13 Şubat'ta Erzincan'ın İliç ilçesinde maden sahasında toprak
kayması gerçekleşti ve 9 kişi toprak altında kaldı. Erzincan
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma devam ediyor.
Haber bu kadar. Şimdilik. Gelişmeler oldukça bu habere ek
yapılacak. Mesela iki gün önce şöyle bir gelişme yaşandı: İdari
pozisyonda çalışan 2 mühendis daha tutuklandı.
Daha önce ne olmuştu? Daha önce 9 kişi gözaltına alınmıştı ve
adliyeye sevk edilen 9 kişiden 6'sı 'taksirle ölüme ve yaralanmaya
neden olma' suçundan tutuklanmış, 3 kişi adli kontrol şartıyla
serbest bırakılmıştı.
Şu 'ayrıntı' da, gerek duyulursa ya da duruma göre verilir: Toprak
altında kalan 9 işçinin arama çalışmalarına bir süre ara
verildi.
*
Haber dili soğuk olur. "Toprak altında kalan 9 işçinin arama
çalışmalarına bir süre ara verildi" gibi. Toprak altında kalan 9
işçinin insan olduğunu, evlat, baba, eş olduğunu varsın okur
düşünsün. Toprak altında kalan 9 işçinin bu işi bulmak için nasıl
çaba harcadığını, hangi koşullarda çalıştığını, alın terini
kimsenin düşündüğü yok nasılsa. İş bulmuş, çalışıyor, eve ekmek tuz
götürebiliyor, daha ne olsun!
Ama 13 Şubat'tan bu yana 9 işçi eve gidemiyor. Çocuğunun saçlarını
okşayamıyor, yemekten sonra çay içemiyor, eşiyle televizyonda dizi
film izleyemiyor, kimseye kızamıyor, ağız dolusu gülemiyor. Yorgun
bedenini yeni bir iş gününe hazırlamak üzere, belki taksidi hâlâ
bitmemiş, yatağa bırakamıyor.
Onlar, o 9 işçi, 13 Şubat'tan bu yana tonlarca zehirli toprağın
altında yatıyor. Belki hep orada kalacaklar. Çünkü "Toprak altında
kalan 9 işçinin arama çalışmalarına bir süre ara verildi."
Çünkü Elbistan-Afşin Çöllolar Açık Maden sahasında 6 ve 11 Şubat
2011’de benzer bir felaket yaşandı. 6 Şubat 2011'de şev kaymasında
bir işçi öldü, 10 işçi de yaralandı. Gerekli önlemler alınmadığı
için 5 gün sonra, 10 Şubat 2011’de ikinci bir şev kayması
gerçekleşti. 10 maden işçisi 2,5 kilometrekarelik bir alanda 50
milyon metreküp toprağın altında kaldı. Toprak altında kalan
işçilerden Ruşen Demir’in cansız bedenine ulaşıldı. Halil Tatlı,
Nail Yılmaz, Hacı Mehmet İpek, Muhsin Koşan, Kemal Elmas, Cuma
Yıldırım, Adnan Demir, Tuğran Gökhan ve Aydoğan Polat
bulunamadı.
İliç'te toprak altında kalan işçiler de bulunamadı. Bulunamadı
dediğimiz rakamlar değil, herhangi bir nesne değil. Alın terini
zehirli toprağa döken insanlar. Emekçiler. Mahalle arkadaşlarımız.
Eve ekmek getiren babalar. Tıpkı bizim gibi hayal kuranlar.
Hayattan beklentileri olanlar. Bulunamadılar. Haber bu kadar
soğuk.
Peki, ya büyük patronlar?
Onları kimse sormuyor, sorgulamıyor, yargılayamıyor.
Neden?
Çünkü patronlar ile hayatımızı dizayn eden siyaset erbabı arasında
bizim vakıf olamadığımız bir anlaşma, bir ortaklık, bir dayanışma
hali var.
Çünkü zaman şu dizeler kadar yalın ve sert: "Öpüşmek yasaktı,
bilir misiniz,/Düşünmek yasak,/İşgücünü savunmak yasak!"
(Oktay Rifat, Elleri Var Özgürlüğün)
*
Meslektaşlarım İliç'teydi. Zaman zaman, muhtemelen can
sıkıntısından, fotoğraflar paylaştılar sosyal medya hesaplarından.
"Haber nöbetindeyiz" notuyla. İliç çok soğuktu ve yaktıkları ateşin
etrafında toplandıklarını gösteriyordu bu fotoğrafların bir
kısmı.
Bu manzaraya 2016 yılında Siirt'in Şirvan ilçesine bağlı Maden
köyünde tanık olmuştum. Maden köyünde bulunan bakır madeninde 17
Kasım’da heyelan meydana gelmiş ve 16 işçi toprak altında kalmıştı.
