İktidar geleceğini şiddete zimmetlemiş sanki. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Pençe-1-2-3, Pençe Kartal, Pençe Kaplan-1-2, Pençe Yıldırım ve Pençe Şimşek’in ne getirdiğine bakmadan Pençe Kilit operasyonunu başlattı, bununla yetinmeyip Suriye’de tekraren toz kaldırdı, kırmızı ışıklara takılınca bu kez Ege’nin sularını köpürttü. Birkaç gündür '15 Temmuz başarılı olsaydı Yunan’ı yeniden İzmir’e çıkartan' senaryolar apoletli-apoletsiz adamların ağzıyla köpürtülüyor. Ekranlarda Yunan yeniden denize dökülüyor. Karşı yakanın iflah olmaz milliyetçileri misliyle yanıt veriyor. Ege’nin iki yakasında halklar siyasi liderleri tarafından aldatılıyor!
Bu kakofoni savaşacaklarından değil; NATO’da iki ortak meteliksiz, tam takır. İkisi de Amerika’yı paylaşamıyor.
Erdoğan, Kiryakos Miçotakis yerine kendisi Oval Ofis’te ağırlansaydı, Yunan liderinin Kongre’deki konuşmasını belki duymayacaktı. ABD’nin Yunanistan’daki üslerini genişletmesini de sorun etmeyecekti. Etmiyordu zaten. Bu bugünün meselesi değil ki. Adalar'ın silahlandırılması da AKP iktidarı boyunca alıp başını gitmedi mi? Handiyse savaş nedeni saydığı tablo, iki ay önce Miçotakis’i Ankara’da ağırlarken de aynıydı. İki taraf da milliyetçi kışkırtmayla çarkı döndürmeye çalışırken biz oturmuş krizdeki illiyet bağını bulmak için sızlanıyoruz, kalemimize yazık değil mi? Neyse Yunan denize döküldüğüne göre kendimizi bu zulümden azat edip müsaadenizle savaş tamtamlarının vurduğu Şam-Beyrut-Kudüs hattına dönelim.
ESAD’IN SARAYINI VURMA TEHDİDİ
Viyana’da nükleer masa kurulduğundan beri İsrail artan oranda İran içinde tesisleri hedef alıyor, kilit isimlere suikastlar düzenliyor, İran-Hizbullah niyetine Suriye’de belli hedefleri vuruyor. İnanılmaz bir dokunulmazlık içinde. İsrail, ABD’nin garantörlüğünde İran’a karşı bölgesel bir ‘kalkan’ oluşturmak için Araplarla baştan çıkarıcı ilişkiler kuruyor. Joe Biden da Suudi Arabistan’a ziyaret sebebini “İsrail’in güvenliği” diye ortaya koydu. Gidişat hayra alamet değil.
Suriye’nin asla toparlanamaması, işgal altındaki Golan’a bakacak mecalde olmaması; İran’ın Suriye üzerinden ‘direniş ekseni’ni besleyecek yeni kanallar açmaması, Tel Aviv’e karşı caydırıcılık dengesi kuran silahların Hizbullah’a ulaşmaması; Hizbullah’ın Lübnan içinde sıkıştırılması, bunun için Lübnan siyasetinin felç edilmesi, gerekirse iç savaş çıkarılması, Lübnan’ın Akdeniz’deki doğalgaz haklarına sahip çıkacak irade, kudret ve bütünlükte olmaması, İsrail’in deniz yetki sınırlarını dilediği gibi haritalandırıp Filistin ve Lübnan’ın enerji kaynaklarını gasp edecek üstünlüğünü sürdürmesi icap ediyor.
10 Haziran’da Şam Uluslararası Havaalanı’nı kullanılamaz hale getiren bombardıman dahil İsrail’in Suriye’deki saldırıları ve İran içindeki operasyonları bütün bu meselelere bir şekilde dokunuyor.
