Yukarı Dicle havzasında Tunç Çağı depremleri
Salat Tepe duvarlarının devrilmiş olmasının, kerpiç aralarının kısmen açılmasının, duvarlarda görülen çeşitli deformasyonlar ve çatlakların yer sarsıntılarından kaynaklandığı düşünülüyor.
A. Tuba Ökse*
Depremler insanların günümüzden 14 bin yıl öncesinden itibaren kendi konutlarını inşa etmeye başlamalarından beri arkeolojik dolgularda izler bırakmıştır. Bu izleri, devrilmiş, çatlamış, eğilmiş ve deforme olmuş duvarlardan okuyabiliyoruz. İşte Dicle Nehri’nin sekileri üzerine kurulmuş olan ve Ilısu Barajı’ndan etkilenen höyüklerde açığa çıkartılan Tunç Çağı yerleşimlerinden bazılarında da kerpiçten inşa edilmiş yapılarda meydana gelen yıkılma ve bozulmalar, binaların deprem geçirdiğini gösteriyor. Bu höyüklerden biri olan Salat Tepe’de M.Ö. 22. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar her 100-150 yılda bir depremler meydana geldiğini anlıyoruz:
M.Ö. 22. YÜZYIL DEPREMİ
Salat Tepe üzerine M.Ö. 23. yüzyılda inşa edilmiş taş temelsiz kerpiç duvarları olan tek odalı konutlar ile dar sokaklarla çevrelenmiş taş temelli, kerpiç duvarlı, çok odalı bir yapı ve kerpiç teras açığa çıkarılmıştır. Çok odalı yapının merdivenle inilen bodrum depoları, yüksek kil tezgâhları bulunan bir işlik odası, kireç sıvalı tabanı üzerinde kap yerleştirme yerleri bulunan bir odası, bir salon ve bir de giriş odası bulunmaktadır.
Yapıların tamamı yangın geçirmiş, duvarların ayakta kalan bölümlerinde islenmeler meydana gelmiş ve yangından kaynaklanan kül tabakaları oda tabanlarını örtmüştür. Tavanın çökmesi sonucu oda tabanları üzerine çok sayıda kırılmış kap yığılmıştır. Çok odalı yapının depo bölümünü çevreleyen ikiz duvarlar birbirinden ayrılmış, eğilmiş ve bazı duvarlar çatlamıştır. Bu yapı ile bağlantılı kerpiç terasın üzerini kaplayan yangın enkazı üzerine de kerpiç duvarlar devrilmiştir. Duvarların bu durumu, yerleşimin M.Ö. 2150 öncesinde meydana gelen bir yer sarsıntısından etkilendiğini göstermektedir.
M.Ö. 21. YÜZYIL DEPREMİ
Önceki yerleşimin enkazı yıkımın hemen ardından mekânlar doldurularak düzleştirilmiş ve yeni bir yerleşim inşa edilmiştir. Bu dolgulara açılan küçük çukurlar içerisine pişmiş topraktan biçimlendirilmiş ve özellikle kırılmış insan ve hayvan figürleri ile boynuz modelleri ve minyatür kaplar yerleştirilmiştir. Yeni inşa edilen kerpiç duvarların temelleri altına, duvar boyunca yaklaşık 1-1.5 metre aralıklarla açılan küçük çukurlara domuz yavrusu çenesi, köpek çenesi, kuzu omur parçası ya da yeni doğmuş domuz yavruları bırakılmıştır. Bu uygulama, muhtemelen yeni yerleşimi eski yerleşimin maruz kaldığı felaketten ve tinsel kirlenmeden korumak için uygulanan ayinlerin kalıntıları olmalıdır.
Çok odalı yapıda deprem izleri.
Bu yerleşimde birbirinden dar sokaklarla ayrılmış 2-3 odalı, tek katlı konutlar bulunmaktadır. Konutların en geniş odaları ocaklar, tabana gömülmüş su küpleri, depo çukurları ve pişirme kapları bulunan mutfaklardır. Konutların duvarlarında ve tabanlarında görülen yoğun islenme, yerleşimin yangın geçirdiğine işaret etmektedir. Odaların tabanları üzerine yığılmış çok sayıda kırılmış kap, büyük olasılıkla tavanın çökmesiyle tahrip olmuştur. Bazıları 3.5 metre yükseklikte korunmuş duvarlarda görülen eğilmeler ve çatlamalar ile kerpiç sıralarında ortaya çıkan yatay ve dikey dalgalanmalara göre bu yerleşim M.Ö. 2050 yıllarında meydana gelen bir depremle yıkılmıştır.
