Noel zamanı yaklaştığında Hollywood sinemasında bir hareketlenme, en azından bir kımıldanma olur. Çok önceden takvimlerinde bu özel günü işaretlemiş olan yapımcılar ve şirketleri seyircileri ailecek sinema salonlarına çekecek ve Noel kutlamalarına daha da renk katacak yapımlar sunmaya başlarlar.
Bilindiği üzere bizde yeni yıl kutlamalarıyla birleşmiş, daha doğrusu bu kutlamaların içinde ‘assimilé’ olmuş Noel, onlarda keskin çizgilerle ayrılır: Yeni yıl kutlamaları dışarıda, arkadaşlarla beraber, coşkuyla ve eğlenceli bir şekilde yapılırken; Noel, çok daha sakin, aile içinde, evde ve tabii ki ciddiyet içermeyen ama bazı ritüeller uygulanarak karşılanır. Aynı şekilde Noel’den de ve dolasıyla bunu anlatan filmlerden de ailenin bir araya gelmesi, dayanışması ve dargınlıkların bitmesi gibi mesajlar taşıması beklenir. Tıpkı bizim dini bayramlarımızda olduğu gibi…
Dolayısıyla tabiri caizse Noel yaklaşınca ‘avuçlarını ovuşturmaya’ başlayan yapımcılar yine de sunacakları filmin ‘Pazar öğleden sonralarına televizyona uygun’, uslu ve masum bir komediden daha fazlası olmasını isterler ve bunun için de ilk şart başkarakterdeki özellik olur. Hatırlanacağı üzere bu türün en akılda kalan örneklerinden birini yönetmen Chris Columbus 1990 yılında "Evde Tek Başına" (Home Alone) filmiyle vermiş, film hem ciddi bir gişe başarısı getirmiş hem de o dönem çocuk yaşta olan Macaulay Culkin’i adeta bir yıldız yapmıştı. Nitekim birkaç sene sonra bir devam filmi de geldi.
Ancak sadece haylaz ve cesur bir çocuğun bu tür filmleri taşıyamayacağını düşünen yapımcılar, başrolde yetişkin yaşta ama beklenmedik özellikler barındıran karakterleri de kullanamaya başladılar. Örneğin Fransız ünlü oyuncu ve yönetmen Alain Chabat’ın "Santa &Cie" (2017) filmi kaprisli ama saf, Kurt Russell’ın başrolü üstlendiği "The Christmas Chronicles" (2018) ise klas ve ‘rock’ın roll’ tarzı Noel Baba tiplemeleri sunmuşlardı.
Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan Tommy Wirkola’nın (kendisini daha önce "Hansel&Gretel: Witch Hunters" ve "Seven Sisters" filmlerinden tanıyoruz) filmi "Vahşi Gece" (Violent Night), bu ‘yetişkin yaşa geçmiş’ Noel filmlerinin son halkası gibi duruyor. Yönetmenin klasik Noel filmlerinin şablonlarını esnetmekle yetinmeyip adeta ‘yerle bir etmesi’, ait olduğu türün asıl mesajlarını es geçmeden bunları modernize etme çabası, tahrikçi bir Noel filminden kanlı bir aksiyon filmine geçme hevesi ve bütün bunları yaparken de ‘Hellboy’ gibi ağır bir mirasın altında ezilmemiş David Harbour gibi bir oyuncudan yardım alması ne kadar takdir edilesi şeyler olsa da, filmin ‘hibrit’ (melez) yapısının biraz kafa karıştırdığı da bir gerçek. Hatta bizce sadece seyirciler değil, filmi yaratanlar da bazen nereye doğru gittiklerini pek kestiremiyorlar.
Konuya bakacak olursak: Aile içi sorunlar yaşayan Lightstonelar Noel’i kutlamak için milyoner büyükannelerinin evine giderler. Aynı gece bir soyguncu çetesi evi basar ve onları rehin alır. Ama çetenin hesap etmediği şey eve mücadeleci ve hiç de yumuşak başlı olmayan gerçek bir Noel babanın da ziyarete geldiğidir.
