Aylardır Covid-19 salgınına teslim olan küresel haber gündemine geçen hafta, ABD Başkanı Donald Trump'ın 23 günde görevden almak zorunda kaldığı ilk Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ile ilgili önemli bir gelişme takıldı. Amerikan Adalet Bakanlığı Flynn hakkındaki davanın düşürülmesi için harekete geçmişti. Haberlerin Amerikan medyasına sızmasının ardından Trump, davanın düşürülmesi için inisiyatif alan Adalet Bakanı William Barr’ı "tarih kitaplarına geçecek" cesareti için övgüleri boğdu. Oysa Trump ve Barr daha üç ay önce kamuoyu önünde kapışmışlardı. Barr, Başkan’ın yargının alanına giren konularda sosyal medyada yazdıklarının işini yapmasını imkansız hale getirdiğinden yakınmıştı. Ancak geçen hafta Flynn meselesi üzerinden anlaşıldı ki Barr’ı asıl rahatsız eden Trump’ın yargıya müdahale çabasının kendisinden ziyade Başkan’ın bunu kamuoyuna ifşa etmesiydi.
Trump yönetimi içindeki -üç yıldır türlü skandalların konusun olan- tuhaf ilişkileri bir kenara bırakıp Flynn davasının özüne dönelim. Flynn’e Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu 2017 yılında dönemin Washington’taki Rus Büyükelçisi Kislyak ile ilişkisini sakladığı suçlamasıyla dava açılmıştı. İddialardan biri de Ulusal Güvenlik Danışmanı olmadan önce Türkiye adına ABD’de lobicilik yapıp Türk hükümetinden para aldığını FARA çerçevesinde rapor etmemiş olmasıydı. Flynn, soruşturma kapsamında özel savcılıkla anlaşma yoluna gitti. Hem Rusya hükümetiyle kurduğu temaslar konusunda FBI’a yalan beyanda bulunduğunu, hem de Türk hükümetiyle doğrudan ilişki kurup Ankara’nın yönlendirmesi doğrultusunda ABD’de lobi yaptığını 1 Aralık 2017’de mahkeme önünde itiraf etti.
Savcılıkla yaptığı anlaşmanın bir sonucu olarak Flynn’e Türk hükümetiyle para ilişkisi hakkında zamanında yapması gereken yasal bildirimi yapmadığı için dava açılmadı. Flynn itirafçı olduğu için de davanın Rusya boyutuyla ilgili olarak cezaevine girmekten kurtuldu. Öte yandan soruşturmanın Türkiye boyutuyla ilgili olarak Flynn’in eski iş ortağı Bijan Rafiekian ile eski Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Ekim Alptekin hakkında "komplo kurmak ve Türk hükümetinin yasadışı ajanı olarak faaliyette bulunmak" suçlamalarıyla dava açıldı.
Türkiye ve Hollanda vatandaşlığı olan iş insanı Ekim Alptekin, Rusya’nın ABD’deki 2016 seçimlerine müdahalesini soruşturan Özel Savcı Robert Mueller tarafından 2017 yılının bahar aylarında soruşturmaya dahil edilmişti. Alptekin TAİK Başkanı olarak yıllık konferansa katılmak için gittiği Washington’da 24 Mayıs 2017 tarihinde Mueller’in ekibine ifade vermişti. Alptekin, Flynn Intel Group’a 2016 yılının Ağustos-Kasım ayları arasında yaptığı ödemelerin kendi cebinden çıktığını savunmuştu. Alptekin, Flynn’in şirketinden 15 Temmuz darbe girişiminin beyni olarak görülen Fetullah Gülen’in ABD’deki ağını deşifre edilmesi ve gerçek yüzünün Amerikan kamuoyunda anlatılması için danışmanlık hizmeti satın aldığını anlatmıştı. Alptekin bu ifadeyi verdikten birkaç gün sonra Türkiye’ye döndü. Kısa bir süre sonra Mueller’in ofisinden "ifadesini düzeltmesi" için yeniden davet aldı. Zira savcılık makamı Alptekin’in yalan beyanda bulunduğunu ve Flynn’in şirketine Türk hükümeti adına para ödediğini sakladığını düşünüyordu.
Ekim Alptekin bir daha Amerika’ya gitmedi. Dolayısıyla da Amerikan adalet sistemi önünde yaklaşık üç yıldır "kanun kaçağı", hakkında yakalama kararı var. Bu süreçte avukatları aracılığıyla mahkemeye çeşitli belgeler gönderdiğini geçen hafta Washington’da yaşayan Trumpçı analist Michael Doran’in YouTube kanalındaki röportaj vesilesiyle öğrendik. Bana kalırsa o röportajın en kıymetli bölümü Alptekin’in iddianamede kendisine atfedilen şifrelenmiş e-posta yazışmalarını kendisinin deşifre edilmiş biçimde savcılığa gönderdiğini söylemesiydi. Yazışmaların yapıldığı tarihte e-postaları şifrelemiş olmasına gerekçe olarak ise Gülen’in ABD’deki yasadışı faaliyetlerini deşifre etmek için yaptıkları hazırlıkları Gülencilerin olası takibinden koruma çabasını gösterdi. Yani aslında Amerikan hükümetinden bir şey saklama niyetleri yoktu!
