Yukarı Deniz’in kralları: Urartu’nun kuruluşu

MÖ 856 yılındaki Urartu seferinin anlatıldığı tablette, Asur ordusunun daha sonradan Urartu başkenti olacak Tuşpa şehrinde konakladığı ve burada haraç kabul ettiği belirtilir.

Abone ol

Armağan Tan*

Dönemin Asur kaynakları Van Gölü’nü “Yukarı Deniz” olarak adlandırır. Anadolu Demir Çağı’nın önemli krallıklarından olan Urartu Krallığı ise, MÖ 9. yüzyılın ortalarında işte bu Yukarı Van Denizi’nin doğu kıyısında kurulur. Deniz seviyesinden bin 665 metre yükseklikte, bugün Van Kalesi olarak bilinen Urartu başkenti Tuşpa’da kurucu kral olan I. Sarduri, birbirinin kopyası 6 yazıtla adeta krallığının ve başkentinin kuruluşunu şöyle ilan eder:

Lutibri oğlu Sarduri’nin yazıtı, büyük kral, güçlü kral, dünyanın kralı, Nairi’nin kralı,eşi benzeri olmayan kral, hayranlık uyandıran çoban, savaşmaktan korkmayan ve isyankârları sindiren kral, ben Lutibri oğlu Sarduri, kralların kralı, tüm krallardan tribut(haraç) alan benim. Lutibri oğlu Sarduri’nin sözleridir, bu taş bloklarını Alniunu şehrinden getirdim ve bu duvarı inşa ettim.

Bugün kullandığımız Urartu kelimesi, Mezopotamya düzlüklerinde yer alan köklü Asur krallarının kuzeydeki güçlü rakiplerine verdikleri isimdir. Urartular kendilerini Biaini ve Nairi(-li) olarak adlandırır.

Başkentin ve krallığın kuruluşunu ilan eden Sardurburç yazıtı.

URARTU: KRALLIKTAN İMPARATORLUĞA

Krallığın kurucu kralı olarak kabul edilen I. Sarduri’den itibaren başkent Tuşpa ve çevresinde ilk yerleşmeler ortaya çıkmaya başlar. Sonrasında giderek güçlenen Urartu Krallığı, Kafkaslar ve Kura Havzası’ndan Güneydoğu Toroslar hattına, Malatya ve Fırat Havzası’ndan Kuzeybatı İran ve Urmiye Havzası’na kadar geniş bir coğrafyada yaklaşık 200 yıl etkili olmayı başarır.

Urartu kralları hakim oldukları geniş coğrafyada çok sayıda krali kent ve yerleşim yeri kurarak yeni bir iktisadi ve toplumsal model oluşturmaya çabalar. Urartu öncesinde merkezî bir krallığın bulunmadığı bu bölgelerde, nüfusu on binleri bulan Urartu kentleri ortaya çıkar. Büyük oranda tarım ve hayvancılığa dayalı bu yerleşik yapı, barajlar, su kanalları, bağlar ve bahçeler gibi çeşitli inşa faaliyetleriyle desteklenir. Krallığın kurulması ile birlikte ortaya çıkan bu yeni kamusal ihtiyaçlar, daha fazla sayıda insana gereksinim duyulmasına neden olur. Yazılı kaynaklara göre, sayıları yaklaşık 600 bin civarında insan topluluğu, Urartu kralları tarafından farklı yerlere tehcir edilmiştir. Günümüze ulaşan çok sayıdaki çivi yazılı Urartu kitabesinde tehcir edilen bu insanlardan ve ganimetlerden açıkça bahsedilir:

 … aynı yıl Urme ülkesine karşı harekete geçtim, 11 kalesini ele geçirdim ve onları yıktım; oradan erkekler ve kadınları sürdüm, bin 100 erkek, 6 bin 500 kadın, 2 bin savaşçı erkek, 2 bin 538 sığır, 8 bin koyun aldım …

Urartu’nun bu faaliyetler neticesinde adeta büyük bir “imparatorluğa” dönüşmesi, krallığın Sarduri’den daha eskiye uzanan bir arka planının olduğunu gösterir. Ancak Urartu yerleşmelerinin büyük çoğunluğunda yürütülen kazı çalışmalarının sonuçlarına göre, Urartu öncesine ait bu izler zayıf bir tabaka ile temsil edilir.

