Yücel Erten: Aziz Nesin'in 50'lerde yazdıkları bizim olağan hallerimiz

Azizname’yi yeni rejisiyle yeniden sahneye koyan yönetmen Yücel Erten'le konuştuk. Erten, "Siyasetle ilgilenmediğini iddia eden sanatçı, bilerek-bilmeyerek, aslında belli bir siyasete hizmet etmektedir” diyor.

Abone ol

DUVAR - Aziz Nesin’in öykü ve taşlamalarından yola çıkarak usta yönetmen Yücel Erten tarafından yeniden uyarlanan ‘Azizname’ sanatseverlerle buluştu. Oyun güncelliğini hala koruyan toplumsal gerçekliğimizle buluşturuyor. Kah gülüp kah düşündüğümüz oyunda, Emre Altuğ, Bülent Çolak, Zühtü Erkan, Pınar Gülkapan, Hande Kaptan, Berk Sezenler, Burak Şentürk ve Fatih Topçuoğlu oynuyor. 28 Aralık-4 Ocak, 22 Ocak ve 26 Ocak’ta İstanbul Trump Gösteri Merkezi’nın ardından 27 Ocak’ta İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda ve 28 Ocak’ta Narlıdere AKM’de seyircisiyle buluşacak. Bu buluşmaların öncesinde oyunun usta yönetmeni Yücel Erten’le bir araya geldik. Aziz Nesin’den öykülere, günümüz toplum gerçekliğinden sanat ve yüzleşmeye pek çok şeyi konuştuk.

Azizname’yi yıllar sonra sahneye taşırken nasıl bir motivasyon sizi buraya sürükledi?

İlk ivme, yeni kurulan Cumhuriyet Sahnesi’nden geldi. Değerli kardeşim Saruhan Simsaroğlu ve arkadaşlarının bu yürekli girişimi, heyecanlandırdı beni. Günümüzde tiyatro yapmak zor ve riskli bir iş. Görüyorsunuz: Pek çok özel tiyatro girişimi, az kişili ve prodüksiyonu düşük oyunlarla suyun üstünde durmaya çalışıyor. Yanı sıra kurslar düzenleyerek finansal açıdan ayakta durmayı deniyor. Ya da zaten kiracı olduğu sahnesini etkinliklere kiralayarak çarkın dönmesini sağlayabiliyor. Bunları biliyorsunuz.Böyle bir ortamda, bir yapımcının cesaretle ortaya çıkışından etkilenmemek mümkün mü? Benden özellikle ‘Azizname’yi istemeleriyle iştahım daha bir arttı tabii. ‘Azizname’nin güncelliğini yitirmeyen bir oyun olduğu ortada. Bir baktım, yine kolları sıvayı vermişim…

Oyunda dünden bugüne bir yolculuk var ve en acı sahnede bile gülüyoruz. Ya siz? Sahneye koyarken nelere dikkat ettiniz?

Zor zamanlardan geçiyoruz. Ama biraz da geçemiyoruz, sorun orada. Bir türlü sıyrılamıyoruz, çıkamıyoruz bu toplumsal travmadan. Toplum olarak zihnimiz uyuşturulmuş; ahlakımız, erdemlerimiz, ülkülerimiz çürütülmüş gibi bir hal var sanki. Bir kısmımız gayret ediyoruz, mücadele ediyoruz. Ama cahil ve yoksul bırakılmış bir kalabalık, izin vermiyor. Bir türlü geçemiyoruz, çıkamıyoruz bu uyuşuk, karanlık tünelden. Oyunu yeniden sahnelerken beni en çok şu düşündürdü: Aziz Nesin’in 50 yıl, 60 yıl önce yazıp eleştirdiği zaaflar hala geçerli. Ne yazık ki. İşte bu acı. Ama biz en acı sahnede bile gülüyoruz. Çünkü Aziz Nesin sosyolojik tahlillerini mizaha sığdırabilmiş bir büyük usta.

'CANIM SIKILDI'

Yıllarca sahnelenmiş bir oyun. Hepimizde bir Azizname hikayesi vardır. Peki oyundaki repliklerden hangisi sizi daha çok etkiliyor?

Aziz Nesin’in öykülerinde neredeyse pelesenk olmuş bir deyiş vardır. Ben onu bazan onun kullanmadığı yerde de kullandım. Oyuncular teker teker ‘Yazar’ rolünü üstlenirler. Ve her biri bir punduna getirip o cümleyi söyler. Oyun içinde göze batmadan bir leitmotif gibi tekrarlanır. İşte beni en çok o cümle etkiler: “Canım sıkıldı”…Hayatını aydınlanma savaşına adamış Aziz Nesin usta seslenmektedir sanki. “Canım sıkıldı”…

Ülkede 'zor zamanlar' yaşanırken oyunu yeniden sahneye koydunuz. Hangi ruh halini yaşadınız sahnelerken?

