Yurt: 'Adil' olmaya çalışan bir film

"Yurt" filmi, yurt dışında birçok ödül aldı ve büyük bir ilgi gördü. Ama adil duran en azından durmaya çalışan bu filmi "Tam Batılı seyircilere göre!" diyerek değerlendirmenin de biraz haksızlık olacağını düşünüyoruz!

Kerem Bumin kbumin@hotmail.com

Bağımsız sayılabilecek film türünde, zaman zaman sosyal ve politik konuları ‘eşeleyen’ sinemamız, genç yönetmenlerin elinden çıkan filmlerle çok ilginç sonuçlar yakabiliyorlar. Ancak özellikle söz konusu proje bir ortak yapımsa bir başka önemli etken de devreye giriyor: Filmin Batılı seyirciye de hitap edebilecek ve bir anlamda Türkiye’yi tanıtacak bir nitelik taşıması…

Cesur olduğu kadar riskli olan da bu projelerin ölçülü, dengeli ve dozunda değerlendirmeler yapması için bizce çok ciddi bir ön hazırlık ve gözlem gerekiyor. Daha da önemlisi eğer filmin yönetmenlik ‘dümenindeki’ yurt dışında yaşayan (veya bir süre yaşamış) Türk asıllı biri varsa asla onun bu kültürle (yani Türkiye kültürüyle) ‘köprüleri atmamış’, hatta onunla belli ölçülerde ‘yoğrulmuş’ olması gerekiyor. Bunu zamanında Fatih Akın başardı. Ardından başka genç yönetmenler de zaman zaman benzer örnekler sundular.

Nehir Tuna’nın filmi "Yurt" da başka ortak yapımların düştüğü klasik bir tuzağa düşmüyor: Batılı seyircinin amiyane tabirle ‘gönlünü okşamak’ amacıyla, kısıtlı gözlem ve bilgiyle bir film çekmek. Burada bahsettiğimiz Türkiye’yi yanlış göstermekten ziyade ‘eksik’ göstermek ya da yanıltıcı bir ‘genellemeye’ yol açmak! Ancak Nehir Tuna’nın bu tuzağa düşmemesi, filminde yer yer zayıf noktalar bulunmasının, ara sıra biraz amatörce kokan sekanslar sıralamasının ve zaman zaman pek yerine oturmayan bir olay örgüsüne sarılmasının önünü tıkamıyor!

Konuya bakacak olursak: Ahmet, 14 yaşında, gündüzleri normal bir lisede öğrenci olan, akşamları ise çok katı kuralları bulunan bir tarikatın yatılı okulunda kalan bir gençtir. Hayatını bu iki tamamen farklı dünyaya bölmüş olan Ahmet sadece kısıtlı zamanlarda (ayda bir kez) ailesinin yanına izine çıkabilmektedir. Tarikat okulundaki diğer çocukların aksine zengin bir ailesi, daha doğrusu babası olan Ahmet bu gidişattan ve ‘bölünmüşlükten’ rahatsızdır ve babasının maddi destek sağladığı bu okulda ne dilediği gibi cinselliğini yaşayabilmekte ne de ihtiyacı olan ‘özgürlük’ alanlarını bulabilmektedir. Aynı tarikat okulunda öğrenci olan Hakan ile tanışması ve arkadaş olması bütün dengeleri değiştirecektir.

FİLMİN İDELOJİSİNDEN ÖNCE BİÇİMİ…

Fransız birçok eleştirmen, film hakkında çok farklı yorumlar yaptılar: Bazıları filmi ‘nefes alan’ bir Türkiye’yi resmeden, derinlik taşıyan bir senaryoya sahip, özgün ve çarpıcı bir yapım gibi bulurken bazıları ise fazla akademik bir dil taşıyan, şiddet ve baskıcı bir atmosfer kurmaya çalışırken hissiyatları sıradanlaştıran, biraz düz ve karakterlerini suni ‘kokan’ çizgilerle ayıran bir yapım olarak gördüler. Seyircileri ve eleştirmenleri adeta ‘ikiye bölen’ bu film, ideolojisinden bağımsız olarak öncelikle sinema diliyle çok tartışıldı.

İki tarafın da görüşlerine ‘kulak vererek’ bir değerlendirme yapacak olursak, filmin biraz düz bir yapısı olduğu kesin. Hatta bazen sekanslar ‘otomatik pilota’ bağlanmış gibi bir ölçüde mekanik bir şekilde sıralanıyor. Başkarakterin hayatında yaşadığı ‘ikilem’ bazen abartılı, pek gerçekçi olmayan olaylarla şekilleniyor. Yine bazı duygusal etaplar aceleye getirilmiş ve pek sonu getirilmemiş tarzda akıyor.

