Zafer Yörük: Kazanan kazandığının farkında değil

Seçim sonuçlarını değerlendiren Siyaset Bilimci Zafer Yörük, "ortada kaybeden bir taraf var ama kazanan taraf kazandığının farkında değil" dedi: "Vatandaş 7 Haziran’dan itibaren kafasında bu iktidarı bitirmiş durumda, en azından ülkenin yüzde 49’u bitirmiş durumda. Ama o yüzde 49’u 50’nin üzerine çıkarmak ve de gerçekten bu talebi siyasi pratiğe geçirecek bir siyasi aktör yok ortada."

Abone ol

DUVAR - Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, 31 Mart Yerel Seçimleri'nin sonuçlarına ilişkin yaptığı değerlendirmede, "Ortada kaybeden bir taraf var ama kazanan taraf kazandığının farkında değil, en azından dört senedir bu böyle" dedi.

Evrensel gazetesinden Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan Yörük'ün değerlendirmelerinden bir bölüm şöyle:

İktidarın usulsüzlük iddialarıyla başlayalım. Özellikle İstanbul’da yoğunlaştırılan itirazlar, seçim sonucunu sandık darbesi olarak niteleme, medyanın algı yönetimi… süreci nasıl izliyorsunuz?

Bütün bunlardan İstanbul’u kaybetmeyi beklemediklerini anlıyoruz. Ankara’yı bekliyorlardı, bu nedenle de Mansur Yavaş’la ilgili tehditler arttırılmıştı, “seçilse de alırız” anlamına gelen şeyler söylendi ama Ekrem İmamoğlu’na pek yüklenilmedi, bu da İstanbul’u kaptırma ihtimali olmadığını düşünmelerinden kaynaklanıyordu. İş ciddiye binince sanırım zaman kazanılmaya çalışılıyor. Mazbata sonuçta İmamoğlu’na verilecek gibi görünüyor.

Mazbata verilmemesi nasıl sonuçlar üretir? Zira, AKP cephesinde “İstanbul’da seçim yeniden yapılsın” görüşleri yaygınlaşıyor. İstanbul seçimleri iptal edilebilir mi?

Verilmezse, vaziyet gerçekten kamuoyu nezdinde iyice gayri meşru hale gelecek. Ayrıca Binali Yıldırım’ın da bütün bunlardan sonra içine sindirerek, meşru bir büyükşehir belediye başkanı olarak görevini yapabileceğini sanmıyorum. Tahminim süre kazanılmaya çalışılıyor.

Ne için?

İki sebebi olabilir; bir, belediyede imha edilmesi, saklanması gereken birtakım belge, doküman vs. olma ihtimali var. Bunlar için zaman kazanılmaya çalışılıyor olabilir. İkincisi, kendi kamuoyunu sonuca hazırlamak, AKP seçmenini sakinleştirmek; “seçim sonuçlarına hemen razı olmadık, direndik, tekrar saydırdık, elimizden geleni yaptık” mesajı verilmek isteniyor da olabilir. Üçüncü bir olasılık da Binali Yıldırım’a mazbata verilmesi ama dediğim gibi bu saatten sonra bunun çok meşru bir hareket olmadığının herkes farkında. Ama bu iktidar zihniyeti ile her şey mümkün.

İstanbul üzerinde yoğunlaşan itirazları, Erdoğan’ın “İstanbul benim aşkım, benim sevdam” sözleriyle birlikte değerlendirdiğinizde nasıl bir okuma yaparsınız? İstanbul, Erdoğan ve AKP hikayesinde nasıl bir yer tutuyor?

İstanbul AKP hikayesi için çok önemli, Erdoğan için şahsen de önemli. Türkiye siyasi İslamın tarihi açısından da çok önemli. 25 yıl önce, 1994 yılında Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanması sonucunda Türkiye’de tarihin akışı değişti. O günden beri Erdoğan İstanbul’un rantı, ekonomik kaynakları üzerinden bir iktidar kurdu bu ülkede. İstanbul çok büyük bir ekonomik ve politik kaynak. Dolayısıyla İstanbul Erdoğan’ın şahsı için de, parti için de, bütün siyasal İslam fikri için de bir psikolojik direnç noktasıdır; hikayenin başladığı ve yükseldiği yerdir. Ellerinde muazzam bir servet ve kazanç kaynağı olarak İstanbul olmayınca, bu hareket fazla yaşayamaz. Erdoğan bunun farkında olduğundan son günlerde çok asıldı İstanbul’a. Ama yetmedi. Ankara da İstanbul’a yakın bir öneme sahip aynı hikaye için. Başkent olma niteliği yanında, Melih Gökçek’le başlayan uzun bir hikaye olduğundan Ankara’nın da psikolojik bir önemi var. Yine Adana ve Mersin önemli kayıplar. Bunlar da ekonomik, politik, psikolojik kayıplar olarak yansıyacak.

Sandıklara yapılan itirazlar, “çalıştırmama”, “görevden alma” olasılıklarıyla birlikte tartışılıyor. “Seçilseler de görevden alırız” ile “ekonominin patronu benim, nasıl çalışacaklar” tehdidi pratiğe geçer mi?