M.Ö. 19/18. YÜZYIL DEPREMİ
Depremle yıkılan yerleşim vakit geçirilmeden yeniden inşa edilmiştir. Mekânlar molozla doldurulmuş, yangın enkazı balçıkla kapatılmıştır. Balçık dolgular arasında bulunan kül birikintileri, pişmiş toprak figür parçaları ile yeni inşa edilen duvarlar boyunca kazılan çukurlara yerleştirilen domuz, geyik, köpek, kuzu gibi kurban hayvanı parçaları da eski yerleşimin yaşadığı kötülüklerin, yeni yerleşime bulaşmasını önlemek amacıyla uygulanan ayinlerin kalıntıları olmalıdır.
Bu yerleşimin konutları da çakıl döşeli dar sokaklarla birbirinden ayrılmıştır. Önceki yerleşime ait duvarların ayakta kalan bölümleri yontulup dere taşları ile takviye edilmiş ve kerpiç duvarlar yenilenmiştir. Bazı duvarların taş temelleri arasına, bir çanak içerisinde yeni doğmuş domuz yavrusu bırakılması da yeni yerleşimin kaderinin iyi olmasını sağlamaya yönelik yapı ritüellerinin kalıntılarıdır.
Yapılarda şiddetli yangın izleri belirlenmiş, oda tabanları üzerine çok sayıda kırılmış pişmiş toprak kap yığılmıştır. Bir yanık tabanı kaplayan küllü dolgu üzerine devrilmiş kerpiç duvar yaklaşık 4 m. yüksekliktedir. Kuzeye doğru meyil veren kalın bir duvardaki çatlamalar ile yangın enkazı üzerine devrilen kerpiç duvarlar, bu yerleşimin de deprem geçirdiğini ve deprem sırasında çıkan yangının tüm yerleşimi etkilediğini göstermektedir. Bir yapıda açığa çıkan yanmış iskelet, başına çatıyı oluşturan bir merteğin isabet emesi sonucu oda tabanına sırt üstü düşmüş ve yaşamını yitirmiştir.
Bir başka konutun yıkıntıları üzerine, içinde yeni doğmuş bir domuz yavrusu bulunan çanağın baş aşağı yerleştirilmesi, yapının geçirdiği felaketin bu tabakada mühürlenerek sonraki yerleşimi etkilememesi için uygulanan bir ayinin kalıntısıdır.
M.Ö. 17. YÜZYIL DEPREMLERİ
Bu yapıların yıkıntıları kerpiç molozu ve taş ile doldurulduktan sonra üzeri kalın balçık tabakası ile düzleştirilmiştir. İri kireçtaşlarından inşa edilen kalın temellerin üstüne balçık ve çakıl dolgu yerleştirilmiş, üzeri sazlarla düzgün hale getirilmiştir. Temellerin üzerine standart boyutlu kerpiçlerle örülen duvarlara 10-12 sırada bir sazlar yerleştirilmiştir. Yapılarda ahşap karkas kullanılmamış, yığma yöntemiyle inşa edilmiştir.
Duvarlar farklı yükseklikleri ve farklı kırılmaları nedeniyle zemine farklı açılarla devrilmiştir. Yapının yıkılmayan duvarlarında çeşitli deformasyonlar belirlenmiştir. Güney kanattaki mutfağın batı duvarı doğuya doğru yaklaşık 15 cm. eğim yapmış, bazı duvarlarda hafif şişkinlikler ve çatlamalar meydana gelmiştir. Bazı kerpiç sıraları kayarak duvarlarda düzensiz dalgalanmalara yol açmış, bazı kerpiç sıraları ezilerek incelmiştir. Mekânların çoğunda kapı, mobilya gibi ahşap öğeler yanmış ve duvar sıvaları ısının yükseldiği bölgelerde kırmızı renk almıştır. Bazı duvarlar onarılmıştır. Bir kapının pervaz kenarı balçık ile doldurularak eksik bölüm onarılmış, eğilen bazı duvarlara kerpiç payandalar inşa edilmiş, bazıları ince duvarlarla desteklenmiştir. Bazı mekânlarda taban üstü buluntularına ya da insan iskeletlerine rastlanmamış olması, yapının onarım sırasında boşaltıldığı izlenimini bırakmıştır.
