Yıkılmadı ama tadilatta: Ekonomide devridaim makinesi
Dikkatli okuyucu, ağustosta faiz yükseldi, dövize müdahalede nefes yetmediği için temmuz sonu ve ağustosta görüldüğü üzere kur da yükseldi diyecektir. Elbette öyle. Zaten, Erdoğan yönetiminin beklediği küresel finansal koşulların yeni imkanlar sağlayacağı an gelmeden (muhtemelen sonbaharda) çalkantılar devam edecek.
Hazine’nin temmuz ve ağustos aylarındaki borçlanma temposu ve bu
borcun döviz cinsi olması 'birileri çıldırmış olmalı' dedirtebilir.
Büyük olasılıkla Türkiye 2020’de tarihinin en büyük net
borçlanmasını gerçekleştirmiş olacak.
Hatırlayalım: Türk Lirası’nın
değer kaybı temposunu hafifletmek için 2018-19’da kurulan devridaim
makinesi, esasen bankalardan alınan ödünç dövizlerle Merkez
Bankası’na kura müdahale imkanı sundu. Ancak bu ödünç alınanlar
dışında Merkez Bankası’nın dövizi kalmadı. Şimdi, devlet bankaları
aracılığıyla yapılan müdahaleler yeni bir Hazine-Devlet
Bankaları-Merkez Bankası üçgeni yaratıyor. Hazine görece daha uygun
koşullarda ama dövizle borçlanıyor, bu tahvilleri büyük oranda
kendilerine aktarılan para sayesinde devlet bankaları alıyor, bir
yandan da devlet bankaları dövize müdahale için kullanılıyor ve
kendilerine tanınmış döviz açık pozisyonu limitini aşıyorlar.
Dövize bu müdahalenin ekonomik rasyonalitesi, aşırı döviz
borçlusu şirketlere imkan sağlamak, kriz ortamında bir süreliğine
istikrar sunmaktı. Amaç hasıl olmuş duruyor. Ancak yan etki siyasal
iktidarın uygun bulduğu şekilde döviz riskinin
toplumsallaşması.
İLK GÜNAHTAN ARINMA SEANSI
Önce Columbia Üniversitesi’ne uzanalım. Profesör Katharina
Pistor’un içinde yer aldığı bir ekibin süregiden çalışmaları 1990-2017
döneminde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 23 ülkenin devlet
borcu sözleşmelerinin incelenmesine dayanıyor. 60 bin kontratı
inceleyerek yabancı para cinsinden borçlanma ve yabancı hukuk
düzenlemelerine göre borçlanma eğilimlerini tartışan Pistor, iyi
bilinen bir değişimin sayısal kanıtlarını sunuyor.
Buna göre yükselen piyasalar 1997-98 sonrasında belirgin bir
biçimde kendi para birimleri ve kendi yetki alanlarındaki
düzenlemelere göre borçlanma tercihi gütmüş durumdalar. Türkiye’nin
bu kervana 2002-03 sonrasında katılabildiğini biliyoruz. Sütten
ağzı yanan çeşitli küresel Güney ülkeleri yabancı para cinsi
borçlanmanın kriz sonrasında çok hızlı biçimde varlıkların el
değiştirmesine yol açtığını, Londra ya da New York mahkemelerinin
yetkili olduğu borç sözleşmelerininse yapılandırmalarda borçluyu
dezavantajlı kıldığını gördüler. Elbette sadece kendi para
biriminden ancak başka ülke hukuk düzenlemelerine göre borçlanan
Çin, ya da hem yabancı para biriminden hem de başka ülke hukuk
düzenlemelerine göre borçlanan Venezuela gibi son yirmi yılda bu
tercihlerinde pek değişiklik yapmayan az sayıda istisna mevcut.
Ancak Güney’in 21'inci yüzyılın başında finansal çalkantılara karşı
bir tampon oluşturduğunu görüyoruz. Popüler kullanıma atıfla buna
ilk günahtan arınma seansı ya da uğraşı diyebiliriz.
Peki, söz konusu seans ya da “günah çıkarma” sona erdi mi?
21'inci yüzyılın ilk on yılında bu tercihin arkasında 2002-06
arasında ve takiben 2009-15 arasında başta ABD olmak üzere merkez
ülkelerdeki para politikası tepkilerinin sağladığı olanaklar
yatıyordu. Henüz 2013-15 dönemeci sonrasında bu alanda ne olduğuna
dair yeterli bilimsel inceleme elimizde bulunmuyor. Eldeki sınırlı
verilerden ve geçmiş bilgilerden küresel finansal daralma ve
sonrasında pandeminin uluslararası para hiyerarşisinde daha alt
basamaklarda yer alan ülke devletlerinin kendi para birimlerinde
borçlanmasını zorlaştırdığını çıkarsayabiliriz.
Bu dönem zarfında Türkiye, kendi kategorisindeki diğer
ülkelerden farklı bir yönelim sergilemedi. Ancak son iki aydaki
çılgın borçlanmanın da etkisiyle 2020’de döviz cinsi borcun toplam
kamu borcuna oranı bakımından yükselen piyasa ortalamasının iki
katına ulaşan Türkiye artık diğerlerinden farklılaşıyor.
ŞİMDİ NEREDEYİZ?