Elaf gazetesine göre İsrail bu saldırıdan sonra bir de Suriye lideri Beşşar el Esad’ı tehdit etti; İran’la işbirliği sürerse sıradaki hedefin başkanlık saraylarından biri olacağı mesajını iletti. İsrail, İran’ın sivil uçaklarla Hizbullah’a silah taşıdığını söylüyor. Güya Rusya da bu sefer “Suriye’de oyunun kurallarını değiştiririm” diye Tel Aviv’i uyarmış. İsrail, Ruslarla ‘güvenlik’ koordinasyonunu önemsiyor. Rusya şimdiye kadar Suriye’deki S-300 savunma sistemini İsrail’in jet ve füzelerine karşı köreltme yoluna gitti. Böylece Amerikan-İsrail ekseniyle hassas bir denge kurdu. Rusların zımnen yaptığı şey, Suriye güçlerini doğrudan hedef almadığı müddetçe İsrail’in İran unsurlarını vurmasına göz yummaktı. Ayrıca Rusya’nın Şii milislerin İsrail sınırına 80 km mesafeden uzak tutulacağı taahhüdü de var. İddia o ki Ukrayna savaşındaki tutumu yüzünden İsrail’e kızgınlığı artan Rusya taahhütleriyle ilgili artık gevşek davranıyor. Buna karşın İsrail de birkaç saat öncesinde saldırılardan Rusya’yı haberdar etme uygulamasına son verdi.
DENKLEME GİREN LÜBNAN GAZI
İsrail’in İran’a karşı ‘önleyici saldırı’ olarak sunduğu salvolar çok ayaklı hesaplaşmanın sadece bir boyutu. İran’la nükleer pazarlıklar ‘boğum’ noktasına gelirken İsrail şiddetini artırarak kendi kurallarını dayatıyor. Nükleer boyuta Suriye ve Lübnan’ı da eklemek gerekiyor. Lübnan’da seçim sürecinde Hizbullah’ın siyasi ve askeri olarak bitirilmesi senaryosu kızıştırıldı. Yanı sıra İsrail doğalgaz sahalarındaki korsanlığına ‘tepkisizliği’ garantilemek için yeni adımlar attı. İsrail, tartışmalı Kariş sahasına sondaj gemisi gönderince Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah “Direniş, Lübnan'ın servetinin yağmalanmasına seyirci kalmayacak. Düşman, Kariş sahasından gaz çıkarmayı durdurmalı” diye çıkıştı. Nasrallah tüm siyasi partileri Lübnan’ın denizdeki haklarını garanti edecek bir anlaşma için bir araya gelmeye çağırdı. Nasrallah’ın yardımcısı Şeyh Naim Kasım da gerekli yanıtları vermek için Lübnan hükümetinin kara suları ve ulusal servete saldırı olduğunu açıklamasının yeterli olacağını söyledi. Başbakan Necib Mikati, İsrail’le arabuluculuk yapan Amerikalı-İsrailli Amos Hochestion’u Beyrut’a davet etti. Hizbullah’ın Meclis Grup Başkanı Muhammed Raad siyasi kanatlara İsrail’le ilgili korkularını ve parti çıkarlarını bir kenara bırakıp ülkenin deniz yetki alanlarında doğalgaz ve petrol aramasına başlamayı öneriyor. Dediği mealen şu; siz cesaret gösterip çalışmayı yürütecek bir şirket belirleyin; İsrail’in şantaj, sabotaj ve tehditleriyle Hizbullah ilgilenir. İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kohavi ise Lübnan’la savaş çıkması halinde binlerce hedefi vuracaklarını belirtip Lübnan halkını “İlk kurşun atılır atılmaz bölgeyi terk etsinler; çünkü saldırı benzersiz olacak” diye uyardı. İsrail’in hem işgal altındaki Golan Tepeleri’ndeki enerji operasyonlarını hem Lübnan açıklarındaki girişimlerini İran-Suriye-Irak ekseninde cereyan eden hesaplaşmaların çok uzağında ele almak mümkün değil.
