Sözcük uzun, telaffuzu zor. Sorunun yanıtı ise basit: OHAL rejiminde herkes birgün iltisaklanacaktır.
Tanıl Bora 21 Aralık’ta yazdı. “İltisak, Arapça lüsûk kökünden geliyor: kavuşma, birleşme, bitişik olma demek. İkinci anlamı da ulaşma…” Kelimenin Tasavvufta, ulaştırmada, biyoloji ve tıpta kullanımı var. Hukuk alanına ise Kanun Hükmünde Kararnamelerle girdi. Binlerce kişi, bir terör örgütüne üye olduğu ya da irtibatlı olduğu için değil, “iltisaklı” olduğu iddiasıyla ihraç edildi. Hiçbir kanıt sunulmaksızın…
Bu durumda iltisaklı olmaktan ihraç edilmiş bir akademisyen olarak ister istemez insan kendine soruyor. Ben nasıl iltisaklandım? Belki bu soruyu yanıtlayabilirsem, ilim ve irfan yolunda ilerleyen genç akademisyenlere de ders alacakları bir örnek olabilirim. Ancak artık öğretim üyesi olmadığıma göre ders vermeyi bir kenara bırakarak soruyu tersinden sormakta fayda görüyorum. Siz, henüz iltisaklanmayanlar nasıl iltisaklanabilirsiniz?
Yanıtı kolay. OHAL rejiminde bunun için çok fazla çaba harcamanıza gerek yok. Misal, işinde gücünde bir öğretmensiniz, akademisyensiniz, memursunuz, belediye çalışanısınız… Sendikalı olmanın çalışanlar için bir güvence olduğunu düşündünüz ve bir sendikaya üye oldunuz ya da sendikal mücadele içinde aktif bir rol almak istediniz ve işyeri temsilcisi oldunuz. Sendikanızın davetiyle yapılan eylemlere katıldınız. İşte size bir iltisak sebebi. Bunu beğenmediyseniz başka seçeneklerimiz de var. Kendinize bir banka seçin. Gidin hesap açtırın. Ufak tefek birikiminiz varsa bu hesaba yatırın. Sermayesinin nereden geldiğini tam olarak bilmiyor olabilirsiniz, bu o kadar önemli değil. Mümkünse bu banka şimdi ya da geçmişte hükümetle yakın ilişkisi olan bir kesime/gruba ait olsun. Araları bir şekilde bozulduğunda işte siz de iltisaklı oluverdiniz.
Yok banka-hesap işleri bana göre değil, diyorsanız masanızın başından kalkmadan iltisaklanabileceğiniz başka yollar da var. Ben şöyle iltisaklandım mesela: 2015 yılının son günleriydi. 3 aylık bir bebek, Sur’daki evlerinden kaçarken halasının kucağında vurulmuştu. Sivillerin Sur’da sıkışıp kaldığı haberleri geliyordu. Yirmi iki yıldır görev yaptığım ve son iki yılında da profesör olarak çalıştığım İletişim Fakültesi’ndeki ofisimdeydim. Maillerime bakarken bir çağrıyla karşılaştım. Devlete sesleniyor ve ölümlere son vermek için barış müzakerelerine geri dönmek de dâhil her türlü girişimi yapmaya davet ediyordu. Çağrıya yanıt vererek metni imzaladığımı bildiren bir e-posta göndermekte tereddüt etmedim. Siyasal düşünceler ve rejimler dersinde öğrencilerime modern devletin kökeninde uyrukların can ve mal güvenliğinin güvence altına alınması ihtiyacının yattığını anlatıyordum. İmzaladığım metin bana göre devlete seslenirken tam da bunu söylüyordu: “Kim olduklarına bakmaksızın uyruklarının can ve mal güvenliğini koru.” Bildiri kamuoyu ile paylaşıldığında olanları az çok biliyorsunuz. Basitçe “dilekçe hakkı” kapsamında kabul edilebilecek böyle bir bildirinin yayınlanması muktedirleri küplere bindirdi. Oysa derslerde “dilekçe hakkı”nın temel haklar literatüründeki yerini de anlatıyordum. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü benimle birlikte metni imzalayan 100 meslektaşıma soruşturma açmakta hiç vakit kaybetmedi. Savunmamızda bu metni imzalamanın ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirttik. İfade özgürlüğü, liberal siyaset kuramının kurucu unsurlarından birisi olarak anlatılır derslerde.
