Çok yakın geçmişte “gizli tanıklar” hakkında epeyce yazı yayımlamıştım. Bu yazıların birinde Dr. Candaş Gürol’un bir yazısından hareketle bu "gizliler" meselesinin Avrupa Ceza Hukuku’nda nasıl değerlendirildiğine değinmiştim. Bu değerlendirme en başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları içinde yer alan şu görüşe de yer veriyordu: "…mahkûmiyet hükmü tek başına ismi saklı olan ve sanıkla dolaylı dahi olsa karşılıklılık ilişkisine girmemiş olan bir veya birkaç tanığın beyanlarına dayandırılmamalıdır."
“Bundan doğal ne olabilir!” dediğinizi duyar gibiyim ama siz gelin de bu içtihadı “Türk Adalet Sistemi”ne anlatın…
Konumuza-sorunumuza ilişkin yazılardan bir diğeri de Diyarbakır’da Gülsüm Koç’a iki “gizli tanık” marifetiyle müebbet hapis cezası kesilen davayla ilgiliydi. Gülsüm Koç bir polis aracına silahlı saldırıda bulunmaktan dolayı yargılanmış, sonunda beraat etmiş ancak bu kez (“Devlet” bir kere peşine düşmeye görsün) “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
Bu davanın konumuzu doğrudan ilgilendiren faslına gelince: “Gerekçeli karar”ın açıklanmasıyla söz konusu kararın iki “gizli tanık”ın tanıklıklarını esas aldığı anlaşılıyordu. Bu “gizli tanık”lardan dosyada “Avcı” ve “Kanarya” olarak söz ediliyordu. Sormuştum o zaman: Merak ediyorum doğrusu; “gizli tanıklar”ın bu tuhaf isimlerle anılmasına kim karar veriyor acaba? “Gizli tanık”ların kendileri mi, yoksa savcı ya da mahkeme başkanı mı?
Uzatıyorum biliyorum ama “Avcı”nın bir otomobilin içinde gördüğü iki kadından birisinin Gülsüm olduğunu nasıl tespit ettiğine ilişkin sözleri de ibretlikti: “Genç olmam nedeniyle köşede caddeye doğru bakan kıza ayrıntılı olarak bir şekilde bakmıştım. Bu nedenle özelliklerini gördüm…”(!)
“Gizli tanık”lardan söz açıldığında “gizli tanık Efe”yi hatırlamadan olmaz. “İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası” çerçevesinde tanıklık yapan "Efe"ye sanık Dursun Çiçek'in yönelttiği sorulara alınan cevaplar mesela: Çiçek''in "Beni net olarak hatırladığınızı söylüyorsunuz. Üzerimde ne renk elbise vardı?" sorusunu "Efe", "Yeşil renkli bir elbise vardı" diyerek cevaplıyor. Çiçek'in "Ben denizciyim" hatırlatması üzerine "Gizli Tanık"ın "Pardon, diğerleri yeşildi, sizde beyaz vardı" cevabına yöneldiği gözleniyor. Bitmedi, Çiçek bu elbisenin rengi konusunda "Efe"ye şu hatırlatmayı da yapıyor: "Denizciler beyaz giymez ocak ayında, siyah giyer."
Bu çerçevede yazıda davanın iddianamesinin "Gizli Tanık Efe"ye ilişkin Cihaner'in avukatı Turgut Kazan'ın -o dönemde tabii ki- dile getirdiği bir iddiayı atlamayalım: Kazan’a göre, Cihaner'in Yargıtay'da görülmekte olan davasında şikayetçi olarak adı geçen İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt'un imzası ile Erzurum'da görülmekte olan davanın ''gizli tanıklar"ından ''Efe''nin imzası arasında büyük benzerlik bulunmaktadır.
(Kazan'ın bu "iddiası”nın sonradan nasıl gerçek çıktığını hatırlıyorsunuzdur muhakkak.)
“Gizli tanıklar” meselesine niçin girdiğimi tahmin ediyorsunuzdur. Bu “kanaryalar” ile bir büyük dava duruşmasında Ahmet Altan’ın dirayetli savunması içinde de karşılaşıyoruz. Savunma (“tam metin”den okunduğunda) ülkedeki adalet sisteminin nasıl işlediğini iddianameden örneklerle güzel anlatıyor doğrusu. Altan’ın savunmanın hemen başında yaptığı şu değerlendirmeye bakın:
“İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.”
