Yurdumuzun istila ve işgal edilmesiyle biz kadınların haklarının
gasp edilmesine dair teşebbüslerin aynı yazının konusu olarak içi
içe ele alınması şaşırtıcı gelmesin. Zira 98 yıl önce Büyük Zafer
için son hazırlıkların tamamlandığı, son kararların son olarak
gözden geçirildiği günlerde bu yıl, kadın kazanımları, hakları,
müzakere edildi. 30 Ağustos Zafer Bayramı, İzmir’in ve İstanbul’un
kurtuluşunu müjdeliyordu ama bu yıl bizler İstanbul Sözleşmesi’ni
kurtarabilmenin telaşındayız. Yunan'la savaşı kazanmaktan daha zor
ataerkillikle savaşı kazanmak ama denemek de şart.
“Keşke kazanan Yunanlılar olsaydı” diyen hamakat ehlinin
yetiştirdiği, zihniyetini şekillendirdiği kişi ve grupların karar
vericiler arasında yer alışı, bu yönden büyük sorun. Çünkü o sözün
arka planı kadın haklarıyla ilişkiliydi. Din ve aile yatıyordu
orada, kadına tapulanmış olarak. Toplumca verilen İstiklal
mücadelesinin kadınları da içermesi hiç kolay olmamış verilen kadın
eşitlik mücadelesi sonrası elde edilmişti kazanımlar. Ancak Kadir
Mısıroğlu’nun nesne saydığı kadın, bir kişinin, Atatürk’ün eliyle
şekillenmiş, İslam ve aile ölmüş bitmişti, aklı sıra. Atatürk
doğmadan önce kadın hak mücadelesinin başladığını; onun döneminde
kadınların siyasal haklarının geciktirildiğini; kadınlara biçilen
rolle, ayrımcılık yapıldığını; eşitliği önlemek için getirilen
engelleri ve Cumhuriyet döneminde kadın eşitlik arayışının
sürdüğünü görmek bile istemedi. Hamakat ehlinin bakış açısı, her
türlü sosyo-kültürel dönüşüme, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına
programlıydı çünkü. Cenap Şahabettin’in “Ahmak ışıkla alevi
karıştırır ve kendisini her yakanı güneş sanır” sözüyle örtüşen bu
zihniyetin, kadınla eşit olmamak için esareti bağımsızlığa tercih
edişi, 2020 yazının siyasetine egemen oldu yazık ki.
Topyekûn verilen Kurtuluş Savaşı zaferinin yüzüncü yılına
gelirken kadın kurtuluş savaşı ihtiyacı artık iyice açığa çıktı.
Eşitsizlikten kurtuluş savaşına ihtiyaç duyulmasının sebebi,
kazanılmış haklarımızın gaspı için yapılan hazırlıklardır. 5
Ağustos'u hatırlamak yeterli bunun için. Ve yüz yıl önce 5 Ağustos,
makus talihi dönüştüren dönüm noktalarına işaret ederdi. Şimdi
kadın kazanımların gasp edilmesi için yürütülen hazırlıkları
hatırlatıyor... Doksan dokuz yıl önce BMM, üçer aylık dönemler
halinde başkumandanlık yetkisinin ki hem siyasi hem askeri karar
alma yetkisinin tek kişiye devrini içeriyordu. BMM, 5 Ağustos
1921'de vermişti Mustafa Kemal'e ilk olarak. Ve bir yıl sonra 5
Ağustost'a bir kere daha bu defa üç aylık değil süresiz olarak
vermişti. Bu yıl 5 Ağustosu' ise kadın haklarının müzakere
edilmesi, yaşam hakkının bile oya sunulması ve görüşler
toplandıktan sonra tek kişinin karar vermesine ilişkin İstanbul
Sözleşmesi tartışmalarıyla geçirdik. 5 Ağustos'u geçirdik ama
tartışmalar bitmedi. Yüz yıl önce mebuslar kendi yetkilerini
devretmişlerdi ama şimdi bir yetki devri değil doğrudan doğruya hak
gaspı söz konusu. Yüz yıl önce o yetki devri zafer yolunu açmıştı
şimdi hak gaspının açacağı yol insan hakları hukukunun terk
edilmesi olur ancak. Ve bunda hayli kararlılar ki İstanbul
Sözleşmesi aleyhine yol haritaları hazırlanıyor.
