Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz mealen “hayır cephesi parçalı bir yapı, farklı gerekçelerle hayır diyen farklı kesimler var” derken NTV ekranındaki hafifseyici yüz ifadesi görülmeye değerdi. Oysa blok oy olmayışı “hayırın” zaafı değil gücü. Kıymetli, demokratik tavır, saflaşmaya itiraz ve itirazını öncelikle ait olduğu kesime karşı yükseltebilmek.
Kimlik siyaseti ile demokrasinin güçlenemediğini gösterdi, Ak Partili yıllar. Önceki dönemlerde kimliklerin inkarıyla, yok sayılmasıyla, ulus potasında eritilerek yok edilmek istenmesiyle maluldü demokrasimiz. Ak Parti iktidarının son yıllarında ise muktedir kılınan dindar kimliğin, diğerlerine tahakküm arzusu nedeniyle yara aldı demokrasi.
Hayır oyunda ortaklaşanların çeşitliliği, kendi gerekçeleri ve söylemleriyle kendi kampanyalarını yürütmüş olmaları, geleceğin siyasetini belirlemeye aday. Etnik, dini, sosyolojik, kültürel farklılıkları yok saymadan “politik toplum” olunabileceğinin göstergesi. Belki çok erken bir yorum ama yıllar boyu demokratik olgunluk arayışımız meyvesini vermiş gibi.
Daha farklı bir söyleyişle yeni hükümet sistemine izin veren “evet” bloku değil özgür iradeleriyle “hayır” diyen bireyler kuracak geleceği. Şüphesiz pek yakın olmayan bir geleceği… Ama illa ki gelecek olan o gelecekte, kendi kimlikleriyle bireysel davranış sergileyebilen özgür insanlarla, siyasal düzlemde saflaşmanın ötesine geçip “normalleşme” mümkün olabilecek. Demokrasi dibe vurmuş olsa da…
28 Şubat süreci ve 1999 ekonomik krizinden sonra Ak Partinin gelişiyle yaşanan pek çok alandaki hızlı iyileşme, böyle dibe vuruştan sonraki ilk hızlı yükseliş gibiydi. O zaman AB çıpası kolaylaştırmıştı yükselişi. 25 Nisan'da AKPM oylamasından çıkan sonuç Türkiye’yi, 2004 öncesi denetim günlerine geri götürdüğü için, sonucun zaten uzun zamandır yerinde sayan AB müzakere sürecini de olumsuz etkileyeceği aşikar.
28 Şubat post-modern darbe sürecinde geçirdiğimiz denetim süreci, Ak Parti reformlarıyla 2004’te sona ermişti. Bir anlamda Ak Parti Türkiye’ye kazandırdığı ne varsa hepsini kendi eliyle geri aldı.
Dışişleri Bakanlığı, oylama sonucu yaptığı ilk açıklamada siyasi operasyon diyerek islamafobik, yabancı karşıtı çevrelerle terör örgütlerinin Avrupa’daki uzantılarının kararda etkili olduğunu söyledi. Ama biliyoruz ki demokrasimiz aşırı zaafa düştüğü için Türkiye, oylama konusu oldu. Tıpkı 1996’dan sonra yani 28 şubat darbe sürecinde olduğu gibi insan hakları ve hukuk devleti kriterlerine aykırı uygulamalar yaşanmakta olduğunu biliyoruz. AKPM oylaması, Türkiye’yi o eski darbe günlerindeki denetim sürecine, darbe günlerindeki gibi hukuksuzluklar yaşandığı için geri gönderdi. “Üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü” söylemiyle hem ülkenin hem Avrupa’nın güvenini kazanan Ak Parti bizi, çıkarmış olduğu yere geri gönderdi, son yıllardaki eylem ve söylemiyle.
AB ve AKPM süreçlerine de bakmaksızın vaktiyle Ak Partiye oy verenler içindeki pek çok dindar, zaten darbe dönemlerinde yapılanların, kendi iktidarları eliyle tekrar ediliyor oluşuna itirazla “hayır ”demişti. Dünün mazlumu bugünün zalimi olmaya itiraz emişti. Şimdi AB desteği de kalmayacak olmasına rağmen kendi yağımızla kavrularak, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti niteliğini pekiştirecek yeni bir siyaset dili ve yeni politikalar üretmeyi becerebilmek durumundayız.
Parti mi kurulur, sivil toplum örgütlenmeleriyle mi yürür hep birlikte yaşar ve görürüz. Farklı mensubiyetlerin aynı siyasal davranışta, tercihte ortaklaşması, yeni farlı tiplerde politik örgütlenmelerle tanıştıracak ülkemizi yakın gelecekte.
Bu gerçeği iktidar da görmüş olmalı ki yeni örgütlenme ihtimallerine karşı kendince tedbir niyetine hayır tercihini CHP ile özdeşleştirmeye çalışıyor. İktidar adına konuşurken “mahkemeleri sokakları bırakıp millete dönük siyaset yapsınlar” deyişi Cevdet Yılmaz’ın, “hayır”ı CHP’ye indirgeme çabası. Bir bakıma CHP’ye rağmen bunca yükselebilmiş olan hayır oylarını, alternatif siyaset ve muhalefet üretme ihtimaline karşı “önemsizleştirme” gayreti. Aslında iktidar açısından, hayır oranının, ne denli endişe kaynağı olduğunun göstergesi…
Bir diğer sorun da iktidarın, sokakları da tekrar “suç mahalli” sayma eğilimine girmesi. Hatırlanmalı hukuka, mahkemelere herkesin ihtiyacı olduğu gibi sokaklar da herkese ait. 15 Temmuz’da gördük, yaşadık sokakların önemini.
Gezide horlanan, 15 Temmuz'da kutsanan o aynı sokaklar hepimizin. Millete dönük siyaset de sokaklardan yüz çevirmemekle mümkün.