Seçim öncesinde ‘CHP’ adıyla pek de gündeme gelemeyen ana muhalefet partisi, seçim sonrasında ve yaz sıcağında gündem olabilme konusunda adeta 'şov' yapıyor.
Bir sabah bakıyorsunuz ki seçimi Millet İttifakı kazanmış olsa bugün yeni iktidarın bilmem hangi koltuğunda oturacak ‘kurmaylar’, İmamoğlu ile zoom buluşmasında. “Yine uzaydasın abi” diye şakalaşarak falan…
Bir diğer gün ‘parti ile televizyon kanalı’ arasındaki anlaşmanın iptal edildiği açıklanıyor. Seçim öncesi muhalefet medyasının merkez üssü olan Halk TV’de, CHP’ye tepki yayınları peş peşe…
Bir başka gün Genel Başkan’ın Zafer Partisi ile "üç bakanlıklı, MİT’li" protokol yaptığı iddia ediliyor muhatabı tarafından. İkinci tur öncesindeki bu anlaşmayla ilgili Kılıçdaroğlu’nun yanıtı, "iki kişi arasında namus meselesi" gibi kendisine oy verenlerce kabul edilemez sözler oluyor… Sonra bir yanıt daha, "bugünden bakarak o günü değerlendirmek doğru değil"…
Protokolün imzalandığı gün 24 Mayıs, ilk turdan 10 gün sonra, ikinci turdan 4 gün önce, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamayı yaptığı 24 Temmuz’dan iki ay önce… “O gün”le “bugün” arasında 60 gün var yani. Arada ne değişti acaba? “Kesinlikle kazanacağız” diyerek girilen seçimi kaybeden Genel Başkan dahi değişmedi işte! CHP’nin siyasette neredeyse ‘tek gündem’ olması dışında değişen bir şey yok…
Bunlar da yetmiyor ve öğreniyoruz ki, seçime cumhurbaşkanı adayı olarak giren Kılıçdaroğlu ile cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak giren İmamoğlu belediye başkanları toplantısında zoom’lu toplantı hakkında, "etik" hakkında ve partiden uzaklaştırılanlar hakkında bir atışmaya da girişmişler.
Ve bütün bunlardan sonra Kılıçdaroğlu’nun 8.5 ay sonraki yerel seçim için İstanbul’da adayı yine de Ekrem İmamoğlu imiş!
"Bir şey olmamış gibi" yani…
Seçim bile olmamış ve kaybedilmemiş gibi hatta! Kılıçdaroğlu öyle olmasını istiyor en azından. Gel gör ki olmuyor, olamıyor…
***
CHP’de bütün bunlar olurken, memlekette neler oluyor peki?
CHP Parti Meclisi’nin gece yarısını geçen toplantısı bittikten birkaç saat sonra Akbelen’de Limak-IC ortaklığı ile maden sahasını genişletmek üzere köylüleri ve çevrecileri coplayarak, gazlayarak, gözaltına alarak ağaç kesimi yapılmaya çalışılıyor.
Urfa’da hak ettikleri ücretlerini istedikleri için işten atıldıkları bildirilen DEDAŞ işçileri iş yerlerine alınmıyor.
Son zamlardan sonra mazot alamayan çiftçi ektiğini söküyor.
TMMOB’un mimar, mühendis ve şehir plancılarının asgari ücretini belirleme yetkisi elinden alınıyor.
Amasra’daki maden kazasından canını kurtarabilen işçi mahkemede ‘üretim baskısı altındaydık' diyor.
Kürtçe’nin ‘dil hakkı’ için İstanbul’dan Ankara’ya yapılmak istenen yürüyüşe izin verilmiyor.
İnternete yüzde 70 zam geliyor.
İlaca zam geliyor ama yine de ‘bulunamaz’ olacağı söyleniyor!
Ve bu saydıklarımız sadece bir gün içinde oluyor. Bir tek gün içinde…
Bütün bunların olabilmesinde muhalefetin ana gövdesi CHP’de olup bitenlerin hiç mi etkisi yok acaba?
***
Şu sorulabilir: CHP seçimden önce bu konularda ne yapıyordu ki şimdi şu haliyle ne yapsın?
Doğrudur, CHP sokaktaki derde ve itiraza o zaman da mesafeliydi, işte 'o gün’le ‘bugün’ arasında değişmeyen bir başka şey daha!
Ancak o zaman CHP bir şey diyordu: Seçimi bekleyin, onları sandıkta götüreceğiz. Bugün onu da diyemiyor, demesinin bir anlamı kalmadı yani. Kemal Kılıçdaroğlu bunun sorumluluğunu tek başına üstlenip seçim biter bitmez istifa etmediği için muhalefet cephesindeki bütün önemli aktörlerin yıpranma sürecini de başlatmış oldu. “Yıpranmaya en dayanıklı olan ayakta kalsın” diyor gibi.
Ne pahasına?
Sadece iktidarın verdiği ile yetinen, muhalefetten umudunu hepten kesmiş, verilenin yetmediği yerde bir sonraki ücret zammını bekleyen, elindekine razı gelen bir toplum inşasına hizmet ediliyor olmasına rağmen mi mesela?
Ya da şöyle soralım: ‘Uzaydaki’ yerine gerçek bir muhalefet odağı ortaya çıksa CHP’nin bu kadar gündem olması mümkün olur muydu?