2018 yılının ilk yedi ayında Hazine’nin net borçlanması 30 milyar TL
idi. 2019’da aynı dönem için bu miktar 96 milyar TL olarak
kaydedildi. 2020 yılında ise ilk yedi ayda 211 milyar TL net
borçlanma gördük! Bir seferlik gelirlerin dışarıda bırakıldığı faiz
dışı dengeye bakıldığında 2018 yılı ilk yedi ayında 29 milyar açık
verildiğini, 2019 yılında aynı dönem için 87 milyar açık
kaydedildiğini ve 2020 yılı ilk yedi ayında bu rakamın 133 milyar
TL’ye ulaştığını görüyoruz.
Hızla artan borç içinde döviz cinsi borcun oranı daha da hızlı
artıyor. Üstelik 2019 öncesinde görülmedik bir döviz cinsi iç borç
furyası yaşanıyor. Son 20 ayda yapılan döviz cinsi iç borçlanma
Hazine verilerine göre ağustos ayında yaklaşık 200 milyar Türk
Lirası'na denk düşüyor. Bu sayede 2020 yılında toplam (iç ve dış)
borç stoku içinde döviz cinsi borç yüzde 50’nin üzerine çıkmış
bulunuyor. Aynı zamanda borç alan üzerine daha fazla risk yıkan
değişken faizli borcun döviz stoku içindeki oranı da hızlı bir
şekilde artıyor.
.
Son sıçramanın döviz cinsi iç borçlanma sayesinde
gerçekleştiğini biliyoruz. Ancak daha korkutucu olan noktayı da
unutmayalım: Türkiye’nin merkezi yönetim iç borç stoku Haziran 2020
sonunda 983 milyar TL idi. Türkiye sadece iki ayda bu stokun
neredeyse onda biri (yüzde 8,5’i) kadar içeriden ve döviz cinsi
borçlandı.
BAYRAM VE SEYRAN
Türkiye neden bu kadar hızlı borçlanıyor sorusu, durumun
yarattığı/yaratacağı absürtlüklere şaşırmaya nazaran daha faydalı.
Hazine’nin olağanın dışında bir tempoyla borçlandığı dönemler,
yakın tarihte seçim/plebisitler tarafından ve sınır ötesine askeri
operasyonlar tarafından takip edildi. Rejimin sıkışmışlığı
nedeniyle askeri taşkınlıkların pişirildiği bir ortamda olabiliriz,
ancak net ifadelerde bulunmak uygun değil. Üstelik bu sefer dövizle
borçlanmak gibi kritik bir değişiklik mevcut.
Küresel finansal koşulların değişmesi öncesinde zaman kazanmaya
çalışan Erdoğan yönetiminin bir yandan da pandeminin etkisiyle zor
geçecek kış için hazırlık yapıyor olması daha olası duruyor. Çünkü
söz konusu işlemler aynı zamanda devlet bankalarının dövize
müdahale için bir süre daha kullanılabilmesi olasılığını artırıyor.
Diğer yandan, borçlanma temposu nedeniyle Türk Lirası faizleri
hızla yükselecekken, takip edilen yöntemle bu yükseliş biraz daha
zamana yayılıyor.
Dikkatli okuyucu, ağustosta faiz yükseldi, dövize müdahalede
nefes yetmediği için temmuz sonu ve ağustosta görüldüğü üzere kur
da yükseldi diyecektir. Elbette öyle. Zaten, Erdoğan yönetiminin
beklediği küresel finansal koşulların yeni imkanlar sağlayacağı an
gelmeden (muhtemelen sonbaharda) çalkantılar devam edecek.
Türkiye’nin otoriter ve neoliberal devleti başka bir dönemde
olsaydı borçlanmayı, Hazine teamüllerince yılın ilk aylarında
yapar, yurt içinde döviz cinsi borçlanmaz ya da çok az borçlanır,
dövizle borçlanacaksa esasen uluslararası piyasalarda
gerçekleştirirdi. Ancak risk primi oldukça yüksek bir ülke, sadece
yüksek faizle borçlanabilir. Yurt içinde faiz üzerinde ek bir baskı
oluşturmak istemiyor ve devlet bankalarını dövize müdahale için
kullanmak istiyorsanız yeni yaratıcı yollarla bilanço dışı riskleri
artırabilirsiniz. Son iki ayda yapılan budur.
Türkiye’de son iki yıldır Merkez Bankası ve ticari bankalar
arasında kurulu devridaim makinesine yapılan bu tarz tadilatlar
ancak ve ancak finansal riskin bütün sektöre daha önce görülmedik
boyutlarda sirayet etmesiyle gerçekleşebiliyor. Yönetimdekilerin
saati artık 2021’e ayarlı ve oldukça riskli. Ancak bu yöntemin
kendi dünya görüşlerince rasyonel olduğunu unutmamak gerekiyor.
Türkiye’nin döviz borcu kaynaklı risklerinin bir bölümü kamuya
geçti. Başka bir ifadeyle özel borçlar değil, riskler
toplumsallaştırılıyor. Bu tadilatların zaten aşırı yüklenilmiş
devridaim makinesine etkileri yakında netleşecek ve henüz
bilinmiyor. Ancak Erdoğan yönetiminin politik tercihleri ve birikim
rejiminin sorunları birlikte işleyerek Türkiye’yi borçlanma
pratikleri bakımından son yılların en ilginç vakalarından birisi
haline getiriyor.