Rektörlük, sonradan öğrendiğimize göre darbe girişiminden haftalar önce bu soruşturmayı tamamlamış ve YÖK’e göndermişti. Bu soruşturmadan ne gibi bir ceza çıktığını hâlâ öğrenebilmiş değiliz. KHK ile iltisaklı olduğumuz tespit edildiği için yine en temel haklardan birisi olan “bilgi edinme hakkı”nı kullanmamıza izin verilmiyor. İşte böylece, tam olarak ne ile suçlandığımızı ve hakkımızda ne karar verildiğini bilmeksizin aynı üniversiteden 100’e yakın, toplamda 300’ü aşkın meslektaşımla birlikte, kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen bir metni e-posta göndererek imzalamış olmak yoluyla iltisaklılar kervanına katılmış oldum. Benim bildiğim imzasını çeken iki kişi, önce iltisaklı ilan edilip ihraç edildikten sonra, rektörün girişimleriyle iltisaklı olmadıkları anlaşılarak başka bir KHK’da göreve iade edildiler. İhraç KHK’sı yayınlanmadan önce rektörün zorlamalarıyla emekli olmuş birkaç kişi ise aynı metni imzalamış olmalarına rağmen iltisaklı sayılmadılar. Sanırım kimin iltisaklı olup kimin olmadığının belirlenmesinde bir metni imzalamış olmanın yanı sıra önce imzalayıp sonra yanlışlık olmuş diyerek bundan vazgeçmek ya da emekli olmak için gerekli şartları zamanında yerine getirmiş olmak gibi birtakım kriterler de belirleyici oluyor… Ancak bu konuda bir şeffaflık olmadığı için sizleri yanıltmış olmayayım, siz en iyisi iltisaklılar kervanına katılmak için yukarıda sıraladığım yolları deneyin.
Yine de bir garantisi yok. İltisaklanıp iltisaklanamayacağınız sonuçta çalıştığınız kurumdaki idarecilerin iki dudağının arasında. Barış imzacıları arasında Eylül ayından beri iltisaklanıp düzenli hiçbir geliri olmaksızın yaşamaya çalışanlar olduğu gibi kimi üniversitelerin yönetimleri bir bildiri imzalamakla iltisaklı olunamayacağına kanaat getirmiş olmalı ki hâlâ kurumlarındaki görevlerini sürdürenler de var. Bu arada bilmeyenler için birçoğumuzun hakkında şu ana kadar açılmış bir dava olmadığını, bir yıl önce ifade verdiğimiz savcılık soruşturmasının henüz sonuçlandırılmadığını, bir dava olmadığı için yurt dışı yasağımız da olmadığı halde pasaport başvurularımızın işleme alınmadığını belirteyim. İstanbul’da haklarında dava açılmış olan arkadaşlarımızın ise davaları, ifade özgürlüğü ile ilgili olduğu için soruşturma yapılması Adalet Bakanlığı’nın iznine tabi olan TCK 301 kapsamında yürütülüyor. Yani mahkeme, bir bildiri imzalamakla terörist olunamayacağını kabul etti.
Yine de belli olmaz. İltisaklı olmak biraz böyle, akışkan, uçucu kaçıcı ve yapışkan bir şey… Kimine bulaşıyor, kimine değmiyor. Duruma, kişiye, kuruma göre değişebiliyor. Bazen sadece amirlerinizle ters düştüğünüz için de iltisaklanabiliyorsunuz; bazense bizimki gibi, nasıl söyleyeyim, biraz fazla acar, hadi tam kelimesiyle kraldan daha kralcı bir rektöre rast gelebiliyorsunuz. Tek başına kimin iltisaklı olup kimin olmadığına karar verebiliyor. Bir kalemde, ne darbecilerle, ne de terör örgütleriyle hiçbir ilgisi olmayan, hatta dünya görüşleriyle, yazıp çizdikleriyle, yapıp ettikleriyle bunların tümüne karşı olduklarını defalarca ortaya koymuş, işinde gücünde insanları elindeki sihirli değnekle iltisaklayabiliyor.
İşte bu yüzden diyorum ki, benim bu tür işlerle alakam olmaz, ben işime gider gelirim, dersime girer sınavlarımı yaparım, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmam, dekanla da rektörle de iyi geçinirim diye düşünüyorsanız bile, OHAL rejiminde yarın başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. Bana bir şey olmaz, demeyin. Olur. Korku, baskıcı rejimlerin başlıca ayakta kalma stratejisidir ve bir korku eşiği aşıldığında yeni bir eşik oluşturmak gerekir. Bu nedenle çıta giderek alçalacaktır. Önce en kolay ulaşabileceklerini iltisakladılar. Üniversitelerde Barış için Akademisyenler Bildirisi muktedirin eline muhalifleri temizlemek için hazır bir liste sundu. Sonrasında sıra size de gelecek. Meslektaşları odalarını boşaltırken kapalı kapıların ardına sığınanlar, sessiz kalanlar, boşalan pozisyonların, kadroların, küçük kutlamaların heyecanına kapılanlar… Liste tükenmek üzere. Birkaç yeni KHK’ya bakar.