ABD Başkanı Donald Trump, Yüzyılın Planı’nı açıkladığında yanında tek bir kişi vardı: İsrail Başbakanı Netanyahu. Aslında sadece bu tablo bile Trump’ın Filistin sorununa ilişkin sözde çözüm girişiminden elde etmeye çalıştığı şeyi ve ne yapmak istediğini gayet iyi anlatıyor. Planın ilan ediliş biçimi, zamanlaması ve içeriği, alelacele Filistinlilere danışılmadan doğrudan Trump ve dar çevresi tarafından kotarıldığını gösterirken burada gerçek bir çözüm kaygısından ziyade başka endişelerin ağır bastığı izlenimini giderek güçlendiriyor.
Yüzyılın Planı öyle görünüyor ki ABD Başkanı tarafından Filistin için bir çözüm planı olarak değil daha çok bir halkla ilişkiler ve biraz da kamu diplomasisi stratejisinin bir parçası olarak tasarlandı. Elbette daha önceki Amerikan başkanları da köşeye sıkışıp siyasi bir krizle karşı karşıya kaldıklarında dış politika ipine sarılır, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için olabildiğince bunu araçsallaştırmaya çalışırdı. Ancak Trump’ın durumu biraz daha farklı. Zira daha önceki başkanların az çok uluslararası toplum, uluslararası hukuk, bölgesel kamuoyu, uluslararası kuruluşlar vs. gibi bir takım kaygıları, dikkate aldığı bir takım olgular vardı; ancak öyle görünüyor ki Trump sadece Siyonist lobiyi ve muhafazakârları dikkate alıyor.
Öte yandan Trump’ın politikalarının salt iç kamuoyuna hitap ettiğini söylemek yüzeysel bir yaklaşım olur. Kasım Süleymani suikastında ve Yüzyılın Planı’nı ilanında da görüldüğü gibi, Trump’ın kendisini aynı anda hem savaşın hem de barış ve çözümün mimarı olarak sunduğu bir tablo söz konusu. Bu şekilde davranması, onun Pentagon’dan CIA’ye kadar kurumları majör politikalar üreten aktörler olarak görmek yerine kendisi ve dar çevresinin ürettiği politikaları sahada uygulayan hizmetkar bürokratlara indirgiyor. Bu, aynı zamanda ona, yönetimde ipleri elinde tutma, gündemi belirlemenin yanı sıra müesses nizam ve rakip siyasi partiler içerisindeki düşmanları üzerinde büyük bir baskı kurma imkânı da sağlıyor.
Diğer yandan Trump’ın bu stratejisinin uluslararası arenadaki kullanışlılığını da ıskalamamalı. Bu politikaları sayesinde Trump, bölgesel müttefiki olan Körfez ülkeleriyle ilişkilerini konsolide ederken öte yandan da bölgeyi nasıl bir felakete sürüklediğini düşünmesini gerektiren bir çok faktöre rağmen buna pek de takılmıyor.
Peki Trump bütün bunları neden yapıyor? Öyle görünüyor ki Evanjelik Başkan, plan sayesinde ABD’deki Siyonist lobilerin desteğini arkasına almaya ve böylelikle önümüzdeki seçimleri kazanmayı garantilemeyi kafasına koymuş durumda. Gerçekten de bu adımlar belki Trump’a seçimleri kazanmasına katkı sağlayabilir ama Filistin’de gerçek anlamda bir barışı sağlar mı, orası son derece şüpheli ve muğlak.
Peki Amerikan seçmeni bu konuda ne düşünüyor? İşsizlik seviyesinden büyüme oranlarına kadar bütün makroekonomik göstergeler iyiye giderken Amerikan seçmeninin Trump’ın Ortadoğu’yu karıştırması ya da uluslararası arenada bazı şeyleri eline yüzüne bulaştırmasını çok da umursayacağını düşünmek için oldukça saf olmak gerekiyor.
Bir taraftan da 'plan’ın zamanlamasının Mayıs ayında İsrail’de ve Kasım ayında ABD’de yapılacak seçimlerden birkaç ay önce gelmesi, her iki lideri de içinde bulundukları siyasi krizden kurtarma amacı taşıdığını düşündürtüyor. Zira her iki lider de makamlarından azledilme ve seçimleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
İsrail’deki Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz bile, Yüzyıl’ın Planı’nın açıklanmasına ilişkin zamanlama tercihine karşı çıkarak Amerikan Başkanı’nı İsrail seçimlerine müdahale etmemesi noktasında uyardı. Artık İsrail içindeki politik aktörler bile her ne kadar Trump’ın Filistin sorununa ilişkin lütufkâr yaklaşımının muhtevasına onay verse de bu planın zamanlamasının İsrail iç siyasetine müdahale edecek tarzda düzenlenmesinden şikâyetçi.
Aslında Trump, Yüzyıl’ın Planı’nı ilmek ilmek ördü. Önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. Bir sonraki adımı ise Siyonistlerin 1967 yılında gasp ettiği Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı olarak tanımasıydı. Ardından, geçtiğimiz sene Bahreyn’de bir zirve düzenleyerek Yüzyılın Planı’nın ekonomik ayağını oluşturmaya çalıştı. Şimdi de planı ilan ederek Filistin sorununa nihai darbeyi vurmuş oldu.
Plan’da Filistin Devletinin kurulması, bütün Filistinlilerin silahsızlandırılması gibi gerçekleşmesi imkânsız bir koşula dayanıyor. Ayrıca İslami Direniş Hareketi Hamas’ın İsrail’i ortadan kaldırma çağrısından vazgeçmesi, İsrail’i tanıması ve Filistinlilerin mültecilerin evlerine dönüş hakkından vazgeçmesi gibi başka imkânsız koşullar da ileri sürülüyor.
Filistin Devleti’nin kurulması için iş bu kadar yokuşa sürülüyorken İsrail’in yerleşim yerlerinden vazgeçmesi için hiçbir düzenleme öngörülmemesi ve her şeyin Netahyahu’nun insafına terk ediliyor olması ise planın içerdiği tarafgirliği ve çarpıklığı ortaya koyan bir başka gariplik.
Halbuki Filistin sorunuyla az çok ilgilenen herkes bilir ki Filistin’de herhangi bir barış için Batı Şeria’daki Siyonist yerleşim birimlerinin kaldırılması en temel koşullardan biridir. İki devletli çözümün ön koşulu içerisinde Yahudi yerleşim birimlerine yer olmadığını herkes bilir. Buna rağmen Plan’da “kimsenin yerlerinden edilmemesi gerektiği” gerekçesiyle Batı Şeria’daki 80 bin kişilik yerleşimlere dokunulmuyor.
Bill Clinton’dan bu yana ABD’nin kamuoyuna deklare ettiği hiçbir anlaşma planı Filistinlileri mutlu etmediği gibi onların işgal nedeniyle ortaya çıkan durumlarında kayda değer bir düzelme de gerçekleştiremedi. Açıkça tarafını ilan eden Trump’ın planının ise Filistinlilerin tarihi haklarına ilişkin en küçük bir iyileştirme gerçekleştireceğine ilişkin iyimser olmayı gerektiren pek bir neden bulunmuyor.