GİZLİ SAVAŞIN ALENİLEŞMESİ
İsrail’in gerilimi tırmandıran eylemlerinin ‘Amerikan onaylı’ olduğundan şüphe yok. ABD’nin Donald Trump’tan Joe Biden’a devreden azami baskı siyasetini İsrail’in daha aleni hale gelen saldırıları tamamlıyor. İran’da bilim insanlarına suikast ve nükleer tesislere siber saldırılarla yürütülen örtülü savaş biçim değiştirdi. Son zamanlarda SİHA’larla vurulan stratejik tesisler, yangın ve patlayıcılarla sabote edilen hassas üniteler, Devrim Muhafızları komutanlarına suikastlar, bilim insanlarının zehirlenerek öldürülmesi gibi eylemler kayda geçiyor. İsrail’in stratejisindeki sıçramadan hemen önce bir de “tanker savaşı” patlak vermişti. 2019’da Happiness, Helm, Shahrekord ve Saviz gibi 12 İran gemisi uluslararası sularda İsrail saldırısına uğradı. İran da Helios-Ray, MV Lori, Hayperion Ray, CSAV Tyndall ve Mercer Street adlı İsrail gemilerine misilleme yaptı. Ayrıca İsrail’de Tomer füze fabrikasında patlamalar olurken Dimona nükleer tesislerinin yakınına Suriye’den füze atıldı. Hayfa rafinerisi havaya uçtu, Rafael savunma kompleksinde yangın çıktı. İran’ın verdiği yanıtların ardından tanker savaşı kesildi.
Fakat son gelişmelere bakıldığında İsrail’in hayli el yükselttiği görülüyor. Suriye’de bitmeyen saldırılara ilaveten şunlar yaşandı:
- 22 Mayıs’ta Devrim Muhafızları’nın komutanlarından Hassan Seyyid Hodayari Tahran’da suikasta uğradı.
- 24 Mayıs’ta füze geliştirmeden sorumlu bir mühendis öldürüldü.
- 26 Mayıs'ta Parçin’de bir araştırma merkezi SİHA saldırısına uğradı.
- 31 Mayıs’ta uçak-füze mühendisi Eyüp İntizari, 2 Haziran’da jeolog Kamran Ağamollayi zehirle öldürüldü. İranlılara göre biyolojik terör.
- 4 Haziran’da bir İHA geliştirme uzmanı öldürüldü.
- 7 Haziran’da Firuzabad’da bir kimya fabrikasında patlama oldu, 133 işçi yaralandı.
AHTAPOT DOKTRİNİ
Bütün bunlar neyin işareti? İsrail Başbakanı Naftali Bennett iktidara gelirken Hizbullah gibi vekil örgütleri vurarak ahmakça enerji kaybetmek yerine “ahtapotun başı” İran’ı hedef almayı vaat etmişti. Dediğini yapmış gözüküyor. Bennett 7 Haziran'da Knesset'te çok açık konuştu: "İsrail tuzağa düştü ve ahtapotun kollarıyla taktiksel olarak savaştı. Fakat ahtapot İran’dır. Bütün boyutlarıyla güçlerine zarar vermek istiyorum. İran'ı sınırlarımızda görmek istemiyorum. İran'ın dokunulmazlık dönemi sona erdi… Geçtiğimiz yıl, İran'a yönelik stratejinin gidişatını değiştirme yılıydı. Her zaman ve her yerde operasyon yapıyoruz.”
8 Haziran’da The Economist’e demecinde "Artık İran'ın müttefikleriyle oynamıyoruz, yeni taktiğimiz doğrudan kafayı hedeflemek" ifadelerini kullandı. Böylece “ne inkâr ne teyit” kuralını çiğnemiş oldu. Haliyle içeriden İsrail’i tehlikeye attığı eleştirileri geliyor. Geçen aralıkta Haaretz, İsrail ordusuna İran’a karşı saldırılara hazırlanması için 2.9 milyar dolar tahsis edildiğini yazmıştı.