Bu konuda bir sorun olacağını sanmıyorum. Bunlar bence kamuoyuna verilen gözdağıdır. Ne yapacak, kentleri kuşatma altına, ablukaya mı alacak; ambargo mu uygulayacak, diğer şehirlerde bolluk olacak da CHP’li belediyelerde kıtlık mı olacak? İzmir belediyesi deneyimini bildiğim için İzmir örneğini vereyim. Çok büyük operasyon yapıldı Fetullahçılar zamanında, büyükşehir belediyesi çalışamaz hale getirildi; belediyenin bütün üst düzey yöneticileri ve onlarca emekçi tutuklandı, yargılandı… Belediye uzun süre çalışamaz hale getirildi. Böylece halkın tepkisini çoğaltmaya çalıştılar ama gördüğümüz o ki bütün bunlar İzmir’i daha da kemikleştirdi. Bu deneyimden ders çıkardıklarını sanıyorum. Ayrıca el değiştiren bu kentler Türkiye nüfusunun çoğunluğunu barındırıyor. Türkiye’nin çoğunluğuyla kavga edemezsiniz, bu uygulanabilir ve sürdürülebilir değil. Bu tür şeylerin korku yaratmak ve kamuoyunun sandıktaki tercihini değiştirmek için çıkarıldığını düşünüyorum.

Seçim süreci boyunca Bahçeli ve Erdoğan, İstanbul Ankara gibi büyük kentleri kaybetmenin beka için tehdit oluşturacağı, sistemi tartışmaya açacağı, kaos ve kargaşaya yol açacağı mesajını verdiği için soralım; bu kentlerin el değiştirmesi yeni rejimin kurumsallaşması ve meşruiyeti açısından nasıl bir yer tutuyor? 

Meseleye iki şekilde bakabiliriz; bir, yeni bir rejim kuruluyor ve başka bir istikamete doğru ilerliyor ülke ve devlet. İki, rejim falan kurulduğu yok, aslında AKP 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı yarayı bir türlü tedavi edemiyor. Referandum yapıyor, başkanlık seçimi yapıyor vs. Ve hepsinde darbe alıyor; hayatta kalmaya çalışıyor. Ben hikayeyi böyle kuruyorum. 2002 Kasımından itibaren bir yükselişe tanık olduk. Önce liberal vaatler ve İslamcı bir duruşla gelmiş sonra çeşitli tersine dönüşler yapmış … Suriye iç savaşının gidişatı aşağı doğru dönüşte çok etkili olmuştur. Ama 7 Haziran 2015’ten itibaren bu siyasal iktidar inişe geçmiştir. Şimdi çan eğrisinin ya da eğik atış grafiğinin son noktasına gelindi. O nedenle bir sistem kurulduğunu düşünmüyorum. Tayyip Erdoğan’ın şahsi yönetimini nasıl devam ettireceğinin yasal çareleri bunlar. Başkanlık sistemi oturmadı, oturması da beklenmemeli. Muhalefetin de bunu anlaması, parlamenter sistemin yeniden tesisini esas hedef haline getirmesi gerekir.

Sonuçlar, seçmenin “başkanlık sistemine onay vermiyorum” mesajı verdiği şeklinde de okunuyor. Katılır mısınız?

Seçmen bence mesaj vermiyor, bu klişe bir şey. Ben de seçmenim ve kimseye mesaj verme niyetim yok, ben siyasal mücadele ediyorum. Elimden gelseydi, grev de, yürüyüş-gösteri de yapardım ama baskıcı rejim altında bu eylemler riskli olduğu için mümkün olmuyor. Elimde oy pusulası kalıyor. Öyleyse siyasal mücadeleyi bu yolla gerçekleştiriyorum. Diğer yandan bakarsak vatandaşa vaat edilen neydi; “Her şeyi bana verirsen ekonomi uçacak, dolar düşecek, her şey düzlüğe çıkacak” filan. Ama soğan/patates kuyruğunda bitti olay. Başkanlık sistemini fanatik AKP’li dışında ortalama bir vatandaşa sorsak, “başkanlık sistemi eşittir soğan 10 lira” diyecektir. Damadına ekonomiyi teslim etmektir diyecektir. Saltanat sistemi gibi bir şey vatandaşın anladığı. Benim anladığım da bu. Dolayısıyla, tabii ki başkanlık sistemi tutmadı, bu oturmayacak ama büyükşehirlerdeki belediyeleri iktidardan almak suretiyle vatandaş “bu sistem oturmadı, vazgeç” mesajı mı vermiş oluyor? Sanmıyorum; genel olarak itirazını ifade etmiştir vatandaş hükümete. “Düşürün şunu” diyor, mesaj o.

Muhalefet bu mesajı aldı mı sizce?

Doğrusu, şu anda ortada kazandığını idrak edecek siyasi irade yok. İktidar 7 Haziran 2015’te de kaybetti ama kazanan taraf ortaya çıkmadı bir türlü. Yok koalisyon kurulacak, görüşmeler yapılacak diye oyalandı, sonra 1 Kasım’da başka bir şey oldu ve o arada da bir sürü kan döküldü vs. Dolayısıyla vatandaş 7 Haziran’dan itibaren kafasında bu iktidarı bitirmiş durumda, en azından ülkenin yüzde 49’u bitirmiş durumda. Ama o yüzde 49’u 50’nin üzerine çıkarmak ve de gerçekten bu talebi siyasi pratiğe geçirecek bir siyasi aktör yok ortada. CHP’den beklenen hamleler ilk defa Ekrem İmamoğlu tarafından şimdi geldi. Sandığın başında durup, sonuna kadar sandığı korumak ve hakkını yedirmemeyi Muharrem İnce vaat etmişti, yapmadı. Ha keza İstanbul’a, iktidara talip olmak Kılıçdaroğlu’nun 2015’ten itibaren Türkiye için yapması gereken bir şeydi, halen yapmış değil. Özetle, ortada kaybeden bir taraf var ama kazanan taraf kazandığının farkında değil, en azından dört senedir bu böyle.

RÖPORTAJIN TAMAMI