Yılmaz Şener: Romanda gerçeklik her şeyin üstündedir
Yılmaz Şener'in son romanı Kör Adım, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Şener, "Edebiyat biraz da dert işidir; kendi derdini anlatmaktan çok, başkalarının derdini anlamaktır" dedi.
DUVAR - Yazar Yılmaz Şener, Son Hikâye ve Bilinmeyen adlı eserlerinin ardından İthaki Yayınları tarafından yayımlanan son romanı Kör Adım ile okurlarıyla buluştu.
Kör Adım'da, Mehmet’in Ömer’e dönüşme sürecini okurken, karakterin bir yarısı normal, sıradan bir yaşam sürdürme peşindeyken, diğeri sürekli sorular sorup bu normalliği yok ediyor. İçeriden dışarıya, insandan topluma ve ülkeye dair sorular soran ve sorgulayan bir hesaplaşma romanı ile karşı karşıyayız.
Başkahramanın üç farklı dönemini üç farklı şehirde anlatıyor Şener. Alıştığımız büyüme hikâyelerinin kalıplarını yıkan kurgusuyla, zaman zaman iyilik ve kötülük kavramlarını ele alan, zaman zaman hayatın ve ölümün iç içeliğine dair konuşan, küçük ayrıntılarla ve ince mizahıyla okuru diri tutan bir roman Kör Adım.
“Bir edebiyatçı olarak yazarın, yaşadığımız hayatın sorunları karşısında, durusu ve yazdıklarıyla görevci bir anlayışta olması da gerekir “diyen Yılmaz Şener'le Kör Adım üzerine konuştuk.
'BENİ YAZMAYA BAĞLAYAN ROMANIN İÇERDİĞİ GERÇEKLİKTİ'
Yeni romanınız Kör Adım, kısa sürede yeni baskı yaptı. Kitaba olan ilgi belirgin bir biçimde görülüyor. İnsanlar artık yeni isimleri ve yeni söylemler sunan kitapları okumak istiyor. Kör Adım’a olan ilgiyi buna bağlayabilir miyiz?
Kör Adım’ı yazarken aklımda olan ilk şey, gerçeklikten kopmadan bir roman yazmaktı. Ve en önemlisi, iyi bir hikâye olmasıydı. Bu ikisini bir araya getirdiğimde yazmaya başladım. Ne yazdığımın farkındaydım; tanıdık karakterler, tanıdık bir coğrafya ve tanıdık bir dönem. Yazarken çok keyif aldım. Karakterlerin arasında geziniyor, onlarla iletişim kuruyordum. Bazen bir hafta boyunca yazmadığım ve karakterleri özlediğim oluyordu. Romanla bir bağ kurmuştum adeta. Diğer kitaplarımda yaşamadığım bir histi. Romanın içerdiği gerçeklikti beni yazdıklarıma bağlayan. Bence gerçeklik, her şeyin üstündedir. Benim açımdan daha tatminkâr olması da bu yüzdendi.
'BİR İNSANIN ÜÇ DÖNEMİNİ ANLATTIM'
Kitabın başkahramanı Ömer ilginç bir karakter. Mehmet olan ismi değişiyor ve Ömer oluyor. Ve o günden sonra tüm hayatı, önü alınamaz bir şekilde tamamen değişiyor. Mehmet ya da diğer adıyla Ömer kimdir?
Roman, bir insanın üç dönemini anlatıyor. Bakmak, Duymak ve Anlamak olarak bu üç dönemi isimlendirdim. Son bölüm Hissetmek ise, kitabın finali. Mehmet’le başlayıp Ömer’e dönüşen ve tekrar Ömer’den Mehmet’e varmaya çalışan bir insanın karşısına çıkan derin hakikatler, onu bir çok açıdan yaralıyor.
Çocuklukta şahit olduğu bir olay, onu ömrü boyunca etkiler. Ona suskunluğu aşılayan bu olayı ömrü boyunca unutmaz. Sadece ismi değildir onu değiştiren, aslında hayattır onu değiştiren. Ama o, gerçekleri değil, hayatı görmek istediği şekilde görmeye çalışır. Ama biliriz ki, insan sussa da bildikleri susmaz.
Romanda işlenen iki cinayet var. Hatta bu cinayetler, Ömer’in tamamen değişmesine de neden oluyor. Çok önemli bir konu olmasına rağmen, kitapta hep yan konu olarak kalıyor. Bir nevi satır aralarında kalıyor. Bir söyleşinizde, bu cinayetlerin gerçekten yaşandığını söylemiştiniz. Madem öyle, neden hep geride kalıyor bu olay?
O iki yaşlı insan gerçekten de öldürüldü. Sanki bu olay hiç yaşanmamış gibi hayatın satır aralarında kaldı. Normal bir ülkede toplumu ayağa kaldırabilecek bu olayın değil insanları ayağa kaldırmak, hemen üstü kapatıldı. Aslında buna vurgu yapmaya çalıştım. Evet, o yaşanan şeyin gerçekliğine ancak bu şekilde vurgu yapabilirdim; ortada, öldürülen iki yaşlı insan var ama bu sadece küçük bir haber olarak kalıyor. Kitapta da öyle; o iki yaşlı insanın ölümünü, konu tekrar açılınca okurlar anımsıyor. Satır aralarında kaybolup gidiyor.
Romanda sizi en çok etkileyen bölüm hangisiydi?
İlk bölümde Ömer’in bir duvar üstünde sigara içerken yaşadıklarıyla, finaldeki bölümün bağlantısı. Arada 30 yıllık zamansal bir fark olmasına rağmen, o iki kişi yine de bir iletişim kuruyor. Bu iletişim, kitapta en çok hoşuma giden kısım. O bölümleri yazarken adeta o bahçeye gitmiş gibi oldum. Karakterlerin yaşadığı şeyleri derinden hissettim.
'SOSYAL MEDYANIN OLUMSUZ YÖNÜ DAHA FAZLA'
Özellikle sosyal medyanın iletişim konusunda tüm duvarları ortadan kaldırmasıyla beraber, yazarla okur arasındaki o mesafe de kalkmış oldu. Sizce bu olumlu bir şey midir? Konuya yaklaşımınız nedir?
Aslında her şeyde olduğu gibi bu da kişinin nasıl kullandığına bağlı. Bence olumsuz yönü daha fazla. Yazar hiçbir şekilde kitapla okur arasına girmemeli. Metnin gizemi, yazarın görünmemesine bağlı bence. Bir insanı tanıdığımızda, yazdıklarına olan yaklaşımımız daha farklı oluyor. Okuduğumuz her cümleyi o kişinin kimliğiyle ilişkilendiririz. Ve genellikle çok yakından tanıdıklarımızın yazdıklarını okumayız. Bence kitaplar bu ilişkinin kurbanı oluyor. O yüzden romanı yazdıktan sonra yazar geri çekilmeli. Metnin selameti açısından en doğrusu bu.
'EDEBİYAT DERT İŞİDİR'
Edebiyatın hayatınızdaki yeri nedir? İnsan neden yazmak ister?
Edebiyat biraz da dert işidir; kendi derdini anlatmaktan çok, başkalarının derdini anlamaktır. Bence çok konuşandan değil, çok dinleyenden iyi yazar çıkar. Dinlemek salt kulakla icra edilen bir duyusal eylem değildir elbette; bakmak da bir duyma biçimidir. Görmek dediğimiz şey de tam olarak budur; baktığımız şeyi duymak.
Yeni roman çalışmanız var mı?
Evet, var. Ama bu kez iki yıllık bir ara olmayacak, daha erkenden çıkarmayı düşünüyorum yeni romanı.