Hatta birçok Urartu yerleşmesinin ilk defa Orta Demir Çağ’da, yani Urartu döneminde iskan görmeye başladığı anlaşılır. Urartu öncesini ifade eden Erken Demir Çağ’ın karakteristik yivli çanak çömleği, bu noktada belirgin bir arkeolojik veridir. Urartu öncesinde Doğu Anadolu, Kafkaslar, Kuzeybatı İran, Yukarı Mezopotamya ve çevre bölgelerde karşımıza çıkan bu türdeki çanak çömlek, Urartu döneminde de kullanılmaya devam eder. Ancak her ne kadar arkeolojik malzeme, kültürel etkileşim anlamında bazı ipuçları sunuyor olsa da Urartu Krallığı’nın siyasi bir yapı olarak ortaya çıkmasına ilişkin doğrudan bilgi vermez.

Urartu Krallığı’nın yaklaşık sınırları.

URUATRİ VE NAİRİ: ASUR’A KARŞI ‘DİRENEN’ BAZI HALKLAR

Bu noktada araştırmacılar dönemi anlayabilmek adına az sayıdaki yazılı kaynağa başvurmak zorunda kalmıştır. Özellikle 20. yüzyılın ortalarında Sovyet bilim insanlarının ortaya attığı ve literatürde günümüze kadar etkileri devam eden bazı teorilere göre, MÖ 13. yüzyılda Asur kralı I. Salmanassar dönemi yazıtlarından itibaren bahsedilmeye başlayan Uruatri ve Nairi gibi tanımlamalar, Urartu öncesinde, dönemin “emperyalist” gücü Asur’a karşı “direnen” bazı halkları ifade eder. Bu görüşlere göre Asur’a karşı kendi aralarında birleşen bu yerel unsurlar MÖ 9. yüzyıldan itibaren Urartu Krallığı’nı kurmuş olmalıdır. Ancak kaynaklarda geçen bu bölgesel tanımlamalar “dönemin ruhuna uygun” olarak öne sürülen varsayımlara ulaşmak için yeterli değildir.

Urartu dili, köken olarak ikinci binyılda Mezopotamya, Anadolu ve çevre bölgelerde kullanılmış olduğu bilinen Hurrice ile uzak da olsa akrabalık ilişkisine sahiptir. Bu filolojik akrabalık dışında Urartu ile Hurri tanrıları arasında ortak olanların varlığını da biliyoruz. Ancak ikinci binyıldan itibaren birçok toplumu etkileyen Hurri kültürü, Önasya dünyasında geniş bir etki alanına sahiptir ve bu kültürel etkileşim, siyasi gelişmeleri açıklayabilmek adına yeterli veri sunmaz.

Urartu’nun kuruluş dönemine ilişkin yazılı belgeler, MÖ 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk Urartu yazıtlarının ortaya çıkışına kadar, yalnızca az sayıdaki Asur yazıtlarından ibarettir. Ancak propaganda niteliğine sahip bütün resmi kayıtlarda olduğu gibi Asur kaynaklarının da büyük çoğunluğu krallığın resmi kayıtlarıdır ve kalıplaşmış birçok ifade içerir. Çoğu zaman Asurlu yazmanlar muhtemelen kendi propagandalarını yapmak adına karşılarına çıkan yerel aşiret yöneticilerini bile abartılı bir şekilde kral olarak ifade ederler.

MÖ 13. yüzyıldan itibaren Asur kaynaklarında geçmeye başlayan Uruatri veya Uratri ifadelerinin etimolojik olarak Urartu kelimesi ile ilişkili olabileceği düşünülse de yazıtlardaki bu ifadelerle krallığın politik bir güç olarak ortaya çıkışı arasında doğrudan bir bağ olduğu söylenemez. MÖ 9. yüzyılda bildiğimiz anlamda Urartu Krallığı’nın kuruluşundan yaklaşık 400 yıl öncesine ait bu ifadeler daha sonraki kayıtlarda Uruatri adı anılmaksızın başka yerlerde de geçer. Muhtemelen bu adlandırmalar politik ve kültürel tanımlamalardan ziyade Dağlık Bölge veya Dağlık Ülke gibi coğrafi bölgelere işaret eder. Kimi zaman bu bölgelerde nüfusta değişimlerin yaşanmasına rağmen bu gibi kelimelerin kaynaklarda aynen kullanılmaya devam ettiği de bilinir. Dolayısıyla MÖ 13. yüzyıldan itibaren kaynaklarda geçen bu türden ifadelerle MÖ 9. yüzyılda kurulan Urartu Krallığı’nın politik ve kültürel kökenleri arasında doğrudan bağ kurmak zordur.

