‘Yoksulun zengine kafa tuttuğu sahneler yaratmaya çalışıyoruz’

Türkiye’de yoksulluk verilerine bakmadan sokakta geçireceğiniz birkaç saat genel bir kanıya varmanıza yetebilir. Çoğunluğun hali böyleyken TV dizilerinde havuzlu evlerden, holding sahibi ailelerden, günün her saati şık kıyafetlerle endam eden karakterlerden geçilmiyor. Konuştuğumuz senaristler bunun nedenlerini açıklıyor.

Abone ol

DUVAR - Hakkari Yüksekova’da EBA’ya bağlanmak için 2 bin 500 rakımlı tepeye çıkmak zorunda kalıyor çocuklar. Marketlerde en çok ‘çalınan’ şey bebek maması, bebek bezi. Bu gelişigüzel yazdığım sadece iki örnek. Çoğunluğun hali böyleyken TV dizilerinde havuzlu evlerden, holding sahibi ailelerden, günün her saati şık kıyafetlerle endam eden karakterlerden geçilmiyor.

Örüntüler ne olursa olsun bir şekil tek hikâyede buluşuluyor: Zengin kız, fakir oğlan. Adeta her daim pusuda bekleyen bir hikâye bu. Belki bir yanıyla arzu edilen hayatlar olduğu için 140 dakika güzel hayallere maruz kalmak kimsenin canını sıkmıyor. Niye sıksın?

Konuştuğum senaristler bunun nedenlerini sıralıyor. Yapımcılar ise ‘Bu iş tuttu, berdevam’ şeklinde sipariş hikayeler vermediklerini söylüyorlar.

‘TÜRKİYE’DE EN ŞİDDETLİ ÇATIŞMANIN OLDUĞU YER SINIF ÇATIŞMASI’

Kırgın Çiçekler, Kayıp Şehir, Umutsuz Ev Kadınları, Küçük Hanımefendi gibi pek çok dizinin senaristi olan son olarak Menajerimi Ara dizisi senaristliğinden ayrılan Yelda Eroğlu’na havuzlu evleri, her daim şıklık içinde endam eden karakterleri soruyorum. Şu sözlerle açıklıyor:

“Dizileri karakterler arası çatışmanın en şiddetli olduğu yerden açıyoruz. Rutin, süregiden, inişi çıkışı olmayan bir hayat hikayesi yerine bir kırılmayla değişen hayatı ya da hayatları anlatıyoruz. Özellikle Türkiye’de en şiddetli çatışmanın olduğu yer sınıf çatışması. Böyle olunca da zengin ve fakiri en yüksek haliyle gösteriyoruz.”

Medcezir dizisinden bir kare

Yapımcılardan kaynaklı bir baskıdan ziyade “Bizde en büyük baskı seyirci baskısı” diyor Eroğlu, “Reytinge aşırı derecede bağlı olan bir sektörüz. Diğer ülkelerde bu kadar olmayabilir. Bizde iki üç hafta kötü reyting al, kaldırılırsın. Bu net.”

‘EN BÜYÜK SIKINTI HER ŞEYİN AŞIRI KÖŞELİ OLMASI’

“Sonuç olarak bu iş, kreatif bir iş. Seyirciye ne verirsen, ‘Bunu sevdim’ diyebilir. Fakat belli başlı kodları var. Çok uzun süreli diziler yaptığımız için içinde hem drama, hem komedi, hem aksiyon (…) oluyor. Açık büfe gibi… Türk dizilerinde en büyük sıkıntı her şeyin aşırı derecede köşeli ve aşırı derecede koyu renkli olması. Zengin çok zengin, fakir çok fakir, iyi çok iyi, kötü çok kötü.”

Peki niçin karakterlerin, hikayelerin bu derece köşeli olması? Kör göze parmak anlatmak için mi?

“Butik kanalların yok. Her sosyo-kültürel sınıftan, her coğrafyadan insana sesleniyorsun. Öyle olunca da ortalama, herkesin anlayabileceği bir şey yapman gerekiyor. İkincisi süre uzun. 40 dakikalık bir dizide bir şeylerin altını çizebilirsin, seyirciden dikkat, kafa çalıştırma talep edebilirsin ama 160 dakikalık dizide talep edemezsin. Onu kafasında tutabilmesi için karakterlerin köşeli olması gerekiyor.”

Eroğlu, gerçeklikteki zenginlik-fakirlik ile ekrandaki zenginlik-fakirliğin bir olmadığını da söylüyor:

“Zengin diye yalı koyarsın. Fakat yalı dediğin esasında salonu ufak, içi tadilat gerektiren, dış tarafı kevgir olan evdir. Bu seyirciye ekranda zenginlik olarak geçmez. Eski püskü bir ev görür. O yüzden şehrin dışında, yeni yapılmış, sıfır villa gösterilir. Yıllarca Yaprak Dökümü’ndeki Ali Rıza Bey’in köşkünü içinde yaşayan fakir insanlar diye izledik biz.”