Mustafa Kemal, aldığı yetki sonrası ülkeyi zafere götürüşünü,
Büyük Taarruz'u, ayrıntılarıyla ve meclise verdiği yetki için
teşekkürle, kürsüde anlatmıştı 4 Ekim 1922 tarihli konuşmasında. Bu
yıl ekim ayında meclisin açılışı, ataerkinin zafer çığlığıyla
gerçekleşebilir. Çocuk cinsel istismarı, evlilik şartıyla suç
olmaktan çıkarılmak isteniyor çünkü. Birkaç yıllık Yunan işgali
sırasında yapılanlar, normal hayatın bir parçası olarak yapılmaya
devam etsin isteniyor, adeta. “Rum Sındığı” savaşı ismini uygun
görmüştü, bu zafer için Atatürk. Kesin bir zaferdi çünkü ve
Yunanistan devletinin ve Rumların, bir daha Anadolu’ya yönelik bu
tür emeller besleyemeyeceği şekilde sindirildiğini söylemişti.
Yunan tarihine Küçük Asya Felaketi” adıyla yerleşmesi de bu tespiti
doğruluyor nitekim. Yazık ki ülke kurtulmuş, devlet kurulmuş,
istiklal elde edilmiş olmasına rağmen aradan geçen asırlık zaman
zarfında eşitlik kurulamadı. Toplumsal barış sağlanamadığı gibi
toplumsal cinsiyet eşitliğinin insan hakları hukukunun gereği
olduğu idrak edilemedi hâlâ.
Farklı hükümetler ve şimdiki iktidar partisi yönetiminde eşitlik
ve ayrımcılık yasağına ilişkin sözleşmeler imzalanmış olsa da
hamakat ehlinin güç kazanması nedeniyle tüm kazanımlar risk
altında. İktidar, Osmanlı'nın başının derdi Kadızadeliler benzeri
güruhun, yükselttiği “istemezük” feveranına teslim olmuş görünüyor.
Dördüncü Murat’ın, yaptığı gibi kahveyi, tütünü haram sayan
Kadızadelilerden devşirdiği güçle, yasaklar icat edip sigara
yasağına yoğunlaşmakla yetinse gene iyi. Yetmiyor biliyoruz.
Eşitlik ve barış dininden savaş ve cinsiyetçilik, ırkçılık icat
eden ham softalığı, hamakat ehliyle günümüze taşıyıp cinsiyet
eşitliğine itiraz ediyorlar. Anayasa ve yasaları çiğnemekten
sıkılmış olacaklar ki ülkeyi, insan hakları hukuku çerçevesinden
çıkarma yolunda ilerliyorlar.
Ataerkilliğin, dini değerler ve ulusal çıkarlar kisvesiyle,
eşitlik ilkesini ve ayrımcılık yasağını yok etmek yoluyla yeniden
alan kazanmasına hizmet ediyor iktidar. Son yıllarda sürekli
savunma pozisyonunda hakların gaspını durdurmak yönünde başarılı
mücadele sergileniyor, bu saldırılar nedeniyle. Ancak İstanbul
Sözleşmesi'ni kurtarmak, tüm diğer kazanımları korumak için temel
şart sayılmalı. Ve bu defa eşitlik mücadelesi savunma ruh halinden
çıkıp bir kurtuluş savaşı formatına bürünmeli. Farklı görüşler
nedeniyle ayrı ayrı ve herkesin kendi bulunduğu yerden mücadele
etme lüksü yok artık kadınların. Topyekûn bir mücadelenin kritik
eşiğindeyiz.