Yeter ki 'ev' yerinde dursun: Ne toplumu ne sözleşmesi...

Ev denilen dört duvar arasında akla hayale sığmayacak büyük kötülüklerden, zulümden, işkenceden, istismar ve tecavüzden hiç ama hiç rahatsız olmayan hastalıklı zihinler, İstanbul Sözleşmesinden çok zamandır çok rahatsızdı. Sözleşme krallıklarının kapısını aralıyordu çünkü. “Artık Yeter!” diyordu.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Bu ülkeye gerçekten akıl almaz bir kötülük yapılıyor. Hiç yüzleri kızarmadan yapıyorlar bunu. Siyaset ahlaksız bir çarpıtma ve yalan üzerinden kurgulanıyor. Siyasetin zaten bu demek olduğunu savunuyor at tımarcıları! Kokuşmuş bir yalan düzeninin yılmaz bekçileri...

Siyaset ahlakı denen mefhum tümüyle terk edilmiş. Beka bu yalan düzeninin sürmesine endekslenmiş. Bundan büyük kötülük olabilir mi bir ülkeye? Bundan büyük “terör” ve bundan büyük ihanet? Olmaz, çünkü kokuşmuş bir yalan düzeni her şeyi içine alır ve çürütür. Çürüyoruz...

Bu yalan düzenini anlatamıyoruz... Çünkü onların ağır yalanlarına inanmaya hazır geniş bir kesim var. Sadece kendi seçmenleri değil, muhalefet de o yalanlara inanmaya çoktan hazır. Kürtler üzerine yalanlar bu yüzden anlatılamıyor... HDP üzerine yalanlar da bu yüzden anlatılamıyor. Osman Kavala ile ilgili yalanlar anlatılamıyor. Ahmet Altan’a yapılan hukuksuzluk da... Anlatmak gerekenler arasında uzun zamandır İstanbul Sözleşmesi de var. Erkek şiddeti var, cins kırımı var. Ama anlatamıyoruz. Çünkü bunların bir kısmını anlatamamışsan diğer kısmını da anlatamazsın. Çünkü mücadele ortaktır. Bir yerde kaybederken başka bir yerde kazanamayız. İzin vermezler. Büyük bir şeyi kazanan her şeyi ama her şeyi kazanmaya oynar...

Türkiye gece yarısı yayınlanan (esasen yok hükmündeki) bir Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesinden çekildi. Bu kararı büyük bir zafer olarak görenler yalanlarını sürdürüyor. Ev denilen dört duvar arasında akla hayale sığmayacak büyük kötülüklerden, zulümden, işkenceden, istismar ve tecavüzden hiç ama hiç rahatsız olmayan hastalıklı zihinler, İstanbul Sözleşmesinden çok zamandır çok rahatsızdı. Sözleşme krallıklarının kapısını aralıyordu çünkü. “Artık Yeter!” diyordu. O krallığı daha sakin ve daha entelektüel bir yazı ile anlatmayı denemiştim. Bugün ne sakinim ne entelektüel...

Her şey ayan beyan ortada. “Ev” denilen o dört duvar arasında çok zaman yoğun bir şiddet yaşandığı hakikatini kabul etmektense ya da o evi kontrole açmaktansa, ateşe verirler daha iyi...

Sözleşmede hiçbir şekilde bulunmayan, hastalıklı zihinlerinin ürettiği farazi neticeleri sayıp döküyorlar. Birazdan bunlara değineceğim ama önce sözleşmede olduğu halde asla görmedikleri, değinmedikleri ve gözlerden saklamak için debelendikleri hakikatlere bakalım. Hakikat “kabadır.” Kusura bakmayın...

“Madde 36 – Irza geçme de dahil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri

Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır: a. başka bir insanla, rızası olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek; b. bir insanla, rızası olmaksızın, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek; c. Başka bir insanın, rızası olmaksızın, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.”

Yazarken bile insanın içini büyük bir isyan dolduruyor. Fakat bu ülkede bu yukarıda sayılan türden şiddet eylemlerinin yaşanmadığı bir tek gün var mı? Bu tür şiddet haberlerine maruz kalmadığımız bir tek gün? Aile çöküyor diye ortalığı ateşe verenlerin bir gün olsun bu şiddeti dile getiren bir cümle kurduğunu duyduk mu? Ev denen dört duvar yerinde dursun, gerekirse toplum erkek şiddetiyle tümüyle çöksün umurlarında mı? Ne toplumu, ne sözleşmesi?

