Yunus Emre Gümüş’ten Kadınlar Filler ve Saireler

Hikâyeye önem veren bir oyun yazarı olan Yunus Emre Gümüş'ün, “Kadınlar Filler Ve Saireler”, “Erkekler Futbol Ve Dahası”, “Cinayet Kadınlar”dan oluşturduğu Toplu Oyunları 1 kitabı karakterlerin kendilerinin bile farkında olmadıkları bir yüzleşmeye tanıklıkla, bir hikâyenin parçacıklarını oluşturuyor. Gümüş, hikâye ve zaman ekseninde bize bir şey söylemeye daha doğrusu hatırlatmaya çalışıyor...

Abone ol

Duygu Kankaytsın

Hikâye anlatmakla başlıyor her şey… Elinizden ne düşerse düşsün, neyi salıverirseniz verin, elinizi de sizi de bırakmayacak şey hep anlatacağınız bir hikâyenizin olmasıdır. Ya bir hikâyenin içinden gelen ya bir hikâyeyi doğuran ya da bir hikâyeyi gözleyen olabilirsiniz. Bir edebi tür olarak hikâyeyse kalıplara ya da formlara sahiptir, elbette. Kastetmeye çalıştığım şeyse anlatacağınız şeylere, nefesinize ve kendinize dokunmanızla ilgili. Peki biraz kaotik bir şey mi demiş oluyorum?

Hikâyeler okuyorum, hikâyeler dinliyorum, hikâyelerden yapılmış tweetlere bakıyorum, ha bir de hikâye anlatıcılarını dinliyorum, sahi. Sonra meddahlara, kıssahanlara dönüyorum. Nereden gelmişiz onlara dönüyorum. Kültür birikiminin izlerinde dönmek belki. Elbette meddahla hikâye anlatıcısının birbirinden farklı özelliklerini zihnimden geçiriyorum. Yoksa bir kavuk geleneği nasıl oluşurdu değil mi? Sonra da çağın getirdiklerinin içinden çağın oyunlarına ve onların anlattığı hikâyelere tekrar dönüyorum. Ve hikâyelere takılı kalıyorum.

Mesela oyun yazarı Michael Frayn, Kopenhag (1998) adlı oyunun bir yerinde şöyle bir şey diyor: “Daha kim ve ne olduğumuzu bir an bile anlayamadan toza toprağa karışıyoruz.” Öyle mi sahiden? Hikâyeler hikâye olduklarını bize hissettirmeden mi göçüyoruz yoksa yepyeni bir hikâyenin ucunu bırakıp da mı gidiyoruz? Frayn demişken azıcık Kopenhag’tan bahsetmeli. Frayn’ın bu oyunu kuantum teorisinin tarih içindeki gelişiminde önemli katkılar koyan bilim adamları Niels Bohr ile Werner Heisenberg’in Kopenhag’taki buluşması ve o buluşmada geçen hararetli bir tartışmayı kendisine konu ediniyor. Heisenberg’in, Bohr’ı ziyaret etmek istemesiyle başlayan tartışma, oyun boyunca tam bir açıklama getirmiyor. Heisenberg’in, Bohr’ı neden ziyaret etmek istediği sorusundan çok aralarındaki bilimsel çatışma ve duygusal gerilim ön planda yer alıyor.

'YÜZLEŞME'

Daha önemlisi bunlar artık ölü. Mesele birilerini kırmak ya da yeni kaygılar yaratmak değil, mesele yaşamdaki zamanı da içine katarak şimdiki dünyalarında teoriyi ve kendilerini yeniden konuşmak. Peki bu yeniden bir araya gelme ve konuşma bir yüzleşme midir? Alın size bir hikâye. Yüzleşme, bir hikâye. Ve son zamanlarda okuduğum Yunus Emre Gümüş’ün Toplu Oyunları 1 (2018) kitabındaki oyunlar da bana yine bunu çağrıştırdı. Yüzleşme. Karakterlerin kendilerinin bile farkında olmadıkları bir yüzleşmeye tanıklıkla buranın doğurduğu bir hikâye. Gümüş’ün “Kadınlar Filler Ve Saireler”, “Erkekler Futbol Ve Dahası”, “Cinayet Kadınlar”dan oluşturduğu kitabı aslında uzun soluklu bir hikâyenin parçacıkları gibi. Her bir oyun kendi içinde bir hikâyeyi yeniden doğururken her bir oyun diğerine o yeni hikâyelerle bağlanıyor gibi.

Yunus Emre Gümüş, Toplu Oyunları-1, 176 syf., Mitos Boyut Yayınları, 2019.