Argišti Kaya Mezarı’nın girişinde bulunan yıllıklar (Van Kalesi).

ASUR İÇİN POLİTİK BİR TANIMLAMAYA DÖNÜŞEN ‘URARTU’

Ancak bu durum MÖ 9. yüzyıldan itibaren değişmeye başlar. II. Assurnasirpal ve III. Salmanassar dönemlerinden itibaren bildiğimiz anlamdaki Urartu ifadesi, Asur için artık politik bir tanımlamaya dönüşür. Bu değişimde Aramu ve Seduri gibi adları anılacak kadar güçlü kralların bölgede rakip olarak Asur’un karşısına çıkmasının etkisi vardır.

II. Assurnasirpal’den sonra Asur tahtına geçen III. Salmanassar döneminde Urartulu Aramu ismi kaynaklara yansımaya başlar. Araştırmacıların bir kısmı tarafından bu isim, ilk Urartu kralı olarak kabul edilse de farklı bir hanedana mensup olabileceği için I. Sarduri’nin kurucu kral olarak kabul edilmesi daha doğrudur. İlk olarak III. Salmanassar’ın MÖ 859 yılı seferini anlattığı kaynakta adına rastladığımız Aramu’nun, Sugunia isimli korunaklı şehrinin olduğundan bahsedilir. Asur kralı, bu kaynakta Hubuşkia ve Nairi ile gerçekleştirdiği mücadelenin ardından Urartulu Aramu’nun krali şehri Sugunia’yı ele geçirip Nairi ülkesinin denizine indiğini ifade eder. Ancak bu kayıtta Nairi ülkesinin Kakia isimli bir başka kralının olduğu da bildirilmiştir.

Daha önceki kayıtlardan Nairi ülkesinde Lutubri gibi başka kral isimlerinin de varlığını biliyoruz. Bu kayıtlar Urartu öncesinde Nairi ülkesinde birçok yerel kralın varlığını göstermesi açısından önemlidir. Benzer bir durumun bu dönemde Urartu ülkesi için de geçerli olabileceğini söylemek mümkündür. Zira kaynaklarda ilk defa MÖ 859 yılından itibaren Urartu Kralı olarak adı geçmeye başlayan Aramu’nun, I. Sarduri’nin babası olmadığını yukarıda bahsettiğimiz kuruluş yazıtı aracılığıyla biliyoruz. Sarduri ise Asur Kralı III. Salmanassar iktidarının 27. yılı kayıtlarında Seduri olarak anılmıştır. Asur kaynaklarındaki bu tarih, Urartu’nun kurucu kralının tarihlendirilebilmesi adına önemli bir kayıttır. Diğer köklü Mezopotamya krallıklarının aksine Urartu’da kralların tam olarak hangi tarihler arasında hüküm sürdüğünü söyleyebilmek mümkün değildir. Tüm Urartu kralları, Asur kayıtlarında bahsedildikleri ölçüde tarihlenebilmektedir.

Tuşpa’daki ilk Urartu yazıtlarında kral I. Sarduri, babasının adının Lutubri olduğunu bildirir. Ancak MÖ 832 yılında Asur kaynaklarında bahsedilen Seduri’den 12 yıl önceye kadar Urartu’da Aramu isimli kraldan bahsedilmesi dikkat çeker. Maalesef bu iki Urartu kralı arasındaki “akrabalık” ilişkisini net olarak bilemiyoruz. Bu dönemde bir hanedan değişikliğinin mi olduğu yoksa iki farklı yerel kralın birbirinden bağımsız olarak mı ortaya çıktığı henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Ancak tüm bu veriler Asur’un kuzeyinde yer alan Urartu ve Nairi bölgelerinde artık 9. yüzyıldan itibaren güçlü bir siyasi erkin belirginleşmeye başladığını gösterir.

Urartu’nun kuruluşuna ilişkin yazılı kaynaklarda geçen bir diğer önemli tanımlama Nairi’dir. Özellikle erken dönemlerde Asurca yazıtlarda Urartu krallarının kendisini “Nairi’nin Kralı” olarak da övmesi dikkat çeker. Bu aynı zamanda yazının ve propaganda üslubunun Asur’dan alınmış olduğuna işaret eder. İlk Urartu yazıtlarının Asurca yazılmasının dışında Urartu krallarının kullandıkları unvanlar da benzer şekilde kopyalanmıştır. Bu hitap biçimleri ve kalıplar, yazının Urartu’ya Asur’dan ithal edildiğine ilişkin kanıtlar olarak sunulur. Urartu açısından İšpuini döneminde Kelişin Steli’nin Asurca yüzünde Nairi kelimesi son kez kullanılmıştır.