İSTEDİĞİM OYUNCAKLARI SEN Mİ GETİRİYORSUN?
Aslında "Vahşi Gece", eğlenceli olduğu kadar beklenmedik bir sekansla başlıyor. Geceleyin bir barda, çocukların gönlü olsun diye Noel Baba’yı oynama işini yapan sevecen bir adam, bir meslektaşıyla sohbet etmek istiyor. Arka arkaya içkilerini yuvarlayan, yüzünde memnuniyetsiz ve bıkkın bir ifadeyle oturan bu adamın doğal olarak ‘üç beş kuruşa’ bu işi yapan ve bundan hiç memnun olmayan birisi olduğunu düşünüyoruz. Ancak aynı kişi dışarda bekleyen geyikleri ve at arabasıyla(!) uçmaya başlayınca onun gerçek Noel Baba olduğunu anlıyoruz ve gerçekten şaşkınlıkla bakakalıyoruz. Ancak bu sekans, yönetmenin daha sonra sık sık başvuracağı ve biraz çiğ kokan bir mizahla, burada Noel Baba'nın kendisini hayranlıkla izleyen bir kadının üstüne kusmasıyla son buluyor.
Bir fantastik filmle mi, bir komediyle mi, yoksa bir aksiyon filmiyle mi karşı karşıya olduğumuzu tam olarak açıklamayan bu açılış yine de nasıl bir film izleyeceğimiz hakkında ufak ipuçları veriyor: At arabası kadar yüksekten uçmayan, ‘rocker’ tarzda bir Noel Baba'nın macerası. Üstelik başkarakteri oynayan oyuncunun neredeyse bizden daha çok eğlendiği de kesin!
Hikâyenin omurgasını oluşturan, yani zengin ailenin rehin alındığı ve Noel Baba'nın onları esir alan suç çetesinin elemanlarını teker teker harcadığı sekanslar göz doldurucu olduğu kadar da eğlenceli ama işte burada film ‘hibrit’ yapısının ilk zayıflıklarını hissettiriyor. Sonuç olarak çocuklara yönelik, ultra klasik, aile olmanın değeri, Noel gününün ruhu ve uslu olmanın önemi gibi söylemleri nasıl kanın oluk gibi aktığı, bazen groteske varan vahşi ölümlerin yaşandığı, adeta eğlenceli bir katliama dönen bir yapıyla aynı potada eritebilir? Yönetmen belki de büyük çocukların böyle bir şiddeti kaldırabileceğine ya da böyle acımasızca cezalandırılan kötü adamların başına gelenlerin çocuklara doğru davranmalarına dair mesajlar verdiğini düşünüyor. Bizce bu iki olasılık da sakıncalı ve yetersiz!
TRASH TARZDA ‘HOME ALONE’ SEKANSI…
Tutsak ailenin küçük kızı aslında hikâyede önemli bir yer tutabilecekken biraz karikatür düzeyinde çizilmiş. Çocukların genelde belli bir yaşa gelene kadar Noel Baba’ya inanması, Noel gününün koruyucu ve birleştirici gücü gibi bilindik şeyleri o kadar tekrar ediyor ki bir süre sonra bu konuşmaların iki kavga arasındaki ‘dinlenme’ süreçlerinden başka bir işlevi kalmıyor. Bu arada Noel Baba kötü adamları temizlerken bir ara bu küçük kız da "Evde Tek Başına"daki Culkin’e özenip çetenin iki üyesine tuzaklar kuruyor ve onları perişan ediyor. Ancak şöyle bir fark var: "Evde Tek Başına"daki çocuk iki hırsıza birçok uçuk tuzak hazırlıyor, onlar da her seferinde bu tuzaklara düşüyorlardı. Ama film icabı hırsızlar, çok ağır yaralayıcı hatta öldürücü olabilecek darbe ve şoklardan sadece birkaç bağırış ve morluklarla sıyrılıyorlardı. Hatta bazı izleyiciler olayların bu kadar hafif verilmesinin kahramana özenecek diğer çocuklara kötü örnek olduğunu savunuyorlardı. Burada ise bu iki düşman, tuzaklardan yine inandırıcılıktan uzak ama olabilecek en kanlı ve en hasarlı şekilde çıkıyorlar. Sanki ilk filmle bir ters orantı var. Bizce gereksiz bir esinlenme olmuş…
Bir de bizce gerekliliği tartışmaya açık, Noel Baba’nın nasıl bu kadar mücadeleci olduğunu desteklemek çabasında olan ‘flashback’ görüntüleri var. Bunları çok kısa görüyoruz ve Noel Baba’nın geçmiş hayatında ‘kafa ezen’ lakaplı barbar bir savaşçı olduğunu anlıyoruz. Hiçbir yere bağlanmayan bu görüntülerin bu kadar kısa ve az olması ya bütçe sıkıntısından (!) ya da filmin final kurgusunda bolca kesilmesinden olabilir. Bizce hepsi de kesilseydi film bir şey kaybetmezdi.
