Yılmaz Güney’in 'Yol'undan göstergelerin Doğu’suna
Yılmaz Güney, kendi dizgeleriyle yeniden kurduğu Doğu’sunda yaşam-ölüm, aşk-töre, tutsaklık-özgürlük, sadakat-ihanet gibi çatışmaların inşasını Doğu’ya dair klişeleşmiş töre-namus anlatılarını aşarak ve alışılageldik melodram kalıplarından sıyrılarak gerçekleştirir.
Eylül Deniz Yaşar*
Acı, baskı, yoksulluk, kan ve gözyaşı Kürt halkının kaderi değildir. Biz kendi toprağımızda, kendi dilimizde aşk ve özgürlük türküleri söylemek istiyoruz. (Yılmaz Güney)
Yılmaz Güney'in “Yol” filmi ile Altın Palmiye'yi kazanmasının sene-i devriyesine geldik. Başka pek çok uluslararası ödül ile birlikte Cannes Film Festivali’nin büyük ödülü olan Altın Palmiye (Palme d’Or) ödülünü 1982 yılında kazanan Yol (Uluslararası başlığı: The Road) Yılmaz Güney’in Isparta Yarı-açık Cezaevi’nde tutuklu bulunduğu sırada senaryosunu kaleme aldığı bir film. Tutsak bir yönetmenin filmi olarak hapishaneden izinle çıkan beş mahpusun öyküsünü konu alması film açısından oldukça özgün bir yönetmen-konu bağını oluşturuyor. Tıpkı hikâyelerini konu aldığı kahramanlar gibi kendisi de film çekimleri sürerken tutuklu bulunan ve 1975-1881 yılları arasında tutuklu kaldıktan sonra izinle dışarı çıkan Yılmaz Güney, hapishaneden firar ettikten sonra İsviçre’de, filmin zor bela yurtdışına götürülen negatifleri üzerinden filmin montaj ve kurgusunu tamamladı. Belki de bu nedenle hem senaryo aşamasında verdiği büyük uğraşlar hem de filmin son haline geldiği kurgu koltuğunda oturanın Güney olması nedeniyle yönetmen künyesinde Şerif Gören adı yazıyor olsa da (ve çekimler gerçekten de Şerif Gören yönetmenliğinde yapılmıştır) Yol, “Bir Yılmaz Güney Filmi” (1) olarak uluslararası izleyici ile buluştu.
CANNES 1982'DEN BUGÜNE YOL'UN SÜRGÜN KİMLİĞİ
Filmin başlığı izleyicinin karşısına bir soru koyuyor: Yol, hangi yol? Nereye gidiyor? Nereden geliyor bu yol? Filmin ilk on dakikasından sonra yol kendi gizemini yavaşça açık eder. Ancak filmin sonuna kadar belirlenmiş bir yol yoktur. Yol, genel olarak karakterlerin içinde bulunduğu haldir. Yol, beş mahpusun kendilerini bekleyen belirsiz sonlara gidişleridir. Dönecekleri tek yer tekrar hapishane olan beş mahpusun olduğu kadar yönetmen Güney’in kendi sürgünlüğüdür. İçinde ayrı bir yaşantının yeniden kurulduğu süreklileşmiş bir yolda olma halidir. Yılmaz Güney Yol’da anlatmak istediği şeyi filmin özlü bir açılış yazısında şöyle ifade eder: “Hüznün sayısız tonu, birçok yüzü, vardır; çiçekler, kuşlar, rüzgârlar gibi. Ben, bazı yakın arkadaşlarım aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya çalıştım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da.” (2) Dolayısıyla Yol, hüznün, sevginin ve kederin ifadesidir…
80-84 arası Güney ile birlikte çalışan ve hem film negatiflerinin hem Yılmaz Güney’in yurtdışına çıkışına yardım eden dostlarından biri olan Yol’un İsviçreli yapımcısı Edi Hubschmid’in aktardığına göre “ödül törenine katıldığında bile Interpol onun peşindeydi. Cannes Film Festivali'nin direktörü, Güney'i sadece festival süresince koruyabileceğini söyledi. Ve öyle de yaptı.”(3) Yani ödülü kucakladığı anın bir sonrasında, adımını kırmızı halıdan dışarı atar atmaz sonu belirsiz bir yol bekliyordu hem Yol’u hem de Yılmaz Güney’i. Bu zorlu şartlar altında Cannes’a giden Yol’un Altın Palmiye’yi paylaştığı “Kayıp” (Missing) filminin Yunanistanlı yönetmeni Costa Gavras ödül töreninde Yılmaz Güney’le sahnede buluşma anını nasıl hatırladığı sorulduğunda şu yanıtı veriyordu: “Harika bir andı, tek kelimeyle harika! Pek çok insan sahnede kan çıkacak diye düşünüyordu. Oysa Yılmaz ile ben, birbirimizi tanımadığımız halde sahnede birbirimizi görür görmez sarıldık.” (4)
Yılmaz Güney’in nice zorluğun içinden sıyrılıp gelerek Yol’u ulaştırdığı “harika an”ın hemen ardından başka zorlu zamanlara doğru ilerlemesi uzun sürmedi… Ödül törenine gidene kadar gizlilik şartları altında ve her an montajı tamamlanamadan yarım kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Yol, yönetmeninin kaderini paylaşıyordu. Film, Türkiye’de 17 yıl boyunca yasaklı kaldı. “Yol’un Türkiye'de ilk gösterimi 12 Şubat 1999'da gerçekleşebildi.” (5) Yani Yol’un sürgünlüğü, kaderini paylaştığı yönetmeni Yılmaz Güney yaşamını yitirdikten tam 15 yıl sonra sona erdi ve Yol, yönetmeninin mücadelesini devralarak 15 yıllık bir hasretin ardından Türkiye’ye geri döndü.
