Hep beraber yoksullaşıyoruz. Yoksullaşmanın hızı öyle bir arttı
ki zamlar ile olağan bir sürece döndü…
Yoksulluk ve iklim değişikliği yan yana telaffuz edilince, iklim
değişikliğinin yoksulları etkileyeceğine dair sözler ilk görünür
olur. Peşinden de zengin ülkeler ve fakir ülkeler arasındaki
tartışmalar peydahlanırken, bir de uluslararası kurumların o nefis
“yoksulluğu yönetmek” yaklaşımı vardır ki, çok fena. Tam adını
söyleyelim: Şok Dalgaları: İklim Değişikliğinin Yoksulluk
Üzerindeki Etkilerini Yönetmek.
İklim değişikliğini buradan mı tartışacağız? Buradan tartışırsak
yoksulluğu çözmeyeceğiz, “yöneteceğiz”. Hadi el büyütelim, geçen
hafta Ankara’da yaşanan su baskınlarının nedeni iklim
değişikliğinden çok asfalt ve beton belediyeciliği demiştik. Bu
hafta da aynısını yoksulluk için söyleyelim; iklim değişikliğinin
kaynağı ile yoksulluğun kaynağı aynı. Buna kapitalizm diyerek
kenara çekilmeyeceğiz. Çok net, mesela geçen hafta ile
birleştirirsek, asfalt ve beton belediyeciliğinin yoksulluğun
kaynaklarından biri olduğunu tartışabiliriz
Hatta ilerletelim, biz iklim değişikliği kaynaklı bir
yoksullaşmayı pek yaşamadık. Belki ucundan kokladık diyebiliriz.
Ama diyeceksiniz ki son bir yılda yaşanan ne?
YOKSULLUĞUN DENKLEMİ, İKLİMİN DENKLEMİ
Geçen hafta Nilüfer Kent Konseyi genel kurulunda konuşan Hacer
Foggo yoksulluğun verilerini hikayesi ile beraber çok güzel işledi.
Yoksulluğun salgında fark yaratmasına ve son günlerdeki haline dair
anlattığı hikayeler bu kışın yoksulluk için çok geç olduğunu
gösteriyor. Tıpkı iklim gibi. Bizlerin 2022’de kömür santrallerini
kapatmamız gerektiğini bilimsel raporlardan yola çıkarak
anlatmıştık. Hacer Foggo’un anlatısı yoksulluğun krizinin iklimin
krizi ile benzediğini ortaya koyuyor ve 2023 bile çok geç
kalıyor.
Peki iklimi ve yoksulluğu nasıl beraber işleyeceğiz. “İklim
değişikliği yoksulları vuruyor” klişesi ile yetinecek miyiz? Bugünü
nasıl açıklayacağız?
Yoksulluk günlük temel ihtiyaçları kısmen ya da tamamen
karşılayamama durumu. En dar olarak gıda, barınma, giyim gibi
başlıklar gelirken, bunlara sağlık, ulaşım, eğitim gibi başlıkları
da eklemek gerekiyor.
Peki iklim ile nasıl bağlantıyı kuracağız? Klasik kapitalist
anlayış ile neden-sonuç ilişkisi mi kuracağız? Tabii ki hayır.
İnsan doğadan kopartılmadı ise ve kamu hizmetleri de varsa
köyler ve kent çeperinde yaşayanlar derin bir yoksulluk yaşamıyor.
Ancak doğa piyasaya katıldı ise, kırsal yaşam ve kamu hizmetleri
öldürüldü ise her dalga sizi derinden etkiliyor. Böyle bakınca
Türkiye’de TOKİ, DSİ, KGM gibi kuruluşlar kır yaşamını yok ederek
buna hizmet etti. Buna özelleştirme politikalarını ve belediyelerin
çalışmalarını ekleyince piyasaya mahkûm edilmiş bir yoksulluk
görebiliyorsunuz.
Bugün kırda yaşayanlar artık apartmanda oturuyor, kömür yakıyor,
köyde okulu yok, sağlık hizmeti için şehirde sıra alamıyor ve alsa
da bir inşaat şirketine ait şehir hastanesine gitmek zorunda.
Burada doğadan ve kamu politikalarından kopartma çok önemli iki
yoksullaştırma aracı olarak karşımızda duruyor.
İhtiyacın karşılanmaması bir sorun ise ona erişememe de bir
sorun. Ayrıca erişmek için araç kullanmak, işe gitmek dahi sorun.
Bu basitleştirilmiş yapı bize kömür, petrol, gaz, asfalt ve betonun
bir çarpan olduğu iki denklem veriyor. Biri bu beş kalem üstünden
sermaye transferi ve haliyle yoksullaşma. Diğeri de yoksullaşma
gibi iklimin değişmesi.
Yani, iklim değişikliği ve yoksulluk bir sonuç. İkisinin de
nedenleri aynı; fosil yakıtlarla üretim ve tüketimin hızı ile
artan sermaye transferi ve bunu doğanın (iklim) ve toplumun
ödemesi.