Gelişmeleri izlemek için Maden köyüne gelen gazetecilere maden
ocağını gösteren bir yer ayrılmıştı. Buraya gazetecilerin dışında
kimse alınmıyordu. Aşağıda, birkaç kilometre ötede, maden ocağının
aldığı 16 işçinin yakınları bekliyordu ve gazetecilerin onlarla bir
araya gelmesi yasaktı.
Tertemiz kıyafetleri, yüzlerinde maske gibi duran kederleri ve
ezber cümleleriyle yetkililer açıklama yapacağı zaman bir
hareketlilik oluyordu. Sonra sosyal medya hesaplarından paylaşım
yapıyorlar, telefonda muhtelif oyunlar oynayarak oyalanıyorlardı.
"Haber nöbeti" böyle manasız bir şekilde uzayıp gidiyordu.
Aşağıda, maden ocağının aldığı canlarını bekleyen insanlar vardı.
Bu insanların bilgisi, şikayeti, duygusu yoktu gazetecilerin
yaptıkları haberlerde. Bu insanlar görünmezdi.
Aynı durum İliç'te de yaşandı. Birkaç gazeteci dışında İliç'i gezen
gazeteci olmadı. İliç nasıl bir ilçeydi? İnsanlar nasıl
geçiniyordu? Toprak altında kalan insanların hikayeleri neydi?
Geride kalanlar ne düşünüyor, ne hissediyordu? Meslektaşlarımın
yaptığı haberlerde bu soruların cevapları yok mertebesindeydi
maalesef.
Yasak vardı, evet. İliç'e polis ve asker ordusu yığılmıştı. Polis
ve asker ordusu kimi kimden koruyordu? Bu soruyu herkes kendisine
bir kez olsun samimiyetle sormalı.
Öte yandan sosyal medyada adına trol denilen başka bir ordu da
teyakkuz halindeydi. İliç'e giden gazeteci Evrim Deniz, siyanür
havzasına su içmek için inen kuşların öldüğünü haber yaptı. Bu, siyanürün bütün
İliç'in ve çevresinin siyanür tehdidi altında olduğuna işaret
ediyordu. Trol ordusu, muhtemelen bu bilginin infial yaratabileceği
endişesiyle harekete geçti ve sosyal medyada linç kampanyası
başlattı. Çünkü işin ucu facianın müsebbibi olan kişilere ve
kurumlara kadar uzanacak nitelikteydi. Evrim Deniz'i trollere hedef
haline getirenler kimdi? Maalesef gazetecilik yaptığını iddia eden
şahıslar başroldeydi?
Ordular görevini yapıyordu. 9 işçi en kısa zamanda unutturulacak,
ailelerin acısı ve şikayetleri görünmez kılınacaktı. Yanı sıra
altın madeninin ülke ekonomisine katkısı şişirilecekti ve mümkünse
maden şirketi sahibinin adı telaffuz bile edilmeyecekti.
*
Öyle oldu. Hazır yerel seçimler de kapıya dayanmışken kolayca
unutuldu gitti hem İliç hem de zehirli toprak altındaki 9 işçi.
400 bin kamyonluk bir yükün altında kalan 9 işçi, Dilber'in dansı
kadar bile konuşulmadı memlekette. Muhalefet partileri seçim
gündemine döndü.
Gazeteciler İliç'i terk etti.
Ekolojistlerin zaten zayıf olan sesleri duyulmaz oldu.
"Ekolojik demokratik paradigma" bir seçim vaadi olarak kalmaya
mahkum edilmişken siyanür denen illet memleket sathına yayılma
eğiliminde. Birdenbire değil, ağır ağır öldürmek üzere.
*
1939 yılında Erzincan'da meydana gelen deprem 33 bin insanın
ölümüne neden oldu. Şair Nazım Hikmet hapistedir ve "Erzincan'da
bir kuş var" diye başlayan bir Erzincan türküsünden yola çıkarak
"Kara Haber" şiirini yazar. Şiirin bir bölümünde, deprem sonrası
için şu dizeleri döker: "Yayıkta yağ vardı,
dövülemedi,/akpeynir torbaya koyulamadı,/hasret gitti
ölüler/ dünyaya doyulamadı..."
Nazım Hikmet, şiirin sonuna ise şu notu ekler: "Kesemden
verecek şeyim yok; yüreğimden verdim."
Bir İliç vardı, bir altın madeni vardı, altın madeninde çalışan 9
işçi vardı. Şimdi hiçbiri yok. "Kesemden verecek şeyim yok;
yüreğimden verdim" diyen de yok artık.