YOL'UN POLİTİK ÖZÜ VE KÜRT MİTİ
Güney’in kendine özgü anlatısı ve hasbehas Kürt sinema dili ile bezediği Yol, 80 darbesinin toplumdaki dolaysız yansımaları, yoksulluk, askeri ve politik baskılar, feodal gericilik ve dinsel fanatizm gibi pek çok sınıfsal-toplumsal-politik temayı içermekle beraber bunlar filmin tematik yapısında çevre öğeleri oluşturur. Gerçekten de “Yol'da, filmi klasik anlamda "politik" kılan tek bir sloganla, tek bir "politik mesajla" karşılaşmıyoruz. O halde sormak gerekir: Güney filmlerini "politik" kılan, Türkiye'deki politik rejim tarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba?” (6) Karakterlerin tutsaklık, özgürlük ve töre ekseninde açığa çıkan merkezi çelişkisi olarak Kürt gerçekliğinin bir temsiline dönüşmüştür. İşte Yol’u 17 yıl boyunca yasaklı tutmaya yetecek denli sakıncalı politik kimliğinin özünde Türkiye sinemasında o zamana kadar gizli kalan Kürt kimliğinin açığa çıkması yatar.
Yol’un büyük bölümü yolculuk halinde geçer; belirlenmiş, sabit bir mekânı yoktur. Ancak yolculuğun kendisi ve varış noktalarında olayların düğümlenip çözüldüğü esas mekân Kürt coğrafyasıdır. İmralı Yarı Açık Cezaevi, Konya, Adana, Şanlıurfa, Fırat-Birecik, Gaziantep ve Diyarbakır olmak üzere filmdeki olaylar sürekli değişen iller ve bu iller içinde değişen mekânlarda gerçekleşir. İktidar ilişkilerinin yeniden üretildiği, doğal ve toplumsal farklılıkların üzerinde şekillendiği alanlar olarak bu mekânlar, Kürt yurttaşların kültürel ilişkilerinin ve devletin kendileri ile sürekli girdiği antagonist ilişkinin göstergeleridir.
80 darbesinin kendi tahakkümünü Kürt coğrafyasında nasıl yeniden ürettiğini de her bir karakterin öyküsü boyunca izleriz. Filmdeki karakterlerin hem devlet hem aile hem töre hem de kendi özgürlükleri ile kurdukları çatışmalı ilişki, Kürt kimliği ve Kürt coğrafyasının kültürel kodlarını taşır. Yılmaz Güney, kendi dizgeleriyle yeniden kurduğu Doğu’sunda yaşam-ölüm, aşk-töre, tutsaklık-özgürlük, sadakat-ihanet gibi çatışmaların inşasını Doğu’ya dair klişeleşmiş töre-namus anlatılarını aşarak ve alışılageldik melodram kalıplarından sıyrılarak gerçekleştirir. Yoksul Kürt imgesini ortaya çıkarmaya yönelik güçlü fırça vuruşları tren yolculuklarında, mahalle ve köy sokaklarındaki insan manzaralarından belirginleşir. Adeta belgesel görüntüleriymiş gibi çıplak şekilde devlet şiddetini ve baskısına gönderme yapan çoğu sahnesi ile film dönemi itibariyle Kürt yurttaş temsilini sinemaya taşıyarak Türk mitinden sıyrılmış yeni bir tarih anlatısı ortaya koyar ve kendi mitini yaratır. “Sinemada Kürt” olarak Yol filmdeki başkarakterler, Türkiye’nin Doğu’suna ilişkin Türk bakışıyla oluşturulan Kürt göstergelerini kopya etmez. Yol, gerçekçi anlatımına eşlik eden şiirsel imajların muhteşem geçişleri ile görsel açıdan burjuva sanatının boş biçim-içerik tartışmalarını aşar. Yol’un lirizme ulaşan kimi sahneleri ise toplumcu sinemanın, “sanat için sanat” sinemasına verdiği estetik bir yanıta dönüşür: “Köylülerin kaçakçıların vurulmuş cesetleri önünde geçit yaptıkları bölüm veya genç ve güzel gelinin karlı dağ tepesinde ölüme doğru yürüyüşü gibi… Film, hiçbir anında ‘natüralizm’ tuzağına düşmemektedir: Dramatik ve plastik çileciliği (ascètisme), onu bu tehlikeden sürekli olarak korumaktadır.” (7)
'YOL, HALKIMIN SUSTURULAMAYAN SESİDİR'
Türkiye'ye ilk kez Altın Palmiye kazandıran yönetmen olma unvanını taşıyan Yılmaz Güney’in “geri dönme çağrısına uymadığı” gerekçesiyle hemen bir yıl sonra, 1983’te "Türk vatandaşlığı"ndan çıkarılması bir garip ikilem olarak Türkiye sinema tarihinin kendine yabancılaşmasıdır. Dolayısıyla, değeri uluslar arası ölçekte tescillenen Yol’un kazandığı Altın Palmiye, Yılmaz Güney şahsında Kürt halkının ve Kürt sinemasının nişanesi olarak anılmayı hak eder. “Türk sineması” gizli öznesini içkin olarak barındıran nam-ı diğer “yerli sinema”nın, son nefesini sürgünde veren Yılmaz Güney’i anlamaya ve anlatmaya çalışmadığı, onu mücadelesi ve Kürt kimliği ile tanımadığı ve savunmadığı sürece, Yol’un 26 Mayıs 1982’de kucakladığı ödüle dair ne tür bir hak iddia edebileceği sorusu estetiğin değil, politik vicdanın ve etiğin konusudur.
