Yumuşak inişte yol kazaları

ABD’deki resesyon korkusuyla başlayan finansal kırılganlıklar, ABD’de faizin düşeceği, Japonya’da ise yükseleceği bir konjonktürde yaşandığından, "carry trade" yapan fonların zarar edebileceği riski, satışları körükledi.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

5 Ağustos’ta Japon borsasında yaşanan yüzde 12’lik büyük düşüş ve bu şok etkisinin Avrupa ve ABD’ye yayılması sonucunda görülen genel satış dalgası, 1987’deki ‘Kara Pazartesi’den beri görülen en büyük borsa çöküşüydü. Sorun Japonya’da başlamasına rağmen, hafta başında küresel düzeyde yaşanan bu borsa çöküşleri, dikkatleri bir kere daha ABD merkez bankası Fed’in para politikası tercihlerine çevirdi. Bu yazıda ana hatlarıyla borsa çöküşlerinin gerçekleştiği ekonomik konjonktürü ele alacağım.

ABD’DE EKONOMİK KONJONKTÜR

ABD’de günümüzdeki ekonomik konjonktür halen 2008 küresel finansal krizi sonrasında alınan önlemlerin etkileriyle şekilleniyor. 2008 krizine karşı ABD’de üç temel önlem alınmıştı.

Bunlardan ilki batık firmaların satın alınmasıydı. Bu firma kurtarma operasyonları, finansal kriz sırasında paniği önlemek için yapılan müdahaleler yanında, finansal krizin ekonomik etkilerinin görülmeye başlanmasıyla birlikte batma eşiğine gelen büyük otomobil firmalarına yapılan doğrudan destekleri de kapsamıştı. Bu dönemde batması durumunda sistemik etkileri olacak kadar büyük firmalar ‘batmak için çok büyük’ olarak tanımlanmış ve bu firmaların zararları kamusallaştırılmıştı.

İkinci temel önlem, Fed’in faizi kısa sürede sıfıra indirmesiydi. Bu bir yandan daralan ekonominin yeniden toparlanmasını sağlamak için atılan bir adımdı. Diğer yandan da finansal şokun ekonominin geneline yayılmasını önlemek için geliştirilen bir önlemdi. Üçüncü önlem ise, Fed’in bilançosunu genişletmesi ya da miktarsal genişleme adımlarıydı.

Bu üç adım etrafında geliştirilen krizden çıkış stratejisi sonrasında ekonomik büyüme toparlandı ancak bu önlemlerin en önemli sonucu gelir ve servet eşitsizliğinin daha da artması oldu.

Günümüzdeki ekonomik konjonktürü şekillendiren, 2008 krizi sonrasında ikinci temel etken Covid-19 salgını ve sonrasında yaşanan gelişmelerdi. Bu konudaki en önemli sorun küresel üretim ve lojistik zincirlerinde yaşanan kopukluklar oldu. 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrasında geri dönen savaş ikliminin de etkisiyle, enerji ve gıda fiyatlarının hızla artığını gördük. Buna ek olarak firma kârlarının yükseldiği ancak ücret artışlarının buna yanıt veremediği bir konjonktürden geçtik. Yani ABD özelinde bir ücret-fiyat spirali yaşanmadı.

Bu konjonktürde ABD merkez bankası faiz artışlarıyla enflasyonu kontrol altına almaya çalıştı ancak Fed’in (ve diğer merkez bankalarının) temel sorunu ise, bir ekonomik kriz yaşanmadan enflasyonu düşürmenin yolunu bulmak, yani ‘yumuşak inişe’ neden olacak politika bileşimini bulmaktı.

YOL KAZASI MI?

Bu uzun girişten sonra güncel tartışmaya geri dönelim. Genellikle kırılganlıkların birikmesi sonucunda oluşan finansal çöküşler, bazı tetikleyicilerle açığa çıkar. Bu seferki tetikleyici faktör, ABD ekonomisinde geçtiğimiz cuma günü gelen temmuz ayına ait istihdam verisi oldu. Raporda, işsizlik yardımı başvurularının arttığı, yeni açılan işlerin azaldığı, ücret artışlarının yavaşlamaya devam ederek Mayıs 2021'den bu yana en zayıf yıllık oranı gördüğü ortaya çıktı. Bunun anlamı, beklentilerden çok daha kötü bir istihdam piyasasını olduğunun ortaya çıkmasıydı. Emek piyasasındaki bu durum ise, ekonomik daralmanın bir işareti olarak görüldü.

Dolayısıyla, Fed’in takip ettiği yumuşak iniş senaryosundan sapılarak bir resesyon yaşanacağı düşüncesi, mevcut finansal çalkantıyı tetikleyen temel unsur oldu. Resesyon korkusu, borsalardaki oynaklığın ölçüldüğü ‘VIX endeksinin’ Covid-19 dönemindeki seviyelere yükselmesine neden oldu ve özellikle büyük teknoloji firmalarının hisseleri satış yedi. 

FİNANSAL KÜRESELLEŞME

Ancak ABD’yi ilgilendiren bu sorun, esasında sadece ABD piyasalarını etkileyebilirdi. Ancak finansal küreselleşme nedeniyle birbirine entegre bir küresel finansal sistem oluştuğundan, sistemin merkezinde olan ABD ekonomisindeki değişimler, sistemin geri kalanını doğrudan etkiler hale gelmiştir.

ABD’de Fed’in faiz indirimlerine hazırlandığı bu dönemde, Japonya’da merkez bankasının geçtiğimiz hafta faiz artırımına gitmesi; yatırımcıların yüksek faizli bir ülkeye yatırım yapmak için düşük faizli bir ülkeden borç aldığı "carry trade" olarak adlandırılan işlemlerin çözülmesine neden oldu. Yani, ABD’deki resesyon korkusuyla başlayan finansal kırılganlıklar, ABD’de faizin düşeceği, Japonya’da ise yükseleceği bir konjonktürde yaşandığından, "carry trade" yapan fonların zarar edebileceği riski, satışları körükledi.

SONUÇLAR

Önümüzdeki aylarda açıklanacak veriler ABD’nin bir resesyon yaşayıp yaşamadığını gösterecek. Ancak şimdiden kesinleşen şu: ABD’de yüksek faiz döneminin sonuna geliniyor ve (en geç) eylül itibariyle faiz indirimleri başlayacak.

Faiz indirimlerinin ABD ekonomisinde etkilerini ileride daha geniş bir şekilde konuşacağız. Ancak şimdilik konuyu Türkiye’ye getirerek bağlayayım. Bildiğiniz gibi sonbaharda faiz indirimine gidecek olan sadece Fed değil, TCMB’nin de faiz indirimlerine başlayabileceği şimdiden konuşuluyor.

Bu ortamda Fed’in faiz indirimlerine eylülde başlayacak olması, TCMB’nin hareket alanını artıracaktır. Ancak bu, Türkiye’deki ‘yumuşak iniş’ senaryosunun gerçekleşmesine yetecek mi? Önümüzdeki dönemdeki temel soru bu olacak.

Tüm yazılarını göster