Yeşil ekonomi yetmez, morunu da isteriz!
Zeytinlikleri yok edip jeotermal enerji santrali kurarak, kadını ücretli emeğin dışında tutmaya devam ederek bu krize çözüm bulmak mümkün değil.
Özlem Altıparmak*
Etrafımız betonla kuşatılmış ve yeşile hasret bir yaşama hapsolmuşken, neredeyse her kavramı yeşillendirmeye başladık. Yeşil büyüyor, yeşil kalkınıyor, yeşil finansmanla yeşil şehirler planlıyoruz. Toprağımız, aşımız ve hatta içimiz kururken, yemyeşil bir hayal dünyasına dalmamız ve her şeyin daha iyi olacağına inanmamız bekleniyor. Ancak gittikçe derinleşen ekonomik, ekolojik ve toplumsal bir krizin içinde hayatta kalmaya çalışırken buna kanmak mümkün değil. Hele iklim krizinden en çok etkilenecek grupların başında gelen biz kadınlar için, buna kanmak hiç mümkün değil.
Çünkü iklim değişikliğinin var olan eşitsizlikleri ve riskleri çoğaltan bir işlevi vardır. İklim krizi, toplumsal cinsiyet nötr bir mesele değildir ve toplumsal cinsiyetten bağımsız düşünülemez. Toplumsal cinsiyet eşitliği de, iklim değişikliği de insan hakları meselesidir. İklim krizine sebep sera gazlarının salımını azalttığımızda, termik santralleri kapattığımızda, kömürden çıktığımızda biz kadınları daha iyi ve adil bir dünya mı bekliyor sizce? Hemen yanıtını verelim; hayır. Önce bir fosil yakıttan çıkalım, sonrasını düşünürüz diyerek yürüteceğimiz her politika bizi ileriye değil, daha geriye götürecektir.
Irkçılığın, ataerkinin, sömürgeciliğin ve doğa talanının yükselişe geçtiği bu dönemde eşitsizlik, ekonomik krizle birlikte daha da artıyor. Eşitsizlikleri gidermek için bütüncül ve etkili bir mekanizma ortaya konulmadığı sürece, bu sistemin iklim kriziyle başa çıkması, bizlere eşit ve adil bir düzen sunması olanaksız. Görünen o ki akşamdan sabaha termik santraller kapanmayacak, işçi sınıfı da yakın bir zamanda devrim yapmayacak. Peki, geleneksel, kâr odaklı, ücretli çalışmaya dayalı bir ekonomik modelden sürdürülebilir ve adil bir ekonomiye geçiş gerçekten mümkün mü? Adil bir sisteme geçiş yapacak ve adil dönüşeceksek; nüfusun yüzde ellisi olan biz kadınlar, diğer yarısı ile haklar ve sorumluluklarda ortaklaşacak mıyız?
İklim değişikliğinin etkilerine karşı en az dirençli kesimin başında gelen kadınlar, iklim değişikliğini kendilerine dert edinirler ve politika yapım süreçlerine dahil olurlarsa, iklim ve sistem krizlerine karşı daha dayanıklı hale geleceğiz. Aslında iklim krizini, sistemi ve sistemi nasıl yapılandırabileceğimizi tartıştığımız bu dönem, kadının güçlenerek çıkabileceği bir fırsat da sunuyor bizlere. Edilgen, kırılgan ve mağdur bir durumdan aktif ve etkin duruma geçişle birlikte adil ve eşitlikçi bir siyaset yapma fırsatı bu. Daha da önemlisi, iklim adaletini tesis etme ve ekolojik, sürdürülebilir yeni bir toplum sözleşmesi yapma fırsatı.
Yeşil ekonomiyi, yatırımcıyı ne olursa olsun yenilenebilir kaynaklara yöneltme diye anlar, adil geçişi de fosil yakıttan çıkış durumunda işsiz kalacak bir grup erkek işçinin, yenilenebilir enerji sektöründe yeniden istihdamına dayandırırsak, bu dönüşümden kimseye hayır gelmez. Zeytinlikleri yok edip jeotermal enerji santrali kurarak, kadını ücretli emeğin dışında tutmaya devam ederek bu krize çözüm bulmak mümkün değil.