Van Gölü ve Süphan Dağı.
‘NAİRİ ÜLKELERİ’NİN FATİHİ’

Asur kaynaklarında I. Tukulti-ninurta döneminden II. Sargon dönemine kadar yaklaşık 500 yıl boyunca kaynaklarda karşımıza çıkan Nairi tanımlaması Uruatri’den farklı bir niteliğe sahiptir. Nairi’ye ilişkin ilk kayıtlarda Asur kralları, “Nairi ülkelerinin 40 kralı ile savaştım/onlardan tribut (haraç) kabul ettim” gibi açık ifadeleri çok kez kullanır. Asur Kralı I. Tiglat-pileser, Nairi seferini anlattığı kayıtlarında bahsettiği Nairi ülkesinin 60 kralını, büyük ihtimalle Van Gölü’nün kastedildiği Yukarı Deniz’in kıyılarına kadar kovaladığını söyler. Bu varsayımı destekler nitelikte bir başka kaynak Van Gölü’nün batısında bulunan Yoncalı Yazıtı’dır. Bu yazıtta, Tiglat-pileser, “Nairi Ülkelerinin Fatihi” olarak övünmektedir. Bu dönemden itibaren Asur kralları Assur-bel-kala ve III. Salmanassar dönemi kayıtlarında da Van Gölü için aynı ifade kullanılmaya devam eder.

MÖ 9. yüzyılda II. Assurnasirpal dönemi yazıtlarından, Nairi coğrafyasının güney sınırının da Tuşhan gibi önemli Asur eyalet merkezlerinin kurulduğu Yukarı Dicle bölgesini kapsadığını anlıyoruz. Bu dönemlerde yeniden güçlenmeye başlayan Asur İmparatorluğu, ülkenin kuzeyini oluşturan Nairili yerel krallarla mücadeleye girişir ve Asur’un bu bölgelerde yeniden hakimiyetini tesis etmek adına büyük çaba harcar.

Yukarı Dicle ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde Asur ve Nairili krallar arasındaki bu mücadele, Asurlu yazmanlar tarafından birçok defa kayıt altına alınmıştır. Urartu’nun kuruluş dönemine ışık tutabilecek çok boyutlu etkileşimin izlerini bu kayıtlarda görebilmek mümkündür. Asur kaynaklarında ilk defa II. Assurnasirpal döneminde rastladığımız Labturu isminin, Sarduri’nin babası olan Lutibri ile aynı kişi olup olmadığı kesin değildir. Bu isim benzerliğinin yanı sıra aynı dönemde Asur ve Nairi kralları arasında cereyan eden mücadeleler bölgedeki bazı politik gelişmeleri tetiklemiş olabilir.

II. Assurnasirpal, MÖ 879 yılındaki ikinci Nairi seferini anlattığı yazıtında Tupusu oğlu Labturu’dan bahseder. Bu kayıtta Asur kralı Labturu’nun Madara isimli tahkimli şehrini kuşattığını söylemektedir. Kuşatma sonucunda onları “haraç ödemek şartıyla bağışladığını ve tahsildarlar görevlendirdiğini” yazdırtır. Bağlılıklarını güvence altına almak amacıyla oğullarını da “memur olarak yetiştirilmek üzere” aldığını belirtmesi ilginçtir. Ayrıca yazıtta, bu kral tarafından yönetildiğini vurguladığı Kaşiyari Dağı’nın (Tur Abdin) eteğindeki 60 yerleşmeyi ele geçirdiğini iddia eder.

