Bir ayı aşkın süredir devam eden İstanbul seçimi belirsizliği galiba önümüzdeki haftanın ilk günlerinde sonuca bağlanacak. Ancak son dakikaya kadar tahminler, bahisler de devam edecek gibi. YSK’dan kulis bilgileri aldığını söyleyenler, açıklamalardan şifre okuyanlar, şartlardan ve fıtrattan rota bulanlar, hazırlıklar için kulis bilgileri aktaranlar. YSK’daki oy dağılımının net sayılarını verenler de oluyor. Erdoğan’ın “yenilenirse yüzde yüz alırız” sözünün kararın verildiği anlamına geldiğini düşünenler de çıkıyor. Daha önce Bakırköy’de evlere polis gönderilmesiyle bulunamayan “delillerin” savcılar eliyle araştırılmasının havanın döndüğü anlamına geldiğini söyleyenler de görülüyor. Toplam iki seçenekten ibaret olan tahminler için ortaya atılan kanıtlar, başka bir tür okumayla tam tersi biçimde yorumlanmaya da müsait aslında. Örneğin, bütün bu uzatmaların tabanı rahatlatmak için yapıldığı tezine göre, Erdoğan’ın sözleri kolayca “aslında kazandık” avunmasının, “olsa kazanırdık” versiyonu da sayılabilir. Seçimlerin yenilenmesi ihtimali çok güçlendiyse, iki günde sonuç çıkmayacak soruşturmalara neden gerek duyulsun? Kanıtlar kadar, onlardan çıkarılacak sonuçlar da hâlâ çok muğlak.
İki seçeneğin de açık olmasını, son ana kadar devrede kalmasını isteyen iktidar, bir yandan resmi sözcülerinin ağzından sertleşmenin dozunu artırıyor, bir taraftan da seçim kadar önemli başka gündem başlıklarının kuşatmasını giderek daha çok hissediyor. Erdoğan, “her karar başımızın üzerinde” derken, Bahçeli kabul edilebilecek kararın ne olduğu konusunda daha net tavır alıyor. Diğer taraftan da, ekonomik kriz tablosunun ve gerilimin uzamasının verdiği rahatsızlık çeşitli platformlarda daha açık ifade ediliyor. Son olarak, TÜSİAD ziyaretinde ve TOBB toplantısında Erdoğan’ın yüzüne karşı bunun dile getirildiğini okuyoruz. Seçim belirsizliğinin en az iki ay daha -üstelik yeni gerginliklerle- uzaması, Erdoğan’ın fazla zaman geçirmeden müdahale etmesini gerektiren meselelerin de askıda kalması demek. Bunların başında da, AKP içinden bazı isimlerin çıkışlarını dengelemek için, partide, hükümette ve teşkilatlarda yapılması gereken değişiklikler ve elbette ittifak sıkıntıları var. Seçim belirsizliği nedeniyle “ekonomik paketin” uygulanması ve zararın faturalandırma işlemi de iyice sarkıyor. Dolayısıyla, durum 7 Haziran 1 Kasım 2015 tablosuna çok benziyor gibi dursa da, bu niyet fazla “gösteriliyor” olsa da, biraz derinde seçim tekrarını zorlaştıran önemli noktalar görülüyor.
Sonuçta birkaç gün içinde tahminleri anlamsız hale getirecek neticeyi göreceğiz. Olması gerektiği gibi seçim sonuçlarının tescil edilmesiyle gelecek rahatlama yüzünden, kimse “kesin iptal” bahisçilerine pek kızmayacak, onlar da gönül rahatlığıyla sevince katılacaklar. (Bir süre sonra “vermezler” diyenler “yaptırmazlar” demeye başlayabilirler elbette) YSK İstanbul seçimini tescil ederse, 1 Nisan ve 1 Mayıs gününe yansıyan “onlar kaybetti, biz kazandık” hissine bir tuğla daha konmuş olacağı çok açık. Seçim belirsizliği yüzünden ertelenen, 31 Mart’ın açtığı kapının nasıl kullanılacağı tartışmalarına hızla geri dönülecek. Ancak tersi olur, YSK seçimin iptaline ve yenilenmesine karar verirse de, “ben demiştim” kalabalığı olduğundan biraz daha büyüyecek. İyimserlik-kötümserlik, gerçekçilik-hayalcilik yarışı dışında, ne yapılacağı, ne yapılması gerektiği konusunda acil bir soru oluşacak. İktidarın yapabilecekleri konusundaki merakın yerine muhalefetin hamleleriyle ilgili tartışmalar geçecek. Tahminlerin yerini, “yapılması gerekenler” hakkındaki kanaatler alacak. YSK’nın hukuka göre değil, AKP’li Ali İhsan Yavuz’un “bir şey olmadığı iddia edilemez” şeklindeki veciz gerekçesine ve Bahçeli’nin “maşeri vicdana uygun olan sonucu kabul” tehdidine uygun karar vermesi, her şeyi yeni baştan konuşmayı zorunlu hale getirecek.