Ancak bütün bunların yanında filmin birçok artısı tabii ki var: Konunun merkezini oluşturan ana iki mekanın atmosferi başarıyla resmedilmiş, dediğimiz gibi zaman zaman hızlı geçilmiş olsa da her önemli karakterde belli bir derinlik mevcut, filmin son çeyreğine kadar kullanılan siyah beyaz film tercihi konunun ciddiyeti ve ağırlığıyla örtüşüyor ve başta Ahmet’i canlandıran Doğa Karakaş olmak üzere bütün oyuncuların üstün bir performans sergiledikleri kesin! Unutmadan filmin görüntü yönetmeni Florent Henry’yi de teknik başarısından dolayı kutlamamız gerekir!

DENGELİ OLMAYA ÇALIŞAN BİR FİLM!

Filmin ideolojik yanına bakacak olursak: Yönetmen Tuna, filminin dönemini 1996-1997 yılları arasına konumlandırarak yerinde bir zaman dilimi seçiyor. Hatırlanacağı üzere yükselen bir İslami çizgi ve katı bir laikçi anlayışın çatıştığı ve birbirlerine karşı cephe aldığı bu dönem 2000’li yıllara kadar devam etmişti.

Filmde tarikat okulunda geçen sekanslar daha çok karanlığın veya loş bir ışığın hakim olduğu, kapalı ve biraz depresif bir atmosferde geçiyor. Ancak bu sahnelerde bazen gereksiz bir dramatizasyon da var. Doğal olarak bir tarikatın yatılı okulunda, öğrenci şartları çok konforlu değildir. Özellikle bu filmde olduğu gibi öğrencilerin büyük kısmının dar gelirli ailelerden geldiğini göz önüne alırsak! Ama yine de öğrencilerin akşam öğünlerinde aldıkları bir kaşıklık, ‘bulamaç’ gibi duran yemek, neredeyse yer bulmanın bile çok zor olduğu, eski ve paslı ranzaların doluşturduğu yatakhane bölümü, yatılı okuldan ziyade esir kampını andırıyor. Gerçekteki koşullarla ne kadar uyuşuyor bilemiyoruz ama bizde uyandırdığı hissiyat bu!

Yönetmen bu katı ve zor koşullara sahip mekanı çok daha ‘temiz’ duran, erkeklerin ve kızların yan yana oturdukları, günümüzdeki lise kurallarına uygun gözüken daha rahat bir mekanla karşılaştırıyor. İki mekanın atmosferleri arasında yer alan bu ciddi dengesizliğin karşısına yönetmen her ikisinde yer alan, öğrencilere dayatılan kuralların katılığı ve zihniyetin sekterliği arasındaki benzerliği koyuyor. Örneğin tarikat okulundaki İslami kurallar seyirciye ne kadar sert ve dayatmacı geliyorsa, çocuk yaştaki öğrencilere söyletilen marşlar ve ‘Andımız’ da o derece itici duruyor. Yönetmenin lisede geçen sekanslarda neredeyse sürekli İngilizce dersini göstermesi, muhtemelen tutucu ve mutaassıp bir tavrın, ne kadar özenti ve çarpık sonuçlara varabilecek bir Avrupai duyarlıkla aynı paralellikte kalabileceğine parmak basmak amacı taşıyor.

KIZIL GONCALAR VE ÖTESİ…

Şu anda kendisinden oldukça sık bahsedilen ‘Kızıl Goncalar’ dizisiyle bu film arasında benzer bir nokta var: Filmde de dizide olduğu gibi tarikat okulunun lideri ve uygulanan kurallar ne kadar sert hatta bazı durumlarda tahammülü zor gibi verilse de cemaat içinde söz sahibi, çok daha toleranslı ve aklıselim bir kişi bulunuyor. Dolayısıyla bazı seyirciler bunun tarikatı bir tür ‘aklamak’ ve var olan kötücül atmosferin bir kişiden kaynaklandığını kanıtlamak için seçilmiş bir yol olduğunu düşünebiliyor

Bizce bu ‘aklama’ yorumunun haklılığı tartışılabilir: Hatırlanacağı üzere birkaç sene önce "Spotlight" filmi, zamanında rahipler tarafından bazı çocuklara uygulanan cinsel istismar olayının peşine düşen ve bunu bütün dünyaya duyuran gazetecileri anlatıyordu. Gerçekte de yaşanan bu korkunç olay derinleştikçe sonu Vatikan’a kadar varabilecek bir skandala işaret ediyordu. Gazetecilerin araştırmaları reddedilmez kanıtlara varınca bazı Vatikan temsilcileri "Bu kadar rahibin arasından elbette birkaç tane ‘çürük’ çıkar!" tarzında savunmalarla yaşanan vahim olayları münferit eylemlere indirgiyorlardı. Ancak bu tabii ki ciddi bir sistem ve topluluk eleştirisi yapmanın da önünü tıkamıyordu!

Sonuç olarak "Yurt" filmi, yurt dışında birçok ödül aldı ve büyük bir ilgi gördü. Ama adil duran en azından durmaya çalışan bu filmi "Tam Batılı seyircilere göre!" diyerek değerlendirmenin de biraz haksızlık olacağını düşünüyoruz!

Tüm yazılarını göster