Bu kısmı burada bırakalım ve şimdi yoksulluğun boyutuna
gelelim.
DİZ BOYU YOKSULLUK
2021 yılı dünyada ve Türkiye’de iklim göstergeleri rekor
kırdı. Yoksulluk da rekor kırdı
aslında. Bunu fiyatlar üstünden yaptı. Örneğin AB’de enerji bir
birim artı ise bizde çok birim arttı.
2020’de başlayan pandemi de taleplerin erteleneceği öngörüsü ile
pandemi fırsatçılığı yapan şirketler 2021'de talebin artacağı
öngörüsü ile hammadde, gıda ve enerji kalemlerinde fiyat
yükselttiler. Bunun mekanizmasını ve enerji özelinde
yoksulluğa etkisini Kasım 2021’de yazmıştık. Orada kullandığımız
grafiğin güncelini de aşağıda bulabilirsiniz.
Grafik: emtia fiyatları
Bu fiyatlarda artışın
katmerli olduğu alanlar da var. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile
bu artışlarda özellikle bitkisel yağ ve tahıl boyutu öne çıktı.
Bunun da grafiğini aşağıda bulabilirsiniz.
Grafik: FAO gıda indeksi, bitkisel yağ (yeşil) ve hububat
(sarı)
Bizde bir sorun daha vardı ki
o da 2020 ve 2021’deki kuraklık. Bu zaten üretimi bastırıp tarımı
şirketleştiren AKP’nin ekmeğine yağ sürüyordu. Kuraklık ile iyice
çiftçiyi bastırmış ve işi ithalata kilitlemişti.
Yoksulluğu resmini çizmek için ekonomi ve iklimi ilişkilendirmek
gerekiyor. Burada bir girdi olarak enerji ve bir çıktı olarak
enerji üstünden sermaye transferini kurgulamak gerekiyor. Türkiye
Avrupa’da enerji fiyatlarında bir birim artışa karşılık dört birim
artış yaşadı. Bu üç birim fark aslında yoksullaşma göstergesi
idi.
YOKSULLUK NASIL PATLADI
Şimdi artık yoksulluk patladı. Tıpkı Paris Anlaşması meclisten
geçtikten sonra iklimi değiştirme politikalarının patladığı gibi.
Bunu nerden biliyoruz? Birincisi fosil yakıtlara bağımlılıktan ve
ikincisi bundaki değişimden. Ayrıca buna yol veren mevzuatın halini
ve muhalefetten alınan desteği de eklemek gerekiyor. Özetle
girdiler bize bunu söylüyor. Yani faturalar, mevzuat ve piyasa
bağımlılığı ve karşısında bir direncin olmaması durumu bize
gösteriyor.
Aslında çok basit. Salgında devlet hızla kamu hizmetlerinden
çekildi ve insanlar kaderleri ile baş başa bırakıldı. 2021’de
gözlerimizi açtığımızda devlet yoktu, piyasa vardı. Fiyat diye bir
şey yoktu, insafsız zamlar vardı. Ama bunun resmini kimse
çizmeyince bugüne geldik.
Son iki yılı bir yana bırakın, TÜİK’in verileri bile yoksulluğun
derinleştiğini, insanların giderlerini karşılamayacağını bize
anlatıyor.
TOPLUMSAL YOKSULLAŞMA
Bunu incelemek için asgari ücrete bakalım. DİSK’e göre 10 milyon kişi
asgari ücret ya da altında bir gelirle çalışıyor ve asgari ücret
Türkiye’de ortalama geliri temsil ediyor. Asgari ücrete 1 Ocak'ta
yaklaşık yüzde 50 zam yapıldığını, bu hali ile yoksulluk bir yana,
açlık sınırında olduğunu belirtelim.
Ayrıca hokey sopası grafiğini de anımsatalım. Bu grafiği iklimde
de olan, binlerce yıl benzer seyreden (180-300 ppm arası)
karbondioksit miktarının son 100 yılda artması ve şimdilerde 420
ppm’de seyretmesi gibi düşünün. Bunun elektrik versiyonunu ve hububat versiyonu önceki yazılarımızda
paylaşmıştık. Dolayısıyla enerji (elektrik ve ayrıca kömür, petrol
ve gaz fiyatları artışı) ile değerlendirirsek ortada kafamıza
vurulan bir hokey sopası artışı var. İşte maaşa gelen bir birim
zamma karşılık fiyatlardaki iki ve hatta üç birimlik artışlar ile
oluşan fark yoksullaşma ölçütü.
GIDA FİYATLARINDA YÜZDE 96.1 ARTIŞ!
Hiç uzatmayalım, bu ülkede gıdada bile korkunç bir yoksullaşma
var. TÜİK'e göre gıda fiyatları (TÜFE) yıllık yüzde
91,6 artmış. Yani asgari ücret Ocak'ta yüzde 50, asgari ücretlinin
sadece yıllık gıda faturasındaki artış mayıs ayında yüzde 91,6.