Güney sinemasının en karakteristik özelliklerini taşıyan Yol, öyküsünden karakterlerine, coğrafyalarından müziklerine kadar pek çok unsuru ile Türk sinemasının anlatı tekniklerinden kökten bir kopuşun ifadesidir. Bu yönüyle Yol, Yılmaz Güney’in, Türkiye’de politik sinemanın radikal bir kurucusu olması dışında Kürt sinemasının da kurucu isimlerinden biri olarak dünya sinemasına Kürt bakışını taşıdığı bir yola dönüşmüştür. “Doğu’nun ele alınışında amaçlanabilecek olan şey (gözümüze çok çekici de gözükseler) başka simgeler değil, bir başka doğa-ötesi, bir başka bilgelik de değil; simgesel dizgelerin özelliğinde bir fark, bir değişim, bir devrim olanağıdır.” (8) İşte Türkiye’nin Doğu’suna dair bir anlatı olma niteliği taşıyan “Yol” filmi de belki de simgesel dizgelerindeki bu devrim olanağı ile merkez akım Türkiye sinemasının en politik olanlarının bile izleyiciye sürekli olarak dayattığı kalıp simgeler arasından sıyrılıp yeniden okunması gereken romansı bir dizgeye dönüşür. “Yol, halkımın susturulamayan sesidir! Selam… Bin Selam!” (9) diyordu Yılmaz Güney. Öyle ki aradan geçen 36 yılda yolcular değişse de yol baki kaldı. Sansüre ve yasaklamalara rağmen ne Yol’un ne de sürgün Kürt yönetmen Yılmaz Güney’in adı mücadelenin ve sinemanın kesişen tarihinden silinmedi, her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da!
Kaynaklar:
1- Onaran,A.Ş. (1995). Türk Sineması-2, Ankara: Kitle,s. 52’de:“Belli ölçülerde kendi yönergesine göre Şerif Gören’in çektiği, ama kurgusunu kendi gerçekleştirdiği ‘Yol’, emeğin çoğu Yılmaz Güney’e ait olduğu için bir Yılmaz Güney filmidir. Çünkü bir filmin belkemiğini senaryo oluşturduğu gibi, yaratıda sadece bir malzeme oluşturan bir kurdelayı sanat eseri haline getiren çaba kurgu olduğuna göre, bu savımızın geçerliliği ortadadır. (Yine de çekimi yapan yönetmenin emeği yadsınmamak koşulu ile.)”
2- Yol filmi, 00:09’daki açılış yazısı
3- Hubschmid, E. (2016, 26 Kasım) . Memories of Kurdish filmmaker Yılmaz Güney (Kameran Subhan). Rudaw.
4- Gavras, C.( 2013, 11 Nisan). Kan bekliyorlardı, birbirimize sarıldık (Nil Kural). Milliyet.
5- Özgüç, A.(2005). Bütün Fimleriyle Yılmaz Güney. İstanbul: Agora Kitaplığ
6- Baker, U.Şok ve Beyin: Yılmaz Güney Sineması Üzerine. Körotonomedya.
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,146,0,0,1,0
7- Martin M.(1988). La Revue du Cinema, Yılmaz Güney Kitabı, Atilla Dorsay, İstanbul: Varlık. S. 216-217
8- Barthes, R.(2016). Göstergeler İmparatorluğu (Çev. Tahsin Yücel). İstanbul: YKY. S.11
9- Güney, Yılmaz. Yol, halkımın susturulamayan sesidir. Siyasal Yazılar Cilt III. S.18
https://issuu.com/buraksoyhan/docs/s__yas___yazilar_3b_-_yilmaz_g__ney
*Video aktivisti