Duruşmayı yurtiçi ve dışından izleyen pek çok kişi arasında Dursun Çiçek’in yer alması doğrusu bambaşka bir anlama sahipti. Biraz önce hatırlattığım “gizli tanık” hikayelerinden kamuoyunun yakinen tanıdığı Dursun Çiçek’in bir dönem yayın yönetmenliğini Ahmet Altan’ın üstlendiği Taraf gazetesinin de araya girdiği Ergenekon davasından 5 yıl hapis cezası çektiğini unutmayalım. Çiçek, “kin duygusu olmadığını”, “Altanlar için adalet talebiyle” duruşmaya geldiğini açıklıyordu. Ne güzel! Hikayesinin tamamını (mesela tek bir örnekle söyleyecek olursak: Yönetimi nasıl değişti, demirbaş yazarları nasıl malum köşelere savruldular, dışarıdan getirilen yeni yönetmeninin ömrü niçin kısacık oldu?) henüz bilmediğimiz bir gazetenin de bir biçimde katkısı olduğu bir mahkûmiyet sonrasında “kin tutmamak” ve “adaleti talep etmek”.
Ahmet Altan’ın uzun ve yoğun savunma metnini özetleyebilmek imkansız; açıp okumak gerekiyor. Ben burada bu metinden sadece bu zamana kadar sözünü ettiğimiz “gizli tanık” ile ilgili bölümleri kısaca aktarmaya çalışacağım:
Ahmet Altan (iddianameden bahisle) : “Girişin ardından Ahmet Keleş diye birinin tanıklığı geliyor. (…) Anladığım kadarıyla bu Ahmet Keleş, Gezi olaylarının bir komplo olduğunu ve ‘Taraf Gazetesi yazarı Ahmet Altan’ın yazıları okunduğunda’ bunun daha net anlaşılacağını söylüyor. Burada küçük bir sorun var.
Gezi olayları sırasında ben Taraf Gazetesi’nden çoktan ayrılmıştım. Eve kapanmış roman yazıyordum.”
Yani: “Ben Taraf’tan 2012’de ayrılmışım, onlar hâlâ benim 2013’teki Gezi olayları kapsamında Taraf’taki yazılarımdan, yani olmayan yazılarımdan söz edip, bir de utanmadan bunu iddianameye yazıyorlar. Ben o dönemde Taraf’ta yazmıyordum ama yazsaydım kesinlikle Gezi’yi desteklerdim. Aynı tanık benim Uludere olayları sırasında “Devlet halkını bombaladı” diye manşet attığımı da söylemiş.
Bunun için tanığa gerek yok. O başlığı ben 2011’de attım, başlık gazetenin üstünde duruyor. Yargılandım, mahkûm oldum. Roboskî olaylarından dolayı mahkûm olan tek insan benim. Bombalayanlar, bombalama emrini verenler değil ben mahkûm oldum.
Ve, evet, bugün de aynen böyle düşünüyorum, devlet halkını bombaladı. Zavallı insanları öldürdü.”
Bir başka “gizli tanık” daha çıkıyor:
“Onun hemen altında Osman Bey isimli bir gizli tanığın sözleri yer alıyor. Osman Bey, Gezi sırasında Cemaat’ten insanların gizli hesaplardan hükümet aleyhtarı twitler attığını söylemiş. Hükümet aleyhtarı twit atmanın niye darbecilik suçu olduğunu anlamadım. Bunun benimle alakasını ise hiç anlamadım. Gizli ya da açık, ben hayatımda tek twit bile atmadım. Bu olayın benimle ya da bu iddianameyle ilişkisi ne? Anlayan beri gelsin.”
Ve nihayet üçüncü “gizli tanık”:
“Şimdi gizli bir tanık çıkıyor karşımıza, kod adı Söğüt. Pek de güzel, pek de zarif bir isim seçmişler.”
Ahmet Altan’ın savunmasını (tam metin) okumayan kalmasın derim. Öğretici ve sırasında (“gizli tanık” hikayelerinde olduğu gibi) “eğlendirici” bir savunma. Ama tabii ki şu gerçeği unutmadan: “Türk Adalet Sistemi” önünüze koyduğunuz savunmanın yazarını müebbet hapis cezasına mahkûm etmenin telaşı içinde.
Âdetten değildir, ben de biliyorum ama savunmaya ilişkin Ahmet Altan ve sevenlerinin hoşuna gitmeyeceğini tahmin ettiğim şu notu da düşeyim: Bu dirayetli savunmada “otokritik” izinden hiç mi hiç eser yok… Olmalıydı, çok daha iyi olurdu bence…