Anadolu halk takvimine göre 16 Kasım’da böcekler gizlenmeye
başlar. Bu, soğukların başlamasının işaretidir. İstanbul, sonbaharı
uzun yıllardır olduğu gibi geçirdi, renklerden uzakta. Otoyol
kenarlarında kalabilmiş ya da sonradan peyzaj olarak kondurulmuş
ağaçların renk değiştirdiğini kimimiz fark ettik, kimimiz etmedik.
Beton, mevsimden mevsime renk değiştirmiyor, çiçek açmıyor, çiçek
dökmüyor. Bazılarımız beyaz ışıklı, rengârenk koltuklu, ruhsuz,
devasa kafelerin duvarlarında asılı televizyonlarda turuncuya
dönmüş yapraklarıyla heybetli meşe ormanları görüntüsüne dalıp
gitti. Ama birileri… birileri… hâlâ ağacı, korusu, parkı olan
semtlerin sakinleri düşen yaprakları seyredebildi, onların üzerine
basabildi. Sonbaharın renk paletine hâkim olabildi. Bu şehrin
insanları arasında, semtleri arasında hatta semtlerin mahalleleri
arasında derin uçurumlar var. Sadece şehrin değil elbette,
memleketin de…
Şimdi bir de kış geliyor. Yoksulluğun değil yoksul
bırakılmışlığın kışı… Sonu elektrik sobasından çıkan yangılara,
soba zehirlenmelerine, buz gibi kaldırım taşlarına, damlatan
çatılara, kartonla kapatılmış camsız pencerelere, duvarsız evlere,
rüzgârı dinmeyen barakalara, saç kurutma makinesiyle ısıtılmaya
çalışılan çocuklara çıkacak bir kış. Her bakımdan “bırakılmışlık”la
hava iyice ayaza çekecek yine. Bozuk düzeni kuranlar ise paltoları
üzerlerinde, kaşkolları boyunlarında, elleri ayakları sıcacık, bu
“son”ların üzerinde tepinecekler. “Son”u gelenleri suçlayacaklar.
Mükellef sofralarında her şey olacak da sosyal adalet ve sosyal
politika olmayacak. O sofrada olması gerekenler edebiyatımızda
nicedir yazılıyor. Örneğin Sabahattin Ali bir “Ayran” koymuştu o
sofraya, ta 1938 yılında.
Başlığı tek kelimelik bu öyküyle trajik hikâyelerin üzerinde
neden tepinilmeyeceğini o kadar etkileyici anlatır ki… Kışla,
yoksul bırakılmışlıkla boğuşanların insanlığını, korkularını,
onurunu, okuyanı kaskatı kesecek kadar çıplak anlatır.
Üç çocuğun, dahası onları kıskıvrak köşeye sıkıştıran düzenin
hikâyesidir “Ayran”. Dört saat uzaklıktaki kasabada hizmetçilik
yapan, eve ancak haftada bir gün gelebilen annelerinin hikâyesidir.
Kendi de küçük bir çocuk olan Hasan’ın biri iki, diğeri beş
yaşındaki kardeşlerine bakabilmek için tek sermayeleri ihtiyar
keçinin sütünden yaptığı ayranı istasyonda satmak için kışın
soğuğunda, sırtında koca güğümle yürüdüğü yolların hikâyesidir.
Hasan’ı basık tavanlı evlerinde “aç bir uyuşukluk içinde dört gözle
bekleyen iki küçük kardeşinin” hikâyesidir.
Sabahattin Ali, “Ayran”ı sofraya koyarken onu yapanı, Hasan’ı da
oturtur masaya. Gösterir herkese “hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey
hissetmeden ve bir hayvan gibi yolunu alışkanlıkla bularak” yürüyen
Hasan’ı… Başını yaşam gailesinden kaldıramadığı için ortalarda
olmayan babasını bir kere olsun soramayan Hasan’ı… Annesinin evdeki
döşekte iniltiler içinde bir çocuk daha doğurmasından, o boğazı da
doyurmaktan korkan Hasan’ı…
Sabahattin Ali kadar büyük bir yazarın, düzenin bozukluklarını
anlatmanın ötesine geçmeyeceğini düşünmek cahilce olur. Hasan’ın
çocuk onurunu ezen anlayışın en acı haliyle faş edildiği kısımdan
bahsetmeden bu yazıyı bitirmek de eksiklik olur. İstasyona varan
trenin penceresindeki bir adam Hasan’ı çağırır, iki bardak ayran
içer. Parasını öder. Hasan parayı bozdurup üstünü vermek için
istasyonda dolaşır. Issız istasyonda kimseler yoktur. Trense
hareket etmek üzeredir. Adam, Hasan’ı çağırıp verdiği parayı geri
alır. Tren uzaklaşırken adamın söyledikleri ne çok şey anlatır:
“Vagon, küçük Hasan’dan beş altı adım uzaklaşmıştı. Uzun boyunlu
adam, pencereden sarkarak: ‘Hey, çocuk, hakkını helal et!’ diye
bağırdı. Küçük Hasan hiçbir şey anlamıyormuş gibi bakakalmıştı.
Tren hızlanıp uzaklaşıyordu. Tekerleklerin gürültüsü arasında
adamın sesi tekrar duyuldu: ‘Helal et bakayım, helal et!..
Hadi!’”
Helallik isteyen düzenin “emek ve hak”ın daima zıddı olacağının,
o düzenin insanca yaşamdan hep çok uzak olacağının hikâyesidir
“Ayran”.
Notlar
Sabahattin Ali’nin kitapları birçok
yayınevi tarafından yayımlanıyor. “Ayran”
öyküsü ise yazarın Yeni Dünya adlı kitabında yer
alıyor.
Anadolu halk takvimi üzerine okuma yapmak isteyenler Ergün
Veren’in Kocakarı Soğuklarından Zemheriye Anadolu Halk
Takvimi adlı kitabını okuyabilir. İklim üzerine hem saha hem
de literatür taramasına dayanan bu müthiş kitap, Doğan Kitap
tarafından yayımlanıyor. Kitabın doğadan ne kadar uzağa
savrulduğumuzu gösteren bir yanı da var. Bunun vereceği hüzne karşı
okuru peşinen uyarmalıyım.