Genel olarak muhalefet, özel olarak da İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Teşkilatı, AKP’nin sinir bozucu ama fazla başarılı sayılamayacak uzatma hamlelerini şimdiye kadar gayet iyi karşıladı. Kontrollü, sakin, kararlı tutumunu hiç kaybetmedi, iktidarın kışkırtmalarına da kendi taraftarlarının gürültü çıkarma çağrılarına da ustalıkla direnebildi. Çeşitli olasılıklar için zemin hazırlama girişimlerine iyi barajlar kurdu, açılan tuzaklara hiç düşmedi. Mesela, iktidarın ne yapacağı, neye hazırlandığı hakkında çeşitli tahminler yürütülürken, kendisinin önündeki seçenekler için tartışma açılmasına, kartlarının açık edilmesine izin vermedi. Hukuki olarak seçim iptali veya yenilenmesi gibi bir olasılığı hiç gündemine almadı, hatta böyle hukuksuz bir seçeneğe yönelebilecek YSK’nın kararını peşinen meşrulaştıracak “yargıya güveniyoruz” açıklamalarını bile yapmadı. Böylece, meşru bir seçimin meşru olmayan bir yolla kabul edilmemesine vereceği sert karşılığı rezervde tutmayı da başardı. Seçimin ertesinde gündeme gelen, yeni seçimde daha çok oy alabilme ihtimali üzerine spekülasyonları çabuk savuşturdu. Belki fazla atak olmadı ve destekçilerini sevinçlerinin garantide olduğu konusunda çok rahatlatamadı ama önemli bir hata yapmadı.
YSK’nın hukuk normlarına, kendi içtihadına uygun olarak iptal başvurularını reddetmesi durumunda, muhalefetin yoluna nasıl devam edeceği tartışması elbette yine açılacak. Ancak, bunun zamana yayılan ve arkaya yaslanılarak iktidarın çabalamalarının izlenebileceği bir süre tanıyacağı düşünülebilir. Yani belirsizlik iktidar tarafında kalmaya devam edecek. İktidarın gücünü tekrar göstermek ve kendi krizini yaymak için süreci hızlandırması da şaşırtıcı olmaz. Fakat YSK’nın iptal kararı vermesinin yaratacağı türbülans, muhalefet için çok sert olacak. Seçim ve seçim sonrasında sürdürülen tutarlı ve kararlı tutumla uyumlu ortak ve sağlam bir reaksiyonun çok hızlı örgütlenmesi gerekecek ve bu hiç kolay olmayacak. Muhtemelen muhalefet şimdiye kadar iktidarı gerilimde yalnız bırakarak sağladığı avantajı kaybedecek. Beklemek yerine hareket etmek zorunda kalacak. YSK’nın seçimlerin yenilenmesi kararı, muhalefet ve elbette CHP açısından çok kritik ama aynı zamanda paradoksal bir tercihi de gündeme getirecek: “Seçimle sonuç alınabilir, iktidar sandıkta yenilenebilir” fikri nasıl sürdürülecek? Meşru seçim sonucunu kabul etmeyen iktidarı ve AYM gibi mülga sayılacak YSK’yı, siyasi gaspla suçlayıp başka bir mücadele penceresi mi açacak? Seçimden kaçmadığını -veya seçimle sonuç alma olasılığını canlı tuttuğunu- göstermek için zemin kaybetmeyi göze alarak son derece riskli bir yeni kapışmaya mı hazırlanacak? İlkesel olan tutum konusunda herhangi bir tereddüt yok. Seçim sonuçlarının kabul edilmemesine razı gelerek sandık seçeneği canlı tutulamaz. Yenilgiyi kabul ettiremezsen, daha net bir galibiyet alma olasılığın da kalmaz. Ancak, bu tercihin devam cümlesi ve hareket planı o kadar kolay kurulamayabilir.