Uzunca zamandır, Başkan Babamızın Sonbaharı’na yeniden
bakmalı deyip duruyordum. Ki, İrfan Aktan’ın iktidar bloğunun
mevcut sürümünü tarihsel izleğiyle ortaya koyan hayli kapsamlı ve
ufuk açıcı söyleşisi çıkageldi. Hamit Bozarslan, “Türkiye’de ‘Başkan Babamızın
Sonbaharı’ yaşanıyor” dedi. Tam da öyle düşündüğüm için
Marquez’in romanını acilen ele almak şart oldu. Bir uzun
sonbahardayız, Bozarslan’ın dediği gibi muhtemelen bunun kışı da
var.
Nereden bakarsanız bakın, Başkan Babamızın Sonbaharı’na -haydi
Barış Bıçakçı’yı da analım burada- Bizim Büyük
Çaresizliğimiz eşlik ediyor. Derinler arası mahrem ve
müstehcen ilişkilerin, işlerin çeşitli yamukluklar, iç ihanetler,
değişen ittifaklar nedeniyle ucundan kenarından ifşaatını,
teşhirini porno tadında, pasif halde izliyoruz.
Derinler arası işler doğrudan doğruya hayatımıza dokunuyor,
memleketin her köşesini parsel parsel Çukur’a çeviriyor, her
anlamıyla tüketiyor, boğuyor, öldürüyor. Deniz dahil, diyordum ki,
bu kadar tevafuk, hakikaten fazla; İrfan Aktan söyleşiye Marmara
Denizi’nin ölümüyle başlıyor. Tamam artık.
Derinler arası her bir selam, her bir icraatta milyon dolarlar
üzerinden masa kurulduğunda bizler toplu yoksulluğa sevk edilirken,
hesap sorulmaz – hesap vermezler salyalarını toprağa, suya, dağlara
denizlere, üstümüze saçarken, toplumsal çürümeye taşı toprağı
bırakın, açık deniz bile dayanmıyor. Kusmuğunu izliyoruz denizin ve
düzenin.
DENİZ KÜSTÜ
Paraya ve güce tapan derinler başka hiçbir şeyi, hiç kimseyi
tanımazlar. Dışa kapalı, kendilerine mahsus dillerinden başka dil
bilmezler. Yazıya, söze yüz vermezler. Oysa daha 45 yıl öncesinde,
Karadeniz kıyılarından ses veriyordu Yaşar Kemal, on bir yaşındaki
çocuk üzerinden cümle “büyükler”e: Al Gözüm Seyreyle Salih
diyordu, 1976’da.
Yetmemiş, yine çocukların dünyasından çıkmıştı yola: Kuşlar da
Gitti, 1978. Ve nihayet, aynı yıl haykırmıştı:
Deniz size
küsecek, deniz bize küsecek, bu yaptığımız kötülükten
sonra deniz bize bir çaça bile
vermeyecek... Deniz bize küsecek...
Evet, Deniz Küstü.
Göz göre göre öldü, öldürüldü.
Attila İlhan’ın deyişiyle “cinayeti kör bir balıkçı
gördü.” Kimse ne lafını etti, ne sözünü. İş bitti, geldik
bugüne. Derin denizlerden su yüzüne saçıldı salya.
Evveli var. Bağıra bağıra, çığlık çığlığa. Gidin İzmit’e,
Kocaeli’ne, bir zamanların kağıt fabrikası SEKA havalisine. Sakarya
kıyılarına kondurulan tank palet dahil fabrikalar hattına bakın.
Naci Girginsoy -adını anımsayan var mıdır- oralarda yaşıyor ve
Mavinin Ölümü’nü yazıyordu Yaşar Kemal’in Deniz
Küstü’süyle aynı sıralarda…
KENDİNİN AVCISI
Girginsoy’un öykülerini topladığı Mavinin Ölümü’yle, Metin
Altıok’un şiirleri, Kendinin Avcısı aynı yıl yayımlandı,
1979’da.
Kendinin Avcısı Altıok der ki;
Yıkıcılar geldiler, yıktılar
bütün duvarları.
Yalnız temel kaldı geriye ve birkaç tuğla kırığı.
İş araçlarında artık,
Bir canavar ağzıyla deşmek için toprağı.
Ve temizleyecekler kazılan yerlerde
Bizden kalan balçığı.
***
Marquez’in deyişiyle “dünyanın en yalnız insanı” Başkan
Babamızın Sonbaharı, yıkıcıların zamanıydı.
Şimdi salyalardan, yıkıntı artıklarından arınma, kurtulma
zamanı.