‘SAÇMA SANSÜRLER VAR AMA İŞİN ÖZÜNDE DEHŞET ŞEYLER DE YAZIYORUZ’

Gül Abus

Aşk ve Mavi, Kalbim Ege'de Kaldı, Son Ağa, Sevinçli Haller gibi dizilerin senaristi olan Gül Abus ise bu durumu şöyle açıklıyor:

“Dramada sınıfsal çatışma işe yarayan, beslendiğimiz bir şey. ‘Bizim Aile’ filminde Yaşar Usta’nın kült olmuş bir sahnesi vardır. Yaşar Usta, zengine kafa tutar. Mağdurun, yoksulun kafa tuttuğu sahneler gibi çatışmalar da yaratmaya çalışıyoruz. Bunun için zengin hayatını göstermek zorundayız.”

“Tamamen zenginlerin hayatını seyrettiriyoruz denilemez. Orta sınıf iki ailenin birbiriyle çatışması çok güçlü olmuyor. Eskiden İkinci Bahar vardı. Süper Baba, Yeditepe İstanbul… Bu hikayeler şimdi yok. Panel değişir, seyirci beğenisi değişir. Bu çok normal.”

Bu ara meslek dizilerinin yapıldığını söylüyor Abus. “Psikologlar, doktorlar, menajerlik… Misal şimdi de avukatlar geliyor.”

Hakim hükümet ideolojisinden kaynaklı bir etki var mı?

“Biz zaten otosansür uyguluyoruz” diyor Abus ve şöyle devam ediyor:

“Dizinin adını vermiyim. İki bekarı seviştirmek istedik olmaz denildi ama bir yandan da tuhaf bir şekilde yasak aşklar yazıyoruz. ‘Aile’ kurumunu koruyorsak eğer -benim böyle fikrim yok- o zaman evli adam kızının arkadaşına aşık oluyor mesela. Saçma sapan bazı sansürler uygulanıyor ama işin özünde bizi dehşete düşüren şeyler de yazılıyor, yazıyoruz. Aile kurumunu korumak için içki, sigara içirmiyorsun, seviştirmiyorsun ama hikaye içinde başka absürt şeye takılmıyorsun.”

‘ZENGİN KIZ, FAKİR OĞLAN BUNUN ÖTESİNE GEÇEMİYORUZ ÇOĞU ZAMAN’

Hikâyelerin benzer olmasını ise şu sözlerle açıklıyor Abus:

“Benzer hikayeler yazmak zorundayız. Birincisi sansür var. Eşcinsel hayat hikayesi yazamıyorsun mesela. ‘Nude’ diye bir şey varmış. Çocuklar birbirine fotoğraf atıyor. Gençlik dizisi yazamazsın. O zaman ne yazıyoruz bizde? Fakir kız, zengin oğlan… Bunun ötesine geçemiyoruz çoğu zaman. Netflix olsa bu sahneyi yazardık dediğimiz çok oluyor. Bir zamanlar şu an yapamadığımız bir sürü şeyi yapardık. İkincisi dünyanın hiçbir yerinde görünmemiş uzunlukta diziler yazıyoruz. Biz de bayılmıyoruz bu kadar uzun şeyler yazmaya. 140 dakikalık dizi yazabilmek için dünyanın en ilginç hikayesini kullanamıyoruz. Klasik dramadan beslenmek zorunda kalıyoruz.”

‘TÜRKİYE SEYİRCİSİ BIKTI BU İŞLERDEN’

Gold Film'in kurucusu, sahibi yapımcı, yönetmen Faruk Turgut, “Evet, doğru. Hemen hemen geçen yıla kadar bütün dizilerde mutlaka villalar, lüks arabalar, holdingler, havuzlu evler vardı” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Bunun nedeni sınıfsal çatışmanın öyle ya da böyle dramatik yapıya katkısını sağlamak. Biz de Türkiye’de yaşıyoruz. Bu halkın gerçeklerini biliyoruz. Bizim de hayatımız çok farklı değil. Aman öbür tarafı göstermeyelim diye ne senaristin ne yönetmenin ne yapımcının ne televizyonun özel bir çabası var. Türkiye’de klasik bir yapı var. Bu biraz Yeşilçam mantığının televizyona uygulanış şekli ama şunu söyleyebilirim. Özellikle bu yıl Türkiye seyircisi bıktı bu işlerden ve seyretmemeye başladı. Daha gerçekçi işlerin peşine takıldı veya özgün karakterlerin olduğu işler ön plana çıkmaya başladı. Mucize Doktor, Masumlar Apartmanı gibi… Tüm bunların dışında Türkiye’de televizyonların durumu malum. Yapılacak şeyler çok da fazla yok. RTÜK denen bir durum da var. Onun için en kolay şey zengin kız, fakir oğlan.”

‘İNSANLARA SINIF ATLAMA SUNULMAK İSTENİYOR’

Cansu Fırıncı

Oyuncu Cansu Fırıncı, “Türkiye’de televizyon ve dizi sektörü uzun zamandır bir kısır döngü içine girdi. Temel olarak insanlara sınıf atlama özlemi sunulmak isteniyor. İnsanlara bakın. Şık, gösterişli yaşamlar var. Eğer doğru adımları atarsanız, siz de bu şaşalı yaşamın bir parçası olabilirsiniz mesajı veriliyor. Dünya genelinde de ana akım bunun üzerinden yürüyor.”

“Tüm bunları farkında olan insanlar da var ama bu insanlar sektörü belirlemiyorlar. Oyuncular açısından da durum bir çıkışsızlıkla tanımlanabilir. Çünkü önünüze beş rol seçeneği geliyor. Bu roller de birbirinin aşağı yukarı aynısı rol.”