Sözleşmede “kadın sünneti” maddesini okuyalım şimdi. Dilipakgillerden, Kaplangillerden bu maddeyi de asla duymazsınız. Ne münasebet canım, Türkiye’de böyle bir şey mi var? Doğru, ülkemizde yok ama dünyada var. Ülkemizde imzalanmış olmasından, İstanbul adını taşıyor olmasından büyük gurur duyduğumuz bir uluslararası sözleşmenin maddeleri bunlar... Kadın sünnetinin mağdur ettiği milyonlarca kadın var dünyada. Milyonlarca Müslüman kız çocuğu ve kadın var. Görüş alanınıza Uygurlar gibi onlar da hiç girmiyor mu?

“Madde 38 – Kadın sünneti

Taraflar aşağıda belirtilen kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır: a. kadının labia majora, labia minora veya klitorisinin tümünün kesilip çıkartılması, labia majoranın kenarlarının birleştirilmesi veya başka türlü bir kesmeye tabi tutulması; b. bir kadını a fıkrasına belirtilen eylemlerden birine maruz kalmaya zorlama veya bu eylemleri bir kadına yaptırmak; c. bir genç kızı a bendinde belirtilen eylemlerden herhangi birine teşvik etmek, zorla maruz bırakmak veya bunları bizzat kendisine uygulatmak.”

Korkunç değil mi? Sözleşme “aileyi yıkıyor, çürütüyor, çökertiyor” diye Haber Türk’te, Yeni Şafak’ta, Akit’te, Vakit’te, esas olarak da Nakit’te ortalığı yıkan, kendine Müslüman yazarların, bir Allah’ın günü, bir tek cümle ile Afrika, Asya ve Ortadoğu’da Müslüman kadınların da yoğun biçimde maruz kaldığı bu vahşeti andıklarını duydunuz mu? Dünya üzerinde 200 milyon kadın. Hiç değilse Wikipedia’dan okuyun. Sonsuza kadar kapatmayı başaramadığınız Wikipedia’dan.

Temel Karamollaoğlu “İstanbul Sözleşmesinin kadına yönelik şiddetle ilgisi alaaağaası yok, sözleşmeden bu yana şiddet on katı arttı” diyor, her başlığı her satırı, her sayfası ve her cümlesiyle bütün meselesi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele olan bu 25-30 sayfalık metin için. Belli ki hiç okumamış olduğu bu metin hakkında geniş geniş konuşurken mahcup da olmuyor... Şiddeti önlemek, bununla mücadele etmek ve bu mücadelenin mekanizmalarını oluşturmak için çok kapsayıcı bir biçimde hazırlanmış bu sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmemesi ya da sözleşmenin uygulanmaması değil de sözleşme artırıyor şiddeti...

Kimse kusura bakmasın sadece izan dışı, akıl dışı ve bilim dışı değil aynı zamanda ahlak dışı açıklamalar bunlar. Riyanın da ötesinde...

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk “Bir metin üzerinde fazlaca tartıştığımız için şiddete sebep olan esas kök sorunları konuşamaz, tartışamaz duruma geliyoruz.” demiş. Doğru, konuşamıyoruz. AKP siyaseti erkek şiddetini konuşmayalım diye o metni konuşturuyor çünkü. Sözleşmeyi yalan dolan ve çarpıtmayla zorla gündemde tuttuğu ve kışkırttığı için o metni son yıllarda konuşup duruyoruz. Üstelik konuşmamızda yarar olan yönleriyle konuşmamızı imkânsız hale getiriyor bu tutum.

Son olarak bir köşe yazarı, “Aptala anlatır gibi anlattım” diyerek duyurduğu yazısında, İstanbul Sözleşmesini anlatmış. Tabii önce Meral Akşener’in birkaç yıl evvelki feci biçimde yanlış bir ifadesine can simidi gibi sarılmış ve hatta başlığa taşımış. Çünkü doğrudan yürüyecekleri bir yol yok. Yanlıştan yürüyecekler ki bir yere varsınlar. O yanlış yoldan ilerleyerek hatırlattığı madde de Sözleşmenin 12. maddesi. "Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde 'namus' gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir."

Yazarın bir kadın olması da ayrı bir garabet. Bu ülkede yıllar yılı kadın düşmanı katillerin en büyük savunusu “töre, namus, gelenek vs.” olmamış gibi... Hiçbir kadın yakını yokmuş, bir evladı yokmuş, kadınlarla bir gönül bağı ve bir duygudaşlığı yokmuş gibi, erkeklerin safından yürümüş gitmiş...