Alptekin’in savcılık makamına avukatları aracılığıyla gönderdiğini söylediği e-postalarda bahsi geçen 19 Eylül 2016 tarihli toplantı savcılığın Flynn’in Türk hükümeti adına çalıştığı tezini kanıtlamak üzere kullandığı en önemli unsur. İddianamede o toplantıya katılan Türk bakanlar "Türk Bakan 1" ve "Türk Bakan 2" olarak kodlandı ve isimleri açıktan yazılmadı. Ancak iddianamenin açıklandığı tarihte yaşadığım Washington’da olayın tanıklarından o iki bakanın kim olduğunu dinlemiştim. Ekim Alptekin’in 19 Eylül 2016’da New York’taki Peninsula Oteli’nin bir toplantı odasında Michael Flynn ile buluşturduğu isimler Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak idi. Peninsula New York, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyetinin her sene Eylül'de Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantıları sırasında kaldıkları otel. Nitekim Flynn'in Türk bakanlarla bir araya geldiği o görüşme de 2016'daki BM Genel Kurulu haftasında gerçekleşmişti. Benim başka kanallardan edindiğim bu bilgiyi Ekim Alptekin, Haziran 2017’de Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök’e yazdığı mektupta doğruladı.
Özkök o görüşmeye katılan eski CIA Başkanı James Woolsey’in "Gülen’i kaçırıp gizlice Türkiye’ye getirmeyi konuştular" iddiasını yazısının başlığına çekmişti. Zaten o dönem Amerikan basını da hikayenin ucunu Woolsey'nin hezeyanları üzerinden tutmaya bayılıyordu. Halbuki Woolsey'nin de aslında Flynn'in şirketinden bağımsız olarak hem de onların kestiği faturanın 20 katı kadar bir ücret karşılığında -10 milyon dolar(!)- Türk hükümetine danışmanlık verme peşinde olduğunu neyse ki bir Reuters haberiyle öğrendik. Flynn gibi üç yıldızlı emekli bir Amerikan generalinin 500 bin dolar için gerçekten böyle bir öneri getirmiş olacağına Amerikan savcıların prim vermiş olması da başka bir muamma tabii.
Asıl konumuza dönersek… Ekim Alptekin o gün bugündür, Flynn ile AKP hükümeti arasında doğrudan teması doğrulasa da Albayrak ve Çavuşoğlu’nu Flynn’in şirketini tutmaya ikna edemediğini, o nedenle de çalışmayı bizzat kendi parasıyla yaptığını öne sürüyor. Kasım 2016’ya kadar Flynn Intel Group’a cebinden üç partide toplam 530 bin dolar ödeme yaptığını ancak işin lobi faaliyeti boyutunda istediği hizmeti alamadığı için bu paranın 80 bin dolarını geri aldığını ekliyor. Oysa savcılık makamı iddianameye bu 80 bin doların Türk hükümetinin Alptekin’e verdiği komisyon olduğu imasını eklemişti. Dahası iddianameye göre Alptekin’in sahibi olduğu Inovo BV isimli şirket Hollanda merkezli olmasına rağmen Flynn Intel Group’a ödemenin Alptekin’in Türkiye’deki hesabından yapılmış olması paranın aslında Türk hükümetinden geldiği tezini güçlendiren bir unsurdu. Alptekin ise bu iddia karşısında o dönem acil transfer istendiği için parayı Türkiye hesabından çıkartmak zorunda kaldığını belirtirken "Eğer Hollanda şirketinin mantığı Türk ayağını gizlemek olsaydı neden Türk hesabımdan ödeme yapayım?" diye soruyor.
Öte yandan Alptekin’le aynı suçlamalardan yargılanan Bijan Rafiekian’ın mahkeme sürecinde savcılığın, dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın Flynn Intel Group’un ABD’de yapacağı propaganda çalışması için onay verdiği iddiasını kanıtlamak için Alptekin ile Rafiekian’ın Ekim 2016’daki bazı mesajlaşmalarını delil olarak sunduğunu da hatırlatmak gerek.
Bugün itibarıyla Alptekin de, savcılık da kendi tezlerinden geri adım atmış değil. Ancak Alptekin’le birlikte yargılanan Flynn’in o dönemki ortağı Bijan Rafiekian sekiz ay önce delil yetersizliğinden beraat etti. Savcılık ise kararı temyize götürdü. Bu demek oluyor ki eğer Alptekin de üç yıl içinde teslim olup Amerikan mahkemesindeki yargılamaya katılsaydı kuvvetle muhtemel o da delil yetersizliğinden beraat edecekti. Michael Doran ile geçen hafta yaptığı sohbetten anladığım Alptekin sonunda beraat etme ihtimali olsa da en az birkaç senesini cezaevinde geçirme riskini almak istemiyor.
Başından beri takip ettiğim bu davada benim kafama takılan asıl nokta ise Ankara’nın derin sessizliği. Albayrak ve Çavuşoğlu iddiaların ortaya dökülmesinden bugüne bu konuda adeta ölü taklidi yaptılar. Türk hükümetinin halihazırda bakanlık yapan iki ismiyle eski başbakanının fotoğraflarının dosyaya girdiği bir davanın duruşmalarında Virginia’daki mahkeme salonunda Türk Büyükelçiliği’nden kimse yoktu mesela. Üç yıldır "Gülen'in gerçek yüzünü Amerikalılara anlatmayı bir vatan borcu bildim, o nedenle kendi cebimden o kadar para harcadım" diyen Ekim Alptekin'e sahip çıkan tek bir açıklama dahi duyduğumuzu da hatırlamıyorum. İnsan gerçekten merak ediyor!