Trajikomik bir ülkede yaşamanın ve o ülkede yarım yüzyılı aşkın bir süre tiyatro yoluyla bir sağaltım aramanın, trajikomik lezzetini yaşadım desem?...

Aziz Nesin bazı kesimler tarafından hep yanlış anlaşıldı... Kitaplarını okuyanlar, yaşamını bilenler ise sizin deyiminizle “savaşkan barışçılığını” gördü. Peki, sizin için Aziz Nesin nasıl biriydi?

Aziz Nesin, tartışmasız uluslararası bir mizah ustasıydı. Dahası, öyküden romana, masaldan tiyatroya, şiirden bildiriye kadar çok geniş bir palette olağanüstü verimli bir yazardı. Sosyolojik tahlillerinde son derece keskin bir gözlem gücü ortaya koydu. Ama hepsinin temelinde, gözü pek bir yurtsever ve yılmaz bir aydınlık savaşçısıydı.

Aziz Nesin’in öykü ve taşlamalarından bugüne de göndermelerin olduğu bir oyun... Her şeyin yasaklandığı, OHAL’in hala devam ettiği bir dönemde sizde de çekincelik olmadı mı?

Nesin'in 1957’de, 77’de,87’de yazdığı o haller, bizim olağan hallerimiz. Ortada olağanüstü bir şey yok ki, olağanüstü hale konu olsun...

Kah gülüyoruz oyunda kah düşünüyoruz. Düşünürken de bir takım olaylarla yüzleşiyoruz. Toplumlar yüzleşmekten korkar, sanat yüzleşmenin en kolay yolu mudur?

Öyledir kuşkusuz. Bu, asla sanatın kolay olduğu anlamına gelmemeli tabii. Ama topluma dokunabilen, toplumda yankılanan, onunla iletişime geçip bir elektrik akımı oluşturabilen sanat yapıtları, toplumda sağaltıcı bir etki yapar. Tiyatro da en canlı, en diri yüzleşme alanıdır. Hani hayatın aynasıdır derler ya. Doğrudur, ama ayna bazan içbükey, bazan dışbükeydir. Toplumu bir bütün olarak bir yerden alıp bir yere götürme iddiasında değildir tabii. Bir temsilden sonra ihtilal olması filan beklenemez. Ama sahnedeki bir an, bir söz, bir bakış, bir çığlık, bir susuş, bazan bireylere yıllarboyu çıkmayacak bir kıymık gibi saplanır kalır. Ya da ömür boyu ışığı sönmeyecek bir ateş böceği bırakır içerde. Ve işte o yaşantıdan evrilerek insana yatırımdır. Bireyi daha düşünceli, daha duyarlı, daha hoşgörülü, daha tutarlı olmaya hazırlar. Dolayısıyla topluma yatırımdır. O bağlamda toplum için bir yüzleşme ve bir sağaltım kaynağıdır.

'SİYASAL BİR VARLIK OLMAK ERDEMDİR'

Türkiye’de muhalif sanatı nasıl buluyorsunuz?

Ben Türkiye’de sanatın ve sanatçının muhalif kimliği konusunda kilit bir problem yaşandığını düşünüyorum ya da bir yanılgı diyelim. Siyasetle ilgilenmemek, sanata siyaset bulaştırmamak, tarafsızlık, hatta siyaseti aşağılamak şeklinde ifade eder bu problem kendini. Oysa siyasal bir varlık olmak, insanoğlunun en büyük erdemlerinden biridir. Ve şurası açık ki, siyasetle ilgilenmediğini iddia eden sanatçı, bilerek-bilmeyerek, aslında belli bir siyasete hizmet etmektedir. Apolitizasyondan, depolitizasyondan yarar sağlayan gerici ve sağcı siyasetlerin hizmetine koşulmuştur. Bir çeşit kafa karışıklığı içinde ‘particilik’ ile ‘siyaset’inayırdedilememesi de buna eklenir ve sanatın muhalif niteliği giderek zayıflar. İşte bu sorunsal etrafında net bir görüş oluşmadığını gözlemliyoruz…Siyasal bir duruş ve yürüyüşle aydınlanma mücadelesini sürdüren sanatçılar yok mu? Var tabii. Ama geneldeki karanlığın karşısında, daha çok siyasal bilince ve siyasal duruşa, yürüyüşe ihtiyacımız var gibi görünüyor. O da emek istiyor, risk almayı gerektiriyor…

Son olarak, bugünün Türkiye’sini ve sanatçılarını, sanata yapılan baskıyı nasıl yorumluyorsunuz?

İnadına siyaset, inadına sanat diyorum. Sanat kuşun kanatları gibidir. Sizi uçurur. Ama ayaklarınız da olmalı ki, bir yere konabilesiniz. Yoksa boşlukta uç, uç, nereye kadar?...