Yozlaşan akademik yayın etiği
Doktorasını bitiren aday doçentlik sınavına girmek için 5 yıl akademik çalışma yapmalı. Her şeyi hızlı ve eksik yapan bu yarışma düzenini frenlemenin ve akademik ahlaki iyileştirmenin başka yolu yok.
Doçentlik sözlü sınavının kaldırılması ve akademik teşvik düzeni üniversitelerdeki yayın etiğini olumsuz etkiledi. Son 10 yıl içerisinde dergi ve yazar sayısında büyük bir patlama yaşandı. İndexli yazı peşinde koşan akademisyenler yayın baskısı karşısında akademik yayın ahlakıyla uyuşmayan bir düzene yöneldiler. Bu yeni düzende dergiler çoğaldı. Dergilerin daha çok dijital platformlarda yayın yapması dergi kurmayı kolaylaştırdı. Paralı dergiler de çoğaldı. Pek çok dergi hakem ücreti ve diğer masraflar için ücret talep ediyor. Dergilerin sayfalarında veya künyelerinde “ücret politikası” adıyla bölümler var. Oysa 10 yıl önce böyle bir şey mümkün değildi.
Dergi sayısı çoğalıp makaleler meta haline geldikçe akademik yayın etiği yozlaştı. Hakem süreçlerinin doğru dürüst işlemediğine yönelik ciddi bir yakınma var. Sadece hakemler değil, editörler bakımından da bir nitelik eksikliği sorunuyla karşı karşıyayız. Konunun uzmanı olmasa dahi artık herkes diğer herkesin hakemi ve editörü olabiliyor. Bu sonucu teşvik eden bir neden de taşra üniversitelerindeki ders verme pratikleri. “Ne dersi olsa veririz” mantığı akademik hayatın rutini haline geldi. Ders vermede seçici davranmayan, daha doğrusu öyle bir imkanı/şansı olmayan öğretim üyesi makale yazımındaki uzmanlığı da önemsememeye başladı.
Sadece dergiler değil, derleme kitaplar ve kongreler bakımından da benzer bir çöküş yaşanıyor. Biraz da ekonomik krizin etkisiyle yayın basım maliyetlerinde ciddi bir artış var. Yayınevleri kitap basmak için yazarlara telif ödemiyor. Aksine onlardan para talep ediyor. Yükseköğrenim yayıncılığındaki en kötü tablo kongrelerde karşımıza çıkmakta. Profesyonel şirketler yurt dışındaki bazı akademik ağları kullanarak online kongreler düzenlemekte. Sadece katılımcıların dinleyici olduğu ve kimsenin kendi oturumu dışında hiçbir diğer oturumu dinlemediği bu kongreler seviyeyi daha da düşürüyor.
Doçentlik sınavı ve sürekli bir şekilde yükseltilen üniversite atama yükseltme koşulları akademisyenleri yetersiz yayın ve tebliğ tuzağına her geçen gün biraz daha çekti. Sürecin bu hale gelmesi biraz da akademik teşvik sistemiyle ilgili. Daha çok çalışan akademisyeni ödüllendirmeyi amaçlayan teşvik modeli niteliksiz ve kopya yayınları patlattı. Ayrıca her sene aralık-ocak aylarında üniversitelerde ciddi bir kırtasiyecilik oluşuyor. Teşvik başvurusu yapan akademisyenler dosya hazırlamakta; dosya hazırlamak rutin bir akademik işe dönüştü. Geldiğimiz yer ise içler acısı. Daha hızlı gitmeye çalışan Türk üniversiteleri aslında yavaşladı.
Peki, çözüm ne? Doçentlikte sözlü mülakat tekrar gelmeli mi? Aslında AKP iktidarı doçentlik dışında her yerde mülakat sistemini devam ettiriyor. Bu genel kuralın en ciddi istisnası doçentlik. Öğretmenin mülakata girdiği eğitim düzenimizde mülakatsız doçent olmak mümkün. Bu nedenle pekala doçentlik sınavına da mülakat gelebilir. Ancak mülakatın olduğu dönemlerde ciddi suiistimal iddiaları da dile getirilirdi. Adaylar jürilerin keyfi nedenlerle, bazen de açıkça dünya görüşü farkını sorun ederek objektif sınav ilkelerinden uzaklaştığını ileri sürerdi. Dolayısıyla eskiye olduğu gibi dönüş söz konusu olamaz. Kamera kaydıyla sözlü sınav gibi sınırları daha belli ve adayların hak arayışlarına izin veren bir formülü devreye sokmak gerekli. Ancak tabii ana muhalefet partisi kamuda mülakata karşı. Üniversiteler bakımından CHP’nin bu politikasını tekrar düşünmesi yararlı olabilir.
Mülakat geri gelmeyecekse geriye tek yol kalıyor. Sınav için bekleme süresi konulmalı. YÖK Kanununda profesörler için böyle bir hüküm var. Doçent olduktan sonra hemen profesörlük başvurusu yapamıyorsunuz. 5 yıl beklemeniz, bu sürede yayın yapıp derse girmeniz gerekiyor. Kanun koyucu doçentlikten profesörlüğe geçerken akademisyenin olgunlaşmasını süreye bağlamış. Bu kuralın belli bir mantığı var. Üniversitelerdeki karşılığı da bir hayli olumlu. Aynı uygulama doçentlik için de tekrarlanmalı. Doktorasını başarıyla bitiren adaylar doçentlik sınavına girmek için 5 yıl akademik çalışma yapmalı. Her şeyi hızlı ve eksik yapan bu yarışma düzenini frenlemenin ve akademik ahlaki iyileştirmenin başka bir yolu yok.
Kalitesiz yayınları destekleyen akademik teşvik düzeninin de kaldırılması gerek. Akademisyenler zaten yayın yapıyor. İnsanları teşvik almaya iten asıl motivasyon unsuru ise akademisyen maaşlarının üst kademe diğer devlet memuru maaşlarının altında kalması. Bir doktor öğretim üyesi sağlık bakanlığında çalışan bir doktordan daha az maaş alıyor. Ayrıca profesörlerin maaşları hakim ve kaymakamların altında. Sistemi yeniden düzenlemek için akademik bir zamma ihtiyacımız var. Bu durum akademisyenleri maddi açıdan özgürleştirecek ve teşvik düzenine olan ihtiyacı azaltacaktır. Tabii bu teknik açıklamalar bir yere kadar anlamlı. Özelikle genç akademisyenler herkesin herkesle kıyasıya yarıştığı, yayın ve tez yazmak için her türlü akademik kuralın ihlal edildiği bu düzende sosyalleştiler. Önce onların, yani gelecek nesillerin iyileşmesi gerek. Şüphesiz ki yarışma hiç olmasın diyemeyiz. Ama kesinlikle rekabeti dayanışmayla dengeleyip akademisyenlerin kendini tekrar etmesine yol açan bu neo-liberal üniversite düzeninden çıkmamız gerekiyor.
*Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü