Galataport’un tamamlanmış halini gösteren bir fotoğraf sosyal medyada dolaşıyor. Yukarıdan çekilmiş bu fotoğraf eski antrepo bölgesine sımsıkı doldurulmuş yirmiye yakın binayı gösteriyor. Bu hiç tartışmasız bir ‘beton yığını’.
Birkaç yıl önce Resim Heykel Müzesi’nin yeni binasında İstanbul Bienali’ni gezerken fark etmiştim. Arkadaki yapıyla müze arasında sadece birkaç metre mesafe var. En sıkışık semtler, fena siteler, dip dibe yapılmış konserve kutusu konut blokları gibi… Muhtemelen Türkiye’nin en pahalı, en lüks yerlerinden biri olacak Galataport’ta hiçbir metrekareyi ‘ziyan etmemişler’. Türkiye’de bütün müteahhitlerin ve rant sahiplerinin içine işlemiş metrekare açlığı burada da kendini göstermiş.
Oysa proje ilk duyurulduğunda herkese açık geniş ortak alanların bulunduğu, İstanbulluların denize ulaşabileceği bir yer olacağı söylenmişti. Şimdi büyük bloklar arasında dar sokakların olduğu önünde bir kıyı şeridinden başka ortak alan görünmeyen bir yere dönüşmüş gibi… Tabii ki antrepolar o terkedilmiş halleriyle öylece duracak değildi. Ama kamuya ait bir alanı böyle hunharca ticarîleştirmek, projeyi yapanlardan daha çok, ona izin verenlerin kabahati gibi geliyor bana.
Galataport projesi bilindiği gibi sözünü ettiğimiz Fındıklı’dan Karaköy yolcu limanına kadar uzanıyor. Orada da tarihî yapıların korunmayıp alaşağı edilmesi epey tartışıldı. Müteahhit nasıl isterse öyle oldu. Şimdi oradaki yegâne kamusal alan yine belediyenin girişimiyle oluşturuluyor. Meşhur Karaköy Katlı Otopark yıkılıyor.
Galataport’un buradaki denize nazır yapılarının arkasında, sırf beton ve içinde otomobillerin park ettiği katlı otopark hiç de o şıklığa uygun bir görüntü sergilemeyecekti. Nitekim son yıllarda nadir rastlanan bir durum yaşanmış ve Belediye Meclisi’nin ‘oybirliği’ ile bu otoparkın yıkılmasına karar verilmiş. Nasıl olmuşsa olmuş, ama iyi olmuş. Çünkü otoparkı yıkıp, arsayı herkese açık bir meydan olarak düzenleyecek ve yeni otoparkı da yeraltına yapacaklarmış.
Karaköy Otoparkı şehrin ilk katlı otoparkı olarak 1976’da bir başka sosyal demokrat belediye başkanı Ahmet İsvan tarafından açılmış. Eminim o yıllar pek modern bir atılımdı. Ama günümüz teknolojilerinde ve anlayışında kentin bu kadar özel bir bölgesinde böyle devasa bir beton yapının gereği ve yeri yok. Hepimiz oraya arabamızı park etmişizdir, altındaki Güllüoğlu’ndan baklava almış, olmadı daha yakınlarda açılan Namlı’da pahalı kahvaltı etmişizdir. Ama şimdi sıkışık kentimizde nefes alacak bir alana dönüşecek olması güzel bir gelişme.
Bir başka katlı otopark hikayesi de Haliç’in diğer yanında, Mercan’da var… Mercan Katlı Otoparkı bir sarayın yerine inşa edilmiş. Tanzimat döneminin önemli devlet adamlarından, Sadrazam Ali Paşa için 1865’te yaptırılan konak hem Batılı tarzı hem de büyüklüğü nedeniyle Ali Paşa Sarayı olarak nam salmış. Eminönü sırtlarını gösteren eski İstanbul fotoğraflarında Beyazıt Kulesi’nin önünde tüm ihtişamıyla kendini gösteren bu saray çok uzun bir süredir yok. Çünkü daha 1911’de yanmış. Uzunca bir süre dış duvarlarıyla ayakta kalmış ve o zaman da adı ‘Yanık Saraylar’a dönüşmüş. 1950’lerde kalıntıları yıkılmış. Yine bir otuz yıl sonra, 1985’te de yerine katlı otopark yapılmış… Eminim Mercan esnafının çok işini görmüştür bu otopark. Nitekim 2020’de tadilat gerekçesiyle kapatılıp uzunca bir süre açılmayınca epey haber olmuş, esnafın epey tepkisini çekmiş. Herhalde tekrar açılmıştır. ‘Herhalde’ diyorum, çünkü internette bu otoparkı araştırırken çok ilginç bir haberle karşılaştım. 2011 yılında bir inşaat firması Ali Paşa Sarayı’nı yeniden yapmak üzere belediye ile anlaşmış; hatta projesi de koruma kurulundan geçmiş... Tabii ki ‘kültür merkezi’ yapacaklarını açıklamışlar. Ama bir daha ses seda çıkmamış. AK Parti’nin ihya projelerine şüpheyle yaklaşmayı âdet edindik, ama aslında çirkin bir katlı otopark yerine burada yine güzel bir yapının yükselmesi ve hele ki belediye binası olarak kullanılacak olması akla yatkın görünüyor.
Kent hayatı ve planlaması ihtiyaçlara ve imkanlara göre şekilleniyor. Her şey baştan korumacı ve kamucu bir anlayışla planlansa bazılarımız daha memnun olurduk. İstanbul’un süratli büyümesi karşısında boş arsalar, yeşil alanlar, deniz kıyıları ve burayı kullanacak kent insanlarının aleyhine her zaman yeni binalarla betonlaşma galip gelmiş. Bir dönem devasa otopark yapılarıyla boşlukları dolduran yerel yönetimler şimdi geri adım atmaya çalışıyor; çünkü artık en sıcak ihtiyacımız daha güzel ve yeşil bir kent. Fakat nasıl oluyorsa oluyor diğer bir yandan da beton, kentin en güzel yerlerini kaplıyor. Ataköy sahilinden Fındıklı’ya kadar göreni mahcup edecek bloklar diziliyor denizin dibine. Bir gün bu mahcubiyeti de birileri sona erdirmek isteyecek, bu kesin. Ama elli sene daha geçmiş olacak, o da belli.