Aradaki fark yoksullaşma farkı.
Bir de üretici fiyatlarına bakalım. Gıda sektöründe üretici
fiyatları, ÜFE ise yüzde 127,88 artmış. Bu artışın tüketicilere
zamanla yansıyacağını düşünürsek, ek yoksullaşma yolda diyebiliriz.
Ayrıca asgari ücretliye yüzde 50 zam yapıp üretici maliyetlerini
yüzde 127,88 arttırmak da yoksullaşmanın ne kadar katlanacağını
gösteriyor. Asıl önemlisi, yoksullaşma durumu üretici için de
geçerli.
Aslında sadece gıda özelinde bile toplumda yoksullaşma, üretici
maliyetleri ile gelecekte daha çok yoksullaşma ve bu yoksullaşmaya
ortak olan üretici resmi çıkıyor.
İşte bu resim fena. Peki ne yapacağız? Çözümü seçimlere mi
havale edeceğiz? Seçimlere kadar muhalefet olarak yoksulluğu
besleyen politikalara devam mı edeceğiz?
YOKSULLUĞUN ÖZELLEŞTİRİLMESİ
Konu buraya gelince akla koli dağıtan belediyecilik geliyor. Bu
Ak Parti’nin "yoksulluğu özelleştirmesidir” aslında. Şimdilerde
kart verenler çıktı ama o da çok manipülatif ve oldukça sağ bir
politika.
Bize “yoksulluğu yöneten" bir anlayış lazım değil. Onu
özelleştiren bir politika da lazım değil. Başkent Ankara’da 165 bin
aileye koli yardımı yapıldığını ve bunun için 2022’de 833 milyon
TL'lik bir bütçe olduğunu düşünürsek resim netleşecektir. Ortada bu
kadar para var ve bu kadar da yoksulluk. Ama sorun çözülmüyor.
Harcanan kaynak çok olabilir ama bunu asfalt ihalesinde bir
müteahhite verilen para ile de karşılaştırın. O zaman az
gelecek.
YOKSULLUĞA KAMUCULAR NASIL YAKLAŞACAK?
Türkiye’de ciddi bir toplumsal belediyecilik eksikliği var.
Egemen politika neoliberal politika. Ama aslına dikkatli bir göz
alternatifleri çok rahat seçebilir.
Yoksulluğun artmasının nedeni tabii ki piyasaya dayalı bir
ekonomi ve bunlara yapılan sermaye transferi. Tarımda ithalat bunun
için var. Şehir hastaneleri bunun için var. Ülkede eğitim çökmüş
durumda ve özelde okusan da bir işe yaramıyor. Peki ne yapacağız?
Kolileri daha dikkatli dağıtsak olacak mı?
Çok açık ki güçlü ve bütünsel bir eşitlik politikasına, acil bir
yoksulluk önleme programına ihtiyacımız var. Aciliyeti bir yıl
filan değil, bir ay belki. Bu kış asla değil.
Mesela Vedat Dalokay gibi tek bir hareket ile pek çok sorunu
çözebilirsiniz. Dalokay 70’lerde gazete kağıtlarını halktan
toplayarak geri dönüştürmüş ve bir milyon kitap bastırıp çocuklara
dağıtmıştı. Bugün atık üstünden yoksulluk tartışmayı bilmeyenlere
örnek.
Mesela Murat Karayalçın gibi yoksul semtlerde belli saatlerde
toplu taşımayı ücretsiz yapabilir, böylece hem trafik yükünü
azaltabilir, hem de yoksullara kente, işe, kaynaklara erişme
fırsatı verebilirsiniz.
Mesela aşevi açabilirsiniz. Bunun için 1975 ya da 1989’a
gitmenize de gerek yok. Mersin Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı
“Mahalle Mutfağı” şimdi tam 30 noktada çalışıyor. Hem de 3,5 TL’ye
üç kap yemek veriyor.
Acayip güzel değil mi? Bu üç örnek bile hem iklim dostu, hem
yoksul dostu. Ama güzel tarafı aslında dayanışma ve eşitleme
açısından da bir katkısı var.
Yoksullaşmayı görmemek için kör olmak gerekiyor. Sera gazı
envanteri verileri de, TÜİK'in istatistikleri de anlatıyor. Hatta
yoksullaşmanın hızının ve şiddetinin önce pandemide, sonra da
şimdilerde arttığını gösteriyor. Tıpkı iklim politikaları gibi.
Çözüm ise basit, piyasaya değil halka ve doğaya çalışan
politikalar, izleyen ve hatta onay veren değil karşı çıkan
politikalar. Bu ülkenin “asfalta değil, yoksulluğa kaynak aktarımı”
diyecek örneklere ihtiyacı var. Hem de şimdi ve hatta mümkün ise
temmuz ayında ilk meclis toplantısında.
Bunu ben söylemiyorum, veriler söylüyor.