NOEL BABA'NIN İÇİNE JOHN MCCLANE Mİ KAÇMIŞ?
Bütün bunlara rağmen filmin artıları yok mu? Tabii ki filmde iyi noktalar ve güzel fikirler de var ve ara sıra da olsa dikkatimizi çekiyor. Öncelikle hikâyede merkezi oluşturan malikanenin ve burada kullanılan bütün Noel süslerinin, aksesuarlarının aksiyon sekanslarında kullanılması filme hoş ve ironik bir hava katıyor. Yanıp sönen ışıklardan yıldız şeklindeki süslemelere, hediye olarak gelen oyuncaklardan dart atışı için kullanılan ufak oklara kadar birçok öğe grotestlik sınırına varan gore sahnelerde yerlerini alıyor.
Bir başka başarılı nokta ise yönetmenin, artık dizüstü bilgisayarlara, tabletlere ve akıllı telefonlara adeta ‘bağımlı’ hale gelmiş Z kuşağına, hatta daha da genç bir jenerasyona yaptığı gönderme oluyor. Eskiden Noel’de çocukları sevindiren klasik hediyeler, oyuncaklar artık günümüzde yerlerini birçok elektronik ve dijital ‘gadget’lere bırakmış durumda… Bu tatlı eleştirinin en güzel örneğini Noel Baba'nın kötü adamlara karşı kullanabileceği bir eşya ararken hediye paketlerinin çoğundan bilgisayar kartı veya oyunu çıktığı sekans oluşturuyor.
Filmin "Evde Tek Başına" dışında gönderme yaptığı bir başka yapım ise ünlü "Die Hard" serisi oluyor. Tabii ki iki film arasında farklılıklar mevcut ama ikisinde de başkarakter rastlantısal olarak kendini ciddi bir rehine alma olayında buluyor, gerçekçilik sınırlarını zorlayan dövüşlerle kötülerin adeta ‘tozunu attırıyor’ ve sonrasında sıradan yaşamına kaldığı yerden devam ediyor.
Oyunculuklarda ise değindiğimiz gibi David Harbour, bu eğlenceli role adeta dört elle sarılmış ve her halinden zevk aldığı belli oluyor. Karşısındaki kötü adamlar biraz silik çizilmiş olsa da onların başını oynayan John Leguizamo, inandırıcı ve etkileyici bir performans gösteriyor, güzel bir denge noktası oluşturmayı başarıyor.
Sonuç olarak bütün eksiklerine rağmen "Vahşi Gece", komedi, aksiyon ve fantastik türlerini bir şekilde harmanlayan, bazı tekrarlara ve gevelemelere düşse de genelde sıkmayan eğlenceli ve tempolu bir seyirlik film. Ama bizce ailecek sempatik bir Noel filmi izlemek isteyen seyircilerin çocuklarını birine emanet edip yalnız sinemaya gitmeleri daha yerinde olabilir. Bizden uyarması!