Sözün özü Yunus Emre Gümüş hikâyeye önem veren bir oyun yazarı. Daha doğrusu önce hikâye diyenlerden. Bununla birlikte yüzleşmeyi de kendine dert edinen yazarlardan. Yirmi yıl arayla yazılmış ve benim tesadüfi arka arkaya okuduğum bu iki kitapta da öne çıkan şey güçlü hikâyelerinin olması. (Bu iki oyunu birlikte anmam yöntemli bir okuma ve analiz üzerinden seçimler değil.) Gümüş, süslü tekniklerden uzak, kuvvetli bir dramatik kurguya mesafeli, parçalardan, günlük yaşantılardan kendine hikâye yaratmayı bilen bir kalem. Kitapta en çok eğlenerek okuduğum ve iki perdeden oluşan “Kadınlar Filler Ve Saireler” adlı oyunun daha başlarında şöyle bir replikle karşılaşıyoruz: “Keşke orada takılsaydı zaman”. Zaman, hikâyenin oluşumunda kuşkusuz çok önemli.

Gümüş, hikâye ve zaman ekseninde bize bir şey söylemeye daha doğrusu hatırlatmaya çalışıyor. Diyor ki, “hatırlamak değil lanetimiz, unutamamak!”. Eğer unutamamak eyleminin altını kuvvetle çiziyorsanız işte orada hikâye başlıyor. Gümüş özellikle “Kadınlar Filler Ve Saireler”de üç farklı kuşaktan kadının kendi hikâyelerini nasıl unutamadıklarıyla birlikte bir bekleyişle bize göstermek istiyor. Her birini -ayrı ayrı dertleriyle- aynı açmazda topluyor. Birisi hayatının erkeğini (!) arıyor, diğeri eski sevgilisinin ona dönmesini bekliyor, bir diğeri geç yaşlarında olduğunu düşünerek ve bir an önce çocuk sahibi olabileceği bir partneri arıyor. Aslında her bir karakter kendisiyle dalga geçerek kendi hikâyelerinde zamanı nasıl yaşadıklarını, nasıl tükettiklerini ve geçirecekleri zamana dair bir yüzleşme yaşıyor. Bir olaydan, olaylar zincirinden, kalıplardan çok kendi hikâyelerini başkalarının yüzüne yüzüne söylemeye cüret etmeye kalkmış ama kendilerinin bile farkında olmadıkları kişiler bunlar daha çok. Kendilerine yabancılaşmış bireylerin aynası adeta.

Hikâyeye önem veren Gümüş anlattığı hikâye toplamını genel bir hikâyede birleştirebildiği gibi anlatıda parçalılıktan da yararlanıyor. Ayrıca "Dış Ses" kullanımı da başarılı…

DIŞ SES: Filler… Dünyanın en duygusal hayvanları… Öyle ki eski bir Budist metninde “hayvanların en bilgesi” diye adlandırılmıştır. Çünkü filler geçmişte yaşadıklarını hatırlayan tek hayvandır. Derin düşüncelere dalarak aynı noktada hareketsiz durmaları, bilim insanları tarafından geçmişte tanık olduklarını ve yaşadıkları olayları hatırlamaları olarak yorumlanmıştır.

2. KADIN: Hatırlamak değil lanetimiz… Unutamamak!

DIŞ SES: Yaşadıklarını unutmayan filler nasıl öleceklerini akıllarından çıkarmazlar

2. KADIN: İncinmiş kadınlar mezarlığında başımı sokacak bir delik bulsam ben de bir dakika durmam…

Dahası bir oyun yazarı olarak Gümüş, karakterlerin evrensel özelliklerini ortaya koyarken ciddi bir sorgulama da yapıyor. Günlük yaşantıları içinde neler yaptıklarından takıntılarına, nelerden hoşlandıklarından hoşlanmadıklarına, en basit şeylerde nasıl tepki verdiklerine kadar ayrıntılı, eğlenceli ve ironik dil kullanıyor.

3.KADIN: Son dört yıldır her gece aynı kâbusu görüyorum doktor… Dairemdeyim; ölmüşüm, bir hafta falan olmuş öleli… koku bütün apartmanı sarınca anlıyorlar öldüğümü, kapıyı kırıp içeri giriyorlar. Görevliler beni ceset torbasına koyarken kapıcı kaşla göz arasında konsolun üstündeki Nepal’dan aldığım gümüş fil biblosunu çalıyor. Cesedimin asansörle indirilmesine izin vermiyor yönetici, neymiş efendim asansörde yük taşınmazmış, ben yükmüşüm!

Oyunların geneline de bakıldığında tam anlamıyla çok konuşkan karakterler bunlar. “Oyun her şeyden önce isteğe bağlı, gönüllü bir eylemdir” diyen Metin And’ı hatırlayarak, oyunun önemli bir özelliği olan onun özgürlüğünün Gümüş’ün oyunlarının da ortak yazgısı olduğunu söyleyebiliriz.