Zagreb’de müzeden kayarak çıkmak
2009’da açılan Zagreb Çağdaş Müzesi, aslında çok eski bir kurum. Kökeni 1954’e kadar geriye giden bu müzenin, Novi Zagreb’deki yeni binasından isterseniz kayarak dışarı çıkabilirsiniz! Carsten Höller’in müze binasıyla birlikte inşa edilen çifte kaydırağı, müze ziyaretçilerine benzersiz bir deneyim sunuyor.
Hırvatistan’ın sosyalist Yugoslavya federasyonunun üyesi olduğu dönemde, başkent Zagreb aynı zamanda çağdaş sanatın Balkanlardaki başkenti haline geldi. Aralık 1954’te Zagreb Kenti Ulusal Meclisi’nin kararıyla kurulan Çağdaş Sanat Müzesi, 1961-1973 arasında Yeni Eğilimler (Nove Tendencije) başlıklı sergilere ev sahipliği yaparak, Hırvat çağdaş sanatçılarını sadece dünyadan çağdaşlarıyla bir araya getirmekle kalmadı, çağdaş koleksiyonunu da bu sayede genişletti.
Koleksiyonunun büyük bölümü 1950’den sonra üretilmiş eserleri içeren Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi’nin, Novi Zagreb’de bulunan bugünkü binası ise Igor Franić’in 2000 yılında açılan yarışmada birinci olan projesine uygun olarak inşa edilerek 2009 yılında açıldı. Kent planlama anlamında sosyalist dönemde yerleşime açılan ve kültür sanat mekanlarının yoksunluğu sebebiyle Zagreblilerin ‘yatakhane’ lakabını taktığı Novi Zagreb, bu yeni müze sayesinde canlılık kazandı. 2010 yılında, müzenin açılışından sonraki ilk ‘müzelerin en uzun gecesi’ etkinliğinde, akşam 6 ile sabah 1 arasında 35.000 kişi müzeyi ziyaret etti.
Igor Franić’in mekanda şeffaflık, dönüşebilirlik ve akışkanlık kavramlarını esas alarak ürettiği, brütalist müze binasından bahsetmeden önce, Zagreb’in ev sahipliği yaptığı Yeni Eğilimler sergilerine ve aynı dönemdeki kültür sanat ortamının durumuna değinelim.
TİTO’NUN SAĞLADIĞI ÖZGÜRLÜK ORTAMINDA ‘YENİ EĞİLİMLER’
Kızıl Ordu’nun yardımıyla Nazileri Yugoslavya’dan çıkaran Tito ve partizanları, daha 1948’de Stalin’in koyduğu kurallara göre ülkelerini yönetmeyi reddettiler. Tito-Stalin ayrılığı olarak adlandırılan bu tarihi kavganın ardından, Yugoslavya dünyadaki diğer ülkelerle ticari ve sosyal ilişkilerini geliştirmek amacıyla Bağlantısızlar Hareketi’ni başlattı. Tito-Stalin ayrılığının sanat ve mimarlık üzerindeki etkisi ise Yugoslavların sosyalist realizmin katı kurallarına boyun eğmeden, özgürce üretim yapabilmelerini sağladı.
Kent planlamacılar, Belgrad ve Zagreb’de yeni konut yerleşimlerinin, Yeni Belgrad (Novi Beograd) ve Yeni Zagreb (Novi Zagreb) adı verilen ve kentin tarihi merkezinin karşı kıyısında bulunan arazilerde, planlı şekilde inşa edilmesini sağladılar. Ulus devlet olmanın gereklerine uygun şekilde, sosyalist federasyonun her üyesi kendi ‘ulusal galeri’sini açtı ve kendi tarihini araştırıp sergilemeye yöneldi. 2.Dünya Savaşı sonrasında çağdaş sanatın yönü bambaşka bir alana kaymakta olduğundan, çağdaş sanata ev sahipliği yapacak müzeler de inşa edildi.
Belgrad’da 1958’de ‘modern galeri’ adıyla kurulan sanat galerisi, 1965’te Belgrad Çağdaş Sanat Müzesi (MoCAB-Museum of Contemporary Art) adıyla açılan yeni binasına taşındı. Üsküp’te Davutpaşa Hamamı’nın ulusal galeri haline getirilmesinden sonra Şubat 1964’te ayrı bir çağdaş sanat müzesi açıldı. Zagreb’de ise Kent Meclisi, ‘Çağdaş Sanat Belediye Galerisi’ ismiyle bugünkü çağdaş sanat müzesinin kurumsal anlamda başlangıcına imza attığında takvimler henüz 1954’ü gösteriyordu. Kısacası Hırvatlar, o dönemin sanat tarihçileri sayesinde, Sırplardan 10 yıl önce çağdaş sanatı sahiplendi.
1961-1973 arasında, o dönemde Çağdaş Sanat Galerisi adındaki bu kurumda organize edilen ve ‘Yeni Eğilimler’ adıyla açılan beş uluslararası sergi, müzenin koleksiyonunun güncel eserlerle büyümesini sağladı. İlk ‘Yeni Eğilimler’ sergisi, sanat tarihçileri Matko Meštrović, Radoslav Putar, Božo Bek ve Boris Kelemen ile çağdaş sanatçılar Ivan Picelj ve Almir Mavignier organizasyonuyla gerçekleşti. 1960’lar ve 1970’lerde popüler olan tüm yeniliklere kapıların açıldığı bu sergide, neo-konstrüktivizmden kinetik sanata kadar her türlü deneysel çalışmaya yer verildi. İlk serginin katılımcıları arasında Almir Mavignier, Zero Grubu (Oto Peine, Hienz Mack) ve Azimuth Grubu (Enrico Castellani, Piero Manzoni) vardı. 1963’teki ikinci sergi, Gestalt’ın teorisi üzerinden görsel algıyı araştırmak anlamında kinetik sanata odaklandı. Sibernetik ve bilgisayarın sanatla ilişkisini irdeleyen 1965 sergisi ise çağına göre gerçekten yenilikçiydi. 1969’daki sergide enformasyon teorisi masaya yatırıldı. 1973’teki son sergi, tümüyle kavramsal sanata odaklandı. Bugün ‘yeni medya sanatı’ adı verilen türün en erken örnekleri, Yeni Eğilimler sergileriyle Yugoslav halkına henüz 1960’larda tanıtıldı.
Zagreb’in kültür sanat ortamı sadece çağdaş sanatla sınırlı kalmadı. 1961’de başlanan müzik bienalinde Hırvatistan’da yaşayanlar John Cage ve Nam June Paiky gibi dönemin önemli isimlerinin performanslarını görme fırsatı buldular. Zagreb’de açılan Yeni Eğilimler sergilerine paralel olarak Umberto Eco, Abraham Moles, Max Bense, Giulio Carlo Argan, Gillo Dorfles ve Filiberto Menna’nın kamuya açık konferanslar vermeleri sağlandı. Görsel sanatlarla ilgilenmeyenler için başka alternatifler de üretilmişti. 1964-1974 arasında Korćula Adası’nda sadece felsefe derslerini içeren bir yaz okulu vardı. Bu yaz okuluna gidenler Herbert Marcuse, Ernst Bloch, Erich Fromm, Jurgen Habermas veya Henri Lefebvre’nin verdiği derslere katılabiliyordu. Bu isimlerin haricinde, Avrupa’daki ‘yeni solu’ temsil eden birçok isim Yugoslavya’ya konuk oldu. 1963’te