya gitti ancak sonuç alamadı. Yaşamından ümidini kesmeye başladıktan sonra Tunus’a geri döndü ve üç ay gibi kısa bir sürede 'Yeryüzünün Lanetlileri' kitabını yazdı. Bu sırada son bir ümitle, tedavi için ABD’ye, Washington DC’ye gitti. Yaşamının son günlerinde kitabının basılmış halini eline aldı ve üç gün sonra hayata veda etti. Maalesef, 1962’de ilan edilen Cezayir’in bağımsızlığına tanık olamadı ama Fransa’nın iç güvenliğine tehdit oluşturduğu bahanesiyle kitabının tüm ülkede toplattırıldığını da neyse ki, göremedi.

BİYOLOJİNİN IRKÇILIĞINA KARŞI MARKSİZM'İN TOPLUMSALLIĞI

Fanon’un dünyaya miras bıraktığı son kitabının başlığı, kitabı Fransızca okuyanlar için çok tanıdık bir referans içeriyor. 'Yeryüzünün Lanetlileri'nin orijinal adı olan 'Les Damnés de la Terre', Eugène Pottier’nin 1871’de kaleme aldığı ve Enternasyonal olarak bildiğimiz marşın ilk satırlarından başka bir şey değil. Türkçe’ye “Uyan, esirler dünyası” olarak tercüme edilen “Debout, les damnés de la terre” dizesi aslında Pottier’nin şiirinin son dizesidir.

Yeryüzünün Lanetlileri, Frantsz Fanon, 314 syf., Versus Yayınları, 2007

'Yeryüzünün Lanetlileri', sömürgeciliği farklı açılardan ele alır, yalnızca siyasi ve askeri bir analiz değil, kültürel bir analiz de sunar. Kitabın omurgasını Fanon’un Cezayir’de psikiyatr olarak çalıştığı dönemdeki vakalar üzerinden tanıklıkları ve analizleri oluşturur. Kolonyal psikiyatrinin temellerini oluşturan ırkçı ve primitivist teorileriyle tanınan psikiyatr Antoine Porot’nun yerine Blida-Joinville Hastanesi'ne başhekim olarak atanan Fanon, hastanedeki şiddeti ve hatta vahşeti düzeltmek için büyük emek sarf etti.

Porot, Cezayirlilere ve Avrupalılara farklı “tedavi türleri” uyguluyordu. Elektroşok ve beyinden parça alma, insülin komasına sokma gibi tartışmalı “tedavi” yöntemlerini Cezayirliler üzerinde deneyleyen Porot, aslında ırkçı düşünceleri ile bilim adı altında bir nevi işkence yapıyordu. Onun yerine atanan Frantz Fanon ise, bu yaklaşımları derhal yasaklayarak; müzik terapisi, iş ve uğraşı terapisi ve aktif spor faaliyetlerini içeren bir tedavi süreci oluşturdu. Marksist olarak tanımlayabileceğimiz bir psikiyatri anlayışı geliştirdi. Fanon yazılarında, psikiyatrik hastalıkların biyolojik değil toplumsal nedenlerle oluştuğunu vurguladı. Sömürgeci psikoloji, yani ırkçı psikoloji ile ırkçı şiddet arasında (ya da kolonyal psikoloji ile kolonyal şiddet arasında) fark görmeyen Fanon’a göre Cezayir toplumunda bireysel ilişkilerde yoğun olarak görülen şiddetin kaynağı, sömürgecinin sömürgeleştirdiği kişiler üzerinde kurduğu baskıydı.

TEDAVİ DEĞİL DEVRİM

Bu baskının içselleştirilmesi sonucunda sömürgeleştirilen toplumların bireyleri, kendilerini güçsüz ve aşağılık hissetmeye meyleder. Bu aşağılık hissi ise bir süre sonra kendinden iğrenmeye dönüşür. Ardından, sömürülenler kendilerine uygulanan şiddeti meşru kabul ederler, kaderlerine razı olurlar. Bu içselleştirilmiş ve hatta kabullenilmiş emperyalist baskı nedeniyle kendiyle barışamayanlar da şiddeti sömürgeleştirene değil, kendilerine ve hatta birbirlerine yöneltirler. Keza Cezayir’de o dönem, kan davaları, kadın cinayetleri, aile içi şiddetin ucu bucağı yoktur. Fanon, bu şiddetin, şiddetin asıl sebebi olan sömürgecilere yöneltildiğinde sömürülenlere fayda sağlayacağını, birbirlerine yöneltince ise zarar vereceğini ifade eder.

Anti-psikiyatrinin savunucularından Fanon’a göre sömürgeleştirilene yönelik psikiyatrik bir tedavinin pek bir sonucu olmaz. Fanon için tüm sorunları çözebilecek olan çözüm yolu devrim ve devrimle birlikte yaratılacak ulusal bir kültür ile başlayacak olan özneleşme sürecidir. Devrim ile kastettiği ise yalnızca siyasi bir değişim değil, mutlaka ama mutlaka ataerkinin zayıflaması ve bireylerin özgürleşmesi sürecini içeren bir dönüşümdür.

Fanon’un altını çizdiği üzere, sömürgeleştirmenin muazzam psikolojik etkileri vardır ve bu etki yalnızca sömürülenle sınırlı değildir. Psikiyatr olarak görev aldığı hastanede gündüzleri üzerinde çalıştığı kolluk kuvvetleri, polisler ve askerlerde de bu şiddetin etkisini tespit eder. Fanon’a göre, sömürenin yansıttığı hayvanlaştırma, sömürülende utanç ve nefret doğururken, sömürende de büyük tahribat bırakmaktadır. Sömürgeleştiren ile sömürgeleştirilen, asimile eden ile asimile edilen, egemen ile ezilen, adına ne dersek diyelim, hiçbir taraf bu şiddetten yara almadan kurtulamaz.

SARTRE'IN PARMAĞI

Kitabın geniş kitlelere ulaşmasında Jean Paul Sarte’ın de büyük katkısı vardır. Bu katkının iyi mi kötü mü olduğu ise tartışmaya açıktır. Sartre, kitaba yazdığı önsözde, öldürmeyi öven sözler sarf eder ve büyük bir tartışma yaratır. “Bir Avrupalıyı öldürmek bir taşla iki kuş vurmak, tek bir atışla hem ezeni hem de ezileni yok etmektir. Geriye bir ölü ve bir özgür insan kalır; hayatta kalan ilk kez ayaklarının altında bir ulusal toprak hisseder” ifadelerini kullanan Sartre nedeniyle Fanon da çok eleştirilmişti.

 Oysa onun altını defaatle çizdiği nokta, sömürenleri, yani Cezayir söz konusu olduğunda Fransızları öldürmenin sorunları çözeceği değildi. Frantz Fanon da bu önsözden rahatsız olmuş, bunu Sartre’a da iletmiş ve yayıncısı François Maspero ile konuşup bu konuda bir cevap kaleme almak için onun onayını da almıştı. Ancak ömrü buna vefa etmedi. Yayıncısının aktardığına göre, Fanon yazmayı düşündüğü bu cevapta, kitapta önerdiği karşı-şiddetin kesinlikle amaç değil ancak araç olarak kullanılmasının altını çizecekti. Fanon için bu saf bir şiddet değil; politik bir amaç için araçsallaştırılmış, özgürleştirici bir şiddetti.