Görmüşsünüz, okumuşsunuzdur:
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de danışmanlığını yapan ya da yapmış bir “gazeteci” bir kamera kaydının yayınıyla, Aralık ayı sonlarında bir restoranda “bir kadının çantasından 700 dolar (ç)almakla” suçlandı!
Dört adet “bir” koydum cümleye; birbirimizi anlamak için!
Mesele kamera olunca, kayıt sonradan çıkınca “kesin” diyemem.
Çantanın sahibesi “Sonradan parayı gönderdi almadım. Şikayetçi olmadım, siyasi tarafından çekindiğim için. Allah’a havale ettim. Zaten benim için büyük para değil” dese de!
700 dolar vakasının 20 Aralık’ta doların azdığı ve sonra işi bilenler tarafından satılıp indirildiği akşam mıydı, öncesinde mi sonrasında mı olduğuna da takılmadım.
Nihayetinde bir iddia var, hırsızlığa dair.
Çanta ve para sahibesi “gerçek” diyor.
Kamera görüntüsüyle suçlanan ise “montaj, yalan” diyor.
Benim için temel sorun işte orada:
Nasıl diyor?
Öncelikle “Dün olduğu gibi bugün de devletime düşman bazı kirli eller tarafından oluşturulmuş ve kurgulanmış görüntüler değerli kamuoyuna sunuldu” diyor.
“Gazeteci” ile “devlete düşman bazı kirli eller”in yan yana gelişini, eğer “gazeteci nedir” bilgisine ve doğrusuna sahipseniz, anlamak mümkün değil.
Tamam, anlıyoruz da, böyle “gazeteci” olmak mümkün değil.
Gazeteci devlet mi ki?
“Devlet görevlisi” mi?
Diyecek belki ya da siz diyeceksiniz ki, “Devlette bulunan Devlet Bahçeli’ye siyasi danışmanlık yaptığı için ‘devlete düşman kirli eller’ diyebilir.”
Öncelikle “d” küçük harfle yazılmış!
Tamam, diyelim öyle.
Fakat kendisini “devlet görevlisi” olarak değil, “gazeteci” kimliğiyle savunmak ve “değerli kamuoyu”nu ikna etmek istiyor:
“Meslekte yıllardır gerek sahada gerek masa başında, inandığım değerler üzerine mücadele verdim.
Temel hedefim ülkeme, devletime ve hükümetime sadakatle hizmet ve onurlu bir insan olma çabasıydı.”
Şimdi ister metin olalım ister çetin; böyle bir “gazetecilik” ve “gazeteci” tanımı yok!
Hadi “ülke, halk, millet” tamam olsun, ki gazeteci “hizmetkâr” değildir onda da.
Hakikati arar, “değerli kamuoyuna”, kendi zaviyesinden de olsa, gazetecilik namusuyla doğruları sunmaya çalışır, elbette “inandığı değerler” ile de öznel yorum yapar.
Vallahi “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ni yazarken bu maddeyi bilhassa koydum. Keşif de değildi. Evrensel bir ilkeydi!
Fakat mesele “ülke”de de kalmıyor ki.
“Devlete” ve hatta “hükümete sadakat” var!
Bir güvenlik görevlisi gibi!
Normalde vicdani bağımsızlığı olması gereken yargı insanları gibi bile değil!
“Gazeteci” kimliğinle kendini savunurken nasıl olur “devlete ve hükümete sadakat!”
“Hakikate sadakat” başka, böyle hazırolda durmak başka!
Diyelim hakikat bir yerde, devlet veya hükümet başka yerde…
Sadık ne yapacak bu durumda?
Hakikati gizleyecek, sulandıracak, yalanlayacak, değiştirecek, yamultacak, yok edecek, manipüle edecek, “başka türlü oluşturup kurgulayacak.”
Mı?
Mi?
Di mi?
İnsanın adı ne olursa olsun, böyle “sadık” olunca “gazeteci” olmaz.
Hangi güce, kudrete, kuvvete olursa olsun!
Devlet ve hükümet hele.
Halk adına, halk için en çok denetlenmesi, sorgulanması, didiklenmesi gereken kuvvetler.
Anayasa bile, kağıt üstünde de olsa, “Meclis ve yargı devlete, hükümete sadık olmalıdır” diyemiyor! Onları “bağımsız” kuvvetler sayıyor, en azından öyle sanıyor!
Hani kimileri söz konusu “gazeteci”nin daha önce bir AVM’de “yüzük çalıp sonra sıkıştırılınca otoparka atmak”la suçlandığını hatırlatıyor ya…
Ben buna da bakmıyorum.
Çünkü o da iddia!
Ama bundan 7 sene kadar önce yine kendi ağzından çıkan sözlere bakıyorum. O sıra “danışman” olsa da, diyor ya “hep meslekte yıllardır… onurlu bir insan olmaya çabaladım” diye…
O vakit “Devlet” Bahçeli HDP’ye oy verip AKP’nin tek başına iktidar olmasını önleyenlere çatarken (ki öncesinde kendisi de ağır iktidar eleştirisi yapıyordu) “Hainler” demiş…
“Gazeteci danışman” da “HDP’ye oy veren 3 bin kişilik şerefsiz listesi var. Fişlemiyoruz ama not ediyoruz. Biz o insanların çetelesini tutuyoruz” deyivermiş.
Sonra MHP Genel Başkan Yardımcısı çıkıp “Bizde liste yok. Vatan hainleri zaten ortada” diye biraz düzeltmiş işte!
Muhtemelen ben “gazetecilik”te kendisinden eskiyimdir.
Böyle “listeli, şerefsiz deyişli, çeteleli, yüksek sadakatli” bir gazeteci kimliği yok.
Kendinizi öyle görseniz de…
Öyle görülmeniz mümkün değil!
Dolar vakası oldu mu bilemem, suçlayamam ama…
Böyle bir gazeteciliğin “onur” kuru çok sorunludur!
Bir de her zaman küçük bir ders çıkıyor:
Doğruya dayalı veya yalana dayalı bir meselede hemen “itibar suikastı” deniyor ya, “tehditler alıyorum, beni böyle mi susturacaklar” diye meydan okunuyor ya…
Ah keşke başkalarına yapıldığında, başkaları “susturulduğunda” ve başkaları tehdit edildiğinde de “onurumuz ve gazeteciliğimiz” ses verse, nefes verse, el verse!
El dedim de, bu yazı bir çantaya el atılıp el atılmadığıyla ilgili değil.
Gazeteciliğin elden düşmesine karşı, bir gazetecilik yazısına gitti elim!
Yazıyı “Yüksek Sadakat”in bir şarkısından sözlerle bitireyim.
Hayır, “Aklımın İplerini Saldım” değil, aklımızın ipleri, tahtaları gevşemiş olsa da…
“Denizaltı”ndan, “merkeze bildiren gazeteciler” için!
Burada her şey yolunda merkez
Orada iyi mi herkes
Her şey yolunda merkez
Orada iyi mi
İyi mi herkes
Oysa yeryüzü karışık
İnsanlar buna alışık
Yeter artık yoruldum merkez
Bitti, bu son kez