Küçük çukurlara kırılmış insan ve hayvan figürleri ya da kurban edildiği düşünülen koyun/keçi bırakılmış, büyük baş hayvanlara ait ayaklar ya da boynuzlar yerleştirilmiştir. Bir mekânın enkazı üzerine baş aşağı kapatılan bir çanak içerisine hayvan kemikleri ve kırılmış bir insan figürü yerleştirilmiştir. Yaşanan felaketin kötü yansımaları tinsel olarak bu figürlere yüklendikten sonra figürlerin kırılarak gömülmesi, bu deprem felaketinin def edilmesi için uygulanan bir ayindir. Kötülüklerin tinsel olarak üzerine yüklendiği keçinin yerleşimden kovulması ya da öldürülüp gömülmesi şeklinde uygulanan Günah Keçisi Ayini, bu yerleşimlerde onları taklit eden pişmiş toprak figürler üzerinde uygulanmış, bu çukurlar daha sonra çamur ile sıvanarak kapatılmıştır. Bu ayinlerden sonra M.Ö. 16. yüzyılda tepe üzerine yeniden inşaat yapılmıştır.
Salat Tepe ile benzeri mimari özellikler gösteren Hirbemerdon IIIA tabakasında, Kenantepe C1 alanında ve Giricano A yapısında da devrilmiş duvarlar belirlenmiş, Üçtepe 11. tabakanın yanmış yapısı ile Ziyarettepe’deki şiddetli yanmış yapıların tavanı çok sayıda seramik kabın bulunduğu taban üzerine çökmüştür. Zagros bindirme kuşağında yer alan Godin Tepe’nin III2 tabakası da M.Ö. 1650-1600 yıllarında deprem sonucu yıkılmıştır. Kerkük yakınında yer alan Nuzi Antik Kenti’nde A Tapınağı’na ait bir devrilmiş duvarın varlığı, Zagros bindirme kuşağında M.Ö. 15. yüzyılda da bir depremin meydana geldiğini göstermektedir. Burada ele geçen bir çivi yazılı tabletteki “deprem falı” metni de bölgenin art arda meydana gelen depremlerden etkilendiğinin göstergelerindendir.
TARİHİ DEPREMLER
Yukarı Dicle vadisi, Bitlis bindirme kuşağında bulunan Narlı-Kozluk fay hattının yaklaşık 75 km. güneyinde yer almakta ve bu kuşağın güney ucu, Zagros bindirmesine bağlanmaktadır. Arabistan plakasının, Avrasya plakası altına girdiği bindirme kuşağının ürettiği depremlere tanıklık etmektedir. Bitlis bindirme kuşağında Richter ölçeğine göre 6.9-7.1 büyüklüğünde depremler meydana gelmektedir.1156 yılında meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki deprem Malatya’dan Bağdat’a ve Filistin’e kadar uzanan bölgede hissedilmiştir. Bunu izleyen şiddetli depremler 1866 ve 1878 yıllarında Diyarbakır’da, 1938 yılında Lice ve Kulp’ta ve 1964 yılında Kurtalan’da meydana gelmiştir. 1975 yılında meydana gelen ve kerpiç yapıların tümüyle yıkılmasına neden olan Lice depremi 6.7 büyüklüğünde ölçülmüştür. Bu deprem sırasında Yukarı Salat beldesinde kerpiç evlerde de çatlamalar meydana gelmiştir.
Sonuç olarak, Salat Tepe’de duvarların devrilmiş olmasının yanı sıra, kerpiçlerin aralarının yatay eksende kısmen açılmış olmasının, duvarlarda görülen çeşitli deformasyonların ve çatlakların yer sarsıntılarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Benzeri deprem hasarları modern kerpiç yapılarda da meydana gelmektedir. İran’ın batısını, kuzey-güney doğrultusunda kat eden önemli bir fay hattı olan Zagros bindirme kuşağında 2003 yılında meydana gelen 6.7 büyüklüğündeki depremin, İran’ın güneydoğusundaki Qir ve Bam kentlerindeki kerpiç yapılarda neden olduğu hasar, Salat Tepe yapısına benzerlik göstermektedir. Salat Tepe’de meydana gelen depremlerin en az 6 büyüklüğünde olabileceği değerlendirilmektedir.
Kuzeye doğru devrilmiş duvar izleri.
Eski çağlarda depremlerin magma üzerinde yüzen plaka hareketlerinden kaynaklandığı bilinmediği için, bunların tanrıların laneti olduğuna inanılırdı. Bu nedenle de her depremden sonra bazı ritüeller uygulanarak bu lanetin ortadan kaldırılması umulurdu. Salat Tepe’nin M.Ö. 2. binde kurulan hemen her tabakasının deprem nedeniyle yıkılmış olması, bu yıkımın yapıların dayanıksızlığından kaynaklandığının bilinmediğini göstermektedir. Günümüzde fay hatlarının konumu bilinmesine rağmen yine aynı yerlerde sağlam yapılmamış binalarda yaşamın devam etmesi, insanların doğa olaylarından hâlâ ders çıkartmakta zorlandığının bir göstergesidir.