Babam ilkokulu İkinci Dünya Savaşı yıllarında okumuştu. Ailece Yugoslavya’dan Ankara’ya göç etmişler ve İvedik Köyü’ne yerleşmişlerdi. Çocuklar okusun diye de Çinçinbağları’nda bir gecekonduda oturuyorlardı. Köyden yiyecek geliyordu ama diğer ihtiyaçlar zar zor karşılanıyordu. Bir gün okulda babama yeni bir çift ayakkabı vermişler. Birisi okula bağışlamış. Babam yoksulluğundan öyle utanmış ki, evdekileri de utandıracağını düşünerek ayakkabıları çöp kutusunun yayına bırakıp uzaklaşmış. Evde babaannemden sıkı bir azar işittiğini anlatmıştı.
Yıllar sonra, üniversite yıllarımda, kardeşlerimin velisi olarak okul aile birliğine katıldım. Okuldaki yoksul çocuklar için bir yerlerden giysi, ayakkabı, kırtasiye malzemesi bağışları toplandı. Bunları çocuklara nasıl vereceğimizi epey bir tartışmıştık. Onları sınıftan çağırıp verme fikrini hepimiz reddettik, çocukları utandırmak istemedik. Evlerine teslimat için yeterli insan gücü yoktu. Okul çıkışında çocukları çağırıp verelim dendi. Bu teslimatlardan birinde ben de bulundum. Öyle ezilip büzülmüşüm ki, elime yüzüme bulaştırmamı bir öğretmen engellemişti.
Babam kendi yoksulluğundan utanmıştı, ben iyilik yaparken birini utandırmaktan. Bizim ilkokul yıllarımız da çok parlak geçmemişti. Ve yeni bir şey alındığında, bayram değilse eğer, göstere göstere giymememiz tembihlenirdi. Ya da sokakta bir şey yemememiz gerektiği. Durumumuzdan şikayetçi olduğumuzda genellikle “onu bulamayanlar da var” denirdi. Yoksulluğumuzu bu cümle ile yok sayıyorduk sanırım ve yoksunluğumuzu da böylece görmezden geliyorduk.
“Onu bulamayanlar” için bir şeyler yapmak dünyanın adaletsiz olduğunu fark eden herkesin gündemindedir kuşkusuz. Ancak “bir şeyler” yapmaya başladığınızda, ne kadar çok yapılacak şey olduğunu da fark edersiniz. Deniz yıldızı hikayesi iç rahatlatan bir şükür ve yetinme duygusu değil, her med cezirde o kıyının deniz yıldızlarıyla dolu olduğu gerçeğini hatırlatır daha çok. Med cezir önlenemezse herkesin yorulacağını, kayıpların yaşanacağını, deniz yıldızlarının bir çoğunun kurtulamayacağını fark edersiniz. Bir yandan deniz yıldızlarını denize ulaştıracak yeni birliktelikler ararken bir yandan da med cezire kafa yorarsınız.
Derin Yoksulluk Ağı, Şefkat Der gibi kuruluşlar yoksulluğun çaresini ararken bir yandan da acil sorunlara çözüm üretiyorlar. Konuyu, bağış yapanla ihtiyacı olan arasında hiyerarşik bir “iyilik yapma” ilişkisi kurmadan, hem anlık sorunları çözmeye hem de konunun bir insan hakları ihlali olduğunun altını çizmeye çalışıyorlar. Derin Yoksulluk Ağı, hak temelli yaklaşımını şöyle özetliyor: Derin yoksulluk bütünüyle bir eşitsizlik ve insan hakları meselesidir. Bu nedenle DYA yoksullukla mücadele eden kişilere yönelik sosyal destek çalışmalarının hak temelli bir zeminde gerçekleşmesi gerektiğini vurgular. İyilik ve ‘yardımlaşma’ gibi hiyerarşi temelli kavramların yerine ‘dayanışma’ ve ‘insan haklarına erişim’ kavramlarının temel olması gerektiğini savunur.”
Şefkat Der de, yoksullukla mücadelede, Derin yoksulluk ağı gibi dayanışmacı bir yaklaşımı öne çıkartıyor: Şefkat-Der tüzüğündeki kuruluş amacının 1.maddesi; ”İnsanlar arasında evrensel dostluğun, dayanışmanın, yardımlaşmanın, hoşgörünün, barışın, sevginin ve saygının yayılmasını sağlamak; insan haklarına yönelik her türlü faaliyetler yapmak” olarak belirlenmiş.
Derin Yoksulluk Ağı, yoksulluğun bir sistem sorunu olduğunun özellikle altını çizerken, temel ihtiyaçların karşılanmasının da bir insan hakları ilkesi olduğuna değiniyor. İnsanlar beceriksiz, eğitimsiz, şanssız, dezavantajlı oldukları için değil, sistem birilerini zengin ederken büyük bir çoğunluğu da yoksulluğa mahkum ediyor. Aslında zenginler varlıklarını yoksullara borçlular.
Bir yanda sınırsız bir tüketim, ihtiyaçlarını karşılamak konusunda büyük bir rahatlık, bu rahatlığın getirdiği güvenlik duygusu ve sistemdeki eşitsizlikleri yok sayan bir körlük yaşanırken, iyiliğin yüceltilmesi, küçük azınlıkların vicdanlarını rahatlatıp iyilik yapılanları ezen bir ilişkinin tesis edilmesine neden oluyor. Ekonomi çöktüğü için işsiz kalan, bulduğu işte kazandığı parayla evini geçindiremeyen, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, yıllarca çalıştığı halde aldığı emekli maaşı ile sürekli hesap yapmak zorunda kalan ve yardım isteyen insanlar yüceltilmiş iyiliklerle neden küçük görülsünler? Doğduğu ülkeyi, aileyi, ekonomik koşulları seçemeyen insanlar neden yoksulluğa tek başlarına katlanmak zorunda kalsınlar?
Derin Yoksulluk Ağı, İnsan onurunun korunması ilkesi ile, “Sosyal desteklerin kişilere ulaştırılmasında ve kamuya yaygınlaştırılmasında kişilerin hak, özgürlük ve onurunun gözetilmesi gerektiği düşüncesiyle” hareket edilmesi gerektiğini vurguluyor özellikle. Kişilerin yoksullukla mücadelesinin herhangi bir çıkar amacıyla nesneleştirilmesine karşı çıkıyor.
En önemlisi de yoksullukla mücadelenin, “yerel ve merkezi yönetim düzeyinde, yoksulluğun çok boyutlu yapısı içinde ele alınmasıyla, yoksulluğu doğrudan deneyimleyen kişilerin öznesi olduğu sürdürülebilir politika değişimleriyle gerçekleşebileceğini” savunuyor.
Yoksullukla mücadelede birkaç kişinin özverili çalışmalarından daha önemlisi, yoksulluk koşullarını doğrudan deneyimleyen ve bu politikalardan doğrudan etkilenecek pozisyonda olan kişilerin ve bu alanda çalışan STK’ların politika yapım süreçlerine dahil olmaları.
Yoksullukla mücadele ederken bu ilkelerin altının çizilmesi hem sürdürülebilir politikalar üretilmesini, hem insan onurunun korunarak dayanışma eylemlerinin gerçekleştirilmesini hem de insanların yoksunluklarının saygınlıklarını zedelemeden giderilmesini sağlıyor.
İyilik yapmak utandırabilir dayanışma güçlendirir.