İRAN YOLUNDAN DÖNEBİLİR Mİ?
İsrailliler politika değişikliğinin ne kadar başarılı olduğu konusunda şüpheli. Bir kere İran gerilime gerilimle yanıt vermekten kaçınmıyor. İkincisi asıl mesele nükleer programsa İran ‘çatışma-gerilim’ zamanında ayağını frenden kaldırıyor. Sözgelimi Viyana görüşmeleri ABD’nin yaptırımları kaldırmaması nedeniyle sarpa sarınca Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) 6 Haziran’da İran’ın yüzde 60 oranında 10 kilo zenginleştirilmiş uranyuma ulaştığını ve Fordo tesislerine gelişmiş IR6 santrifüj yerleştirdiğini rapor etti. İran da tesislerdeki kameraları kapatarak UAEK’nun gözlerini köreltti. Yani azami baskı ve saldırgan stratejiler açısından elde var sıfır. Rejim yıkılsa bile yerine geleceklerin de nükleer programı sürdüreceğine dair güçlü bir öngörü var. Muhalifler de bunu ulusal onur meselesi yapıyor. Zaten program İslam Devrimi’nden çok önce başlamıştı.
ABD’nin kanatları altında İsrail sonunda İran’ı nükleer silaha kavuşturacak! Dehşet dengesinde dehşetli bir denge kurulacak. İstedikleri hakikaten bu mu?
Bu döngü, İsrail’in zarar verdiği ölçüde zarar göreceğini gösteriyor. Bütün ekonomik sıkıntılarına rağmen İran altta kalmayacağını her seferde ispatlıyor. İsrail son saldırılardan sonra Türkiye’de İran tehdidine işaret edip vatandaşlarına dönün çağrısı yaptı. Türkiye her iki ülkeden de insanın bol olduğu bir yer. Fakat İran’ın şu sıralar misillemede yoğunlaştığı alan Kürdistan. İsrail martta 6 SİHA ile Kirmanşah’ta İran’ın İHA filosunu imha etmişti. Büyük bir darbeydi. İran da 14 Mart’ta Erbil yakınlarında balistik füzelerle bir binayı vurdu. İddia o ki Mossad’ın kullandığı bir merkezdi. Birkaç gün önce yine Erbil’de kamikaze İHA ile bir saldırı düzenlendi.
İsrailli gözlemciler de Bennett’in izlediği yolun taktiksel sonuçlar aldığını ama stratejik kazanım getirmediğini düşürüyor. Yani onlarca kez vurulmasına rağmen İran’ın Suriye’deki varlığı sürüyor; Lübnan-Suriye sınırlarından İsrail’i her an tehdit edecek yerel kapasite genişliyor; Hizbullah’ın füze stoku dünden daha iyi durumda; Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra Irak’ta Amerikan güçleri, Kürdistan’da İsrailliler Şii milis ağının daha fazla hedefinde. Daha önemlisi İran yitirdiği bilim insanlarına ve sabotajlara rağmen nükleer programını daha ileri bir noktaya taşıdı. İran’ın balistik füze kapasitesi de dünden daha ileride. Bugün İsrailliler açısından en büyük soru değişmiyor: ABD’nin mutlak koruma taahhüdüne rağmen topyekûn bir savaşı göze alabilir mi? Hiç kimse 2006’daki Lübnan yenilgisinden sonra Hizbullah’ın caydırıcılık inşa ettiği gerçeğini görmezden gelemiyor. Geçen yıl Demir Kubbe’nin Filistinlilerin roketlerini tamamen engelleyemediği görüldü. Savunma Bakanı Benny Gantz, İran’a karşı Amerikan liderliğinde bölgesel bir güç oluşturma çağrısı yapıyor. İsrail kırılganlığını Abraham Anlaşmaları zemininde ortak cephe kurma çabasıyla gideremez.