YÖK’le bilim üretilemez

Eğitim sistemimizi devletin değil bilimin kolları arasına almadan, yaşamın hiçbir alanında gelişmemiz olanaksız. İnsanımızın beyinlerini özgürleştirmeden, insanca yaşamın kapılarını aralayamayız.

Abone ol

YÖK (Yükseköğretim Kurulu), 06 Kasım 1981 tarihinde, yükseköğretimi askerî hükümetin fikirlerine göre yeniden düzenleyen 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası uyarınca kuruldu.

Bu yasayla, yükseköğretim kurumları siyasal yaşamla ilgili bilgi üretmekten, söz kurmaktan yoksun bırakıldı. Tüm yükseköğretim devletin denetimi altına alındı. Bu girişimle, 1961 anayasası ile üniversitelere tanınan özerklik ve özyönetim ortadan kaldırıldı.

YÖK, 12 Eylül 1980 faşizminin getirdiği en önemli kurumlardan biri. 43 yıldır yükseköğretim kurumlarının tepesinde, sistemi kurgulama, gözetme göreviyle kılıç sallamakta. 1981 yılından bu yana yönetime gelenlerden, karşılarında muhalefet görevi yaptığını ileri sürenlerden hiçbiri YÖK’e dokunamadı, bu kurumu kaldıramadı, bununla ilgili girişimlerde bulunamadılar. Ayrıca YÖK’ün yükseköğretimi işlevsizleştirici yapısına karşı yönlendirici bir bilimsel yapı olmasına yönelik çaba gösteremediler.

Dünya’nın ilk 100 üniversitesi arasına girebilmeyi bir yana bırakın, ilk 300, 400 üniversitesi arasına girebilen hiçbir üniversitemiz yok. Bugüne değin hiç olamadı. Yükseköğretim kurumlarımızda görev yapan akademisyenlerin, uluslararası saygın, hakemli dergilerde yayınlanacak bilimsel yazılarının sayısı yok denecek düzeyde. Yükseköğretim kurumlarımızın, eğitimde, sağlıkta, fizikte, kimyada, tıpta, küresel düzeyde başarılarına tanık olunamamakta. Bu kurumlarımızda bilim insanlığı ünüyle çalışanlar içinde, Nobel Ödülü alan tek insanımız yok. Bilim insanlarımız başka ülkelerin yükseköğretim kurumlarında çalıştıkları zaman küresel düzeyde başarı elde ediyorlar, ödüller alıyorlar. YÖK’ün şemsiyesi altında küresel düzeyde başarı gösterene denk gelinmiyor.

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI ÖZGÜRLEŞEMEDİ

Bir üst erkten aldığı buyruklarla, üst erk ya da erklerin yönlendirmeleriyle çalışan hiçbir kurum özgür olamaz, yaşamın hiçbir alanında insan akılına uygun gelişimler sağlayamaz.

YÖK, dikey örgütlenmenin tipik bir örneği. Bu örgütlenmede en tepedeki yetkileri elinde toplayan, ancak sorumsuz olanlar. Alttakiler tepenin buyruklarına uyan, uymadıklarında sorumlu olan bir etkileşim içindedirler. Bu örgütlenme modelinde özgürlük olamaz.

YÖK’ün yönlendirmesi, denetlemesi altında olan yükseköğretim kurumları bilim değil, üniversitelerin bahçelerinde verimli biçimde çiçek bile yetiştiremezler.

Ülkemizin okuma-yazma bilmeyenlerinin, görünüşte de olsa,  Cumhurbaşkanı, yasama meclisi üyesi milletvekillerini seçmek için oy kullanmalarına karşın, bilimsel basamaklara adım atan öğretim üyeleri, doçentler, profesörler, kendilerini yönetecek dekanların, rektörlerin seçimi için oy kullanamadılar. 21. yüzyılda utanç verici bu demokrasi dışı uygulama sürmekte.