Hiç mahcup olmadan ve “Aptala anlatır gibi” anlatmış gerçekten de. Fakat bu aptallığın bizimle bir ilgisi yok, bizzat kendi gazetesinin okurlarına sözleşmeyi anlatırken seçtiği yol bu. Onların zihinsel kapasitesiyle ilişkili varsayımı bu. Topu topu 25 ya da 30 sayfa olan bir sözleşme metnini okuyup yorumlamaktan aciz olduklarını düşünüyor. Bundan emin. Şunları söylüyor:

“Sözleşmeye göre işlenmesi suç olan başka bazı eylemler de var: Mesela karınız sizi aldatıyor ve siz buna karşılık ona yüksek sesle küfrediyorsunuz. Artık karınızın sizi polis eşliğinden evden aldırıp, en az üç ay evden ve çocuklarınızdan uzaklaştırma hakkı ve dahası aldattığı kişiyle de yaşama hakkı var. Ya da kızınızın evlilik öncesi cinsel birliktelik yaşamasını istemiyorsunuz ve bu noktada ısrarcı oluyorsunuz. Fiziksel şiddet uygulamamış olsanız bile kızınızın sizi yine polis eşliğinde adi bir suçlu gibi evden uzaklaştırma hakkı söz konusu. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak neticede dinimizle, kültürümüzle, gelenek ve örflerimizle uzaktan yakından alakası olmayan bu yükten kurtulduk.”

Hiç lafı dolandırmayacağım. “Aldatan kadın” ve evlilik öncesi cinsel birliktelik yaşamak isteyen kız evlat gibi tanımlar kullandığı, inanılmaz derecede manipülatif, istismarcı ve eril bir dille giriş yapıyor. “Aptal” olduğunu düşündüğü okuru en hassas yerinden yakalamaya çalışıyor. Kadınların bu akıl almaz (!) farazi suçlarının karşısına da “sadece yüksek sesle küfreden” bir erkeği koyuyor. Boşanmak isteyen karısının üzerine soğuk sular dökerek sabaha kadar döven, çocukların da olduğu o “kutsal dört duvar” arasında her tür tecavüzü ve işkenceyi sabaha dek sürdüren aşağılık bir erkek şiddetini hatırlaması için hiç ama hiçbir nedeni yok tabii. Umurunda da değil...

Bakmayın “Örnekler çoğaltılabilir” dediğine, insanın yüreğini mengeneyle sıkıştıran hakiki ev içi şiddet örnekleriyle onun bir ilgisi yok. Alaaağaaası yok... Türkiye’de, bağırdığı için evden uzaklaştırılan bir tek, sadece bir tek erkek olup olmadığını düşünmesine de gerek yok. O aptallığı yönetiyor... Düşünme işi sonra.

“Aptallar” için özenle seçilmiş bu fantastik örnekleri nereden çoğaltıyor o zaman diye soruyorsanız, onu da yazayım. Sözleşmenin içinden rastgele bir biçimde sözel şiddet ve psikolojik şiddet gibi kavramları seçiyor. Bunun neye tekabül edebileceğini yorumluyor. Aldatan karısına sadece küfreden erkek örneğini de güzel buluyor anlaşılan. Bu farazi ve son derece “tolere edilebilir,” törelere uygun “erkek bağırtısı” da evden uzaklaştırmanın sebebi olarak örnekleniyor. Aptala anlatır gibi... Gazetenin okurlarını tenzih ederim... Ama sanırım onların bir şikâyeti yok. Layık görüldükleri gündelik muamele bu.

Sanki kızını cep telefonuna gelen bir mesaj yüzünden kimse çekip vurmamış gibi, sanki bir koca, erkek kardeşinin tecavüzüne uğramış gencecik karısını vurup öldürmemiş gibi, sanki bunlar neredeyse günübirlik yaşanmamış ve tahrik, namus, vs. altında bu katiller korunmamış gibi... Bilirkişi raporlarıyla, öz evladını istismar ettiği apaçık tespit edilmiş nüfuzlu “babalara,” velayeti annelere verilmiş küçücük çocuklar haftanın birkaç günü mahkeme kararıyla teslim edilmemiş gibi... Farazi bir erkek bağırtısı üzerinden bir sözleşmeye dahiyane bir yorum katıyor.

Eşcinsellik özendiriliyor, eşcinsel evliliklere cevaz veriliyor denilen sözleşmede sadece ve sadece bir yerde, o da ayrımcılık yapılamayacağı çerçevesinde, “cinsel yönelim” sözü geçiyor. Sadece bir kez. 1 kez. B-i-r kez... Keşke LGBTQİ+’ların bütün haklarının çok temel bir korunmaya konu edildiği sözleşmeleri de imzalamış olsak. Ama maalesef yok. İstanbul Sözleşmesinde de olan bu, sadece bir kelime. Vicdansızlar! LGBTQİ+’ların ne kadar korunmasız olduklarını o korkunç cinayetlerden de görmüyor musunuz?

O sözleşmeler ve onların doğru uygulanması milyonlarca kadının, transın, kız ya da erkek çocuğunun tek güvencesi, can simidi... Onları cübbeli, cinci kadın ve LGBTQİ+ düşmanı erkeklerin insafına terk etmeyeceğiz! İstanbul Sözleşmesini vermeyeceğiz... Aptala anlatmak istiyorsanız buradan başlayın!

 
 
 
 
 
 
Tüm yazılarını göster