Kadın bu sistemde nerede derseniz; ücretli emek sektöründen ziyade, ev içinde “bakım emeği” sunar durumda. Bakımın emeği mi olur diyebilirsiniz çünkü bu emeğin hane içinde üretilip tüketilen bir yapısı var. Ücretsiz, görünmüyor ve bu nedenle de değersiz. Bakım emeği çocuk, yaşlı, engelli bireyler gibi bakım desteğine muhtaç kişilere sunulan hizmetlere ek olarak, hane içindeki sağlıklı yetişkinlere sunulan fiziksel ve duygusal desteği de kapsıyor. Alışveriş, çocuk bakımı, ev temizliği, çocuğun ödevine yardım, yaşlıya refakat etme gibi görünmeyen ama zaman alıcı ve emek yoğun bir yapısı var bu hizmetlerin.
Çocuk sahibi olan ailelerde çoğu zaman kadının işinden ayrılıp çocuğa baktığını görürüz. Maliyet hesabı yapar kadınlar, “bakıcı parası vermek yerine işimden ayrılsam daha iyi” der çünkü kazancı erkeğe kıyasla düşüktür. Aynı şeyi bir erkekten asla beklemeyiz çünkü kadınların aldığı ücretler çoğu zaman evi geçindirmeye yetmez. İş yaşamına atılmış bir kadınsanız, zaman yoksulu bir hale gelirsiniz. İş ve yaşam dengenizi korumanız bir türlü mümkün olmaz. Evin içinde kendine vakit ayıramayan, çocuklar uyumadan ayağını uzatıp sevdiği bir diziyi izleyemeyen, arkadaşlarıyla dışarıda vakit geçiremeyen ama çalışan bir kadın olursunuz.
“Çocuk da yaparım, kariyer de” diyen erkekler görmediğimiz sürece, gerçek anlamda toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz etmek mümkün değil. Çünkü biz sadece çocuğa bakmıyoruz. Bakım emeğimiz her yerde; çocuğun ödevinde, pişen yemekte, gömleğin ütüsünde, eksikleri yazdığımız alışveriş listesinde...
Adil ve eşitlikçi bir sistem kuracaksak, görünmeyen, ücretlendirilmeyen ama devamlı talep edilen bakım emeğinin hane içinden çıkarılması ve insana yakışır hizmetlere dönüştürülmesi şart. Sadece fiziksel altyapıya yönelik yatırımlarla bir yere varmamız mümkün değil. Yola, inşaata odaklanan karbon salımı yüksek yatırımlar yerine çocuk bakımı, sosyal bakım, eğitim ve sağlık gibi toplumsal altyapı hizmetlerine yatırım yapılmalı. Yaşadığımız pandemi süreci, toplumsal altyapı hizmetlerinin önemini bize fazlasıyla gösterdi. Emek yoğun sektörlerden oluşan toplumsal altyapı hizmetlerinin istihdam yaratma potansiyeline ek olarak, toplumsal cinsiyet dengesini gözeten ve yoksulluğu azaltıcı işlevi de olacak. Kadın evden çıkacak, işgücüne katılabilecek.
Bakım emeği hane içinden çıkarılıp bir hizmet haline dönüşse bile, çocuğunuza ve annenize bakım hizmetini tamamen dışarıdan satın almanız veya kamusal alandan karşılamanız mümkün olmaz. Çünkü aynı zamanda bu ilişkilerin insani bir yönü de var. Bu nedenle hizmetlere yapılacak yatırımlara ek olarak, işgücü piyasasında da düzenleme yapılması gerekiyor. Annelik izni yerine, bakım emeğini kadın ve erkek arasında eşit paylaşmaya hizmet edecek “ebeveynlik izni” verilmesi gibi düzenlemelerle desteklenen bir sistemde gerçek anlamda adil bir dönüşüm sağlanabilir.
Kadını evin hanımı, çocuğun bakıcısı, enerjinin tüketicisi rolünden çıkaracak politikalara ve eylemlere ihtiyacımız var. Bir yerdeki santrali kapattığımızda orada kurulacak kreş, yerelde sunulacak yaşlı bakım hizmeti ve sosyal bakımın planlanması, en az yenilenebilir enerji santralinde yaratılacak yeni istihdam kadar değerlidir. Uzun uzun tartışılması ve planlanması gerekir. İklime ve sisteme direncimizi ancak bu şekilde arttırabiliriz. Sürdürülebilir, kapsayıcı, eşitlikçi ve adil bir hayat için yeşil yetmez, morunu da isteriz!
*Avukat