1933’ten bu yana yaşanan 7 üniversite kıyımında, çok sayıda bilim insanı yükseköğretim kurumlarından atıldı. On binlerce bilim insanı ufukta atılacaklarını görünce istemeyerek kendileri ayrıldı. Bu koşullarda bilim üretilmesi düşünülemez.

Birileri için “eşimin üzerinde görsem, sesimi çıkarmam” diyerek dekan, rektör olan profesörler yetiştirdi bu yükseköğretim sistemi. Yeterliliğin, bilimselliğin yerini, yalakalığın, boyun eğmenin aldığı süreçler yaşandı, yaşanmakta. 9 yaşında kız çocukları evlenebilir diye din adına görüş bildiren profesörlerimiz boy gösterdi bu ülkede.

Yönettikleri toplumları belleksizleştirme, beyinleri denetim altına alarak toplumu kolay yönetme çabalarının olduğu ülkelerde, kendi insanını baskı altında tutma dışında yaşamın hiçbir alanında başarı sağlamaları olanaksız.

DEVLETE KUL YETİŞTİRME KURUMLARI

Eğitim sistemimiz, ülkemize, insanımıza, insanlığa yarar sağlayacak insanlar yetiştirme yerine, devlete kulluk yapacak edilgen insanlar yetiştirmek için kurgulanmış durumda. YÖK, yükseköğretim kurumlarının başına bunun için dikilmiş. İlköğretim ve ortaöğretim kurumlarımızın tepesine dikilmiş Talim ve Terbiye Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı bunun için varlar.

1924 yılında çıkarılan, cumhuriyetin ilk 4 yasasından birisi olan Tevhid-Tedrisat Yasası’nın, askeri okullar dışında tüm okulları Milli Eğitim Bakanlığı eliyle devlete bağlamanın, anayasayla eğitimin devletin tekeline sokulmasının ne sonuçlar doğurduğunu anlayamadan YÖK’ün ne işlev gördüğünü anlayamayız. Bu bilinç körlüğü içinde eğitim sistemimizin hiçbir sorununa çözüm getirmeyiz.

Ülke yönetimine açık, kapalı her el konuluşunda neden ilk önce eğitim sistemine, ders yapıtlarına el atılarak, istekleri doğrultusunda kurgulandığının nedenlerini anlayamadan, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilen, bilimi, ülkeyi bitirme, Arap kültürüne eklemleme çabalarının nedenlerini anlayamayız.

OKUMUŞLARIN KÖTÜLÜKLERİ

Halk yığınlarına yapılan tüm kötülükler okumuşlar aracılığıyla yapılıyor. Valisi, kaymakamı, yargıcı, savcısı, maliyecisi, siyasal yaşamı sürükleyenlerin tümü, okumuş insanlar. Ülkeyi kendi çıkarları uğruna Ortaçağ’ın karanlıklarına doğru sürükleyenlerin tümü okumuş ama okuduğunu anlayamamış insanlar. Bu genelde eğitim sistemimizin, bu arada yükseköğretim sistemimizin insan yetiştirme işlevini yeterince yerine getiremediğinin göstergesi.

Yükseköğrenimi bitirmenin yaşamlarını önemli ölçüde değiştirmeyeceği kanısının yaygınlaştığı bir algı iklimi içinde, her 100 gençten 74’ünün ülkeden kaçmak istediği gerçeği gözlerimizin önüne dikildi. Bu noktaya gelişin suçunun, ülkesinden ayrılmak isteyen gençlerde mi, yoksa ülkeyi böylesine acıklı bir umutsuzluğun kucaklarına itenlerde mi olduğunu yeterince sorgulayamadık.

Eğitim sistemimizi, yükseköğretimimizi devletin değil bilimin kolları arasına almadan, yaşamın hiçbir alanında gelişmemiz olanaksız. İnsanımızın beyinlerini özgürleştirmeden, insanca yaşamın kapılarını aralamamız olası değil.