Bu ifadelerin her ne kadar propaganda amaçlı olabileceği göz önünde bulundurulsa da Asur’da yaygın olarak görülen bu türden uygulamaların kısmen gerçeklik payının olabileceğini söyleyebiliriz. Arkeolojik veriler de bu dönemde bölgedeki Asur merkezlerinin yeniden güçlendirildiğini ve hâkimiyetin tekrar Asur’a geçtiğini onaylar. Özellikle yetiştirilmek üzere Nairi krallarının oğullarının alındığının yazıtlarda belirtmesi dikkat çekicidir. Muhtemelen Asur kentlerinde yaşamış ve çeşitli görevlere getirilmiş Nairili bu prenslerden veya kişilerden bazıları, yazıyı, bürokrasiyi ve askerliği öğrenmiş olmalıdır. Hatta bu kişiler daha sonra Urartu’ya bu sistem ve geleneklerin taşınmasına öncülük etmiş olabilir. Bu bağlamda, Urartu’nun ilk yazılı kayıtlarında yer alan unvanları, II. Assurnasirpal dönemi yazılı kaynaklarında da aynen görebiliriz. Bu dönem kayıtlarda Asur krallarının Nairi ülkelerinin başına kendi seçtiği yöneticileri getirdiğinden ve tahsildarlar görevlendirdiğinden bahsetmesi de anlamlıdır. Tüm bu uygulamalar sonucunda Nairi krallarından biri veya birkaçı bürokrasi, askerlik ve devlet gelenekleri gibi birçok konuda Asur’dan önemli tecrübeler edinmiş olmalıdır. Asur’un Nairi ülkesinde gerçekleştirdiği bu uygulamalar, Urartu’nun kuruluşunu sağlayan politik gelişmeleri tetiklemiş olabilir.

II. Assurnasirpal, MÖ 866 yılı kayıtlarında Tupusu’nun oğlu Labturu’dan tekrar bahseder. Ancak bu kez Asur kayıtlarında Labturu’nun Madara şehrini değil, Udu isimli bir başka şehri kuşattığı ifade edilir. Bu durum, daha önceki sefer esnasında Madara şehrinin gerçekten de tahrip edilmiş olabileceğini düşündürür. Bir önceki seferinde uyguladığı politikaların yanı sıra Asur kralları bu kez Nairili bu yerel güçler için yeni birtakım tedbirlere başvurmak zorunda kalmıştır. Anlaşılan bu seferde bir öncekinde yaptığı gibi onları vergi ödemek koşuluyla yerlerinde bırakmamış, direnen bu insanlardan bir kısmını Asur şehirlerine sürgün etmiştir. Uygulanan bu tedbirlerin Asur açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü II. Assurnasirpal bu dönemden itibaren “Nairi Ülkeleri’nin tümünün fatihi” ifadesini unvanları arasına ekler!

MÖ 856 yılındaki Urartu seferinin anlatıldığı tablette, Asur ordusunun daha sonradan Urartu başkenti olacak Tuşpa şehrinde konakladığı ve burada haraç kabul ettiği belirtilir. Asur dili ve yazısıyla yazdırılan ilk Urartu yazıtının yer aldığı, başkent Tuşpa’nın adının ilk kez geçtiği bu kayıtlar dikkate değerdir. Tüm bu mücadelelerin tam da Urartu Krallığı’nın kuruluş döneminde gerçekleşmiş olması tesadüf olmamalıdır. Bu aşamada her ne kadar ayrıntılarını kesin olarak bilemiyor olsak da Asur’un doğrudan veya dolaylı olarak politik süreçte etkili olduğu açıktır. Ayrıca Urartu kültürünün bünyesinde taşıdığı yoğun Asur etkileri de yadsınamaz bir gerçektir.

KÖKLÜ MEZOPOTAMYA DEVLET GELENEĞİNİN KUZEYDEKİ DAĞLIK COĞRAFYAYA YANSIMASI

Urartu Krallığı’nın kurulmasıyla birlikte, kuzeydeki dağlık bölgelerde yaklaşık 200 yıl sürecek yerleşik karakterli yeni bir kültürel süreç başlar. Bu süreçte, bölgenin yabancı olduğu mimari anlayışlar, gelişmiş metalürji teknikleri ve özellikle yazı gibi somut unsurlar ilk kez görülür. Sitadelleri, aşağı yerleşmeleri ve nekropolleri olan yeni standart bir modele sahip şehirler, tapınaklar, depo yapıları ve saraylar bu coğrafyada Urartu ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bu türden merkezi erkin ihtiyaçları ve imkanları çerçevesinde gelişen kültürel unsurlar binlerce yıldan beri gelişim gösteren köklü Mezopotamya devlet geleneğinin Urartu ile birlikte kuzeydeki dağlık coğrafyaya yansıması olarak kabul edilebilir. Etki alanındaki bölgelerde varlığı yok sayılamayacak ölçüde keskin olan bu değişimlerin dinamiklerini, kimi yerel unsurların nitelik değiştirmesinden ziyade, güneyden kuzeye gerçekleşmiş olabilecek Nairili bir hanedanın beraberinde yeni bir devlet anlayışını ve geleneklerini taşımış olması ihtimaliyle açıklayabiliriz.

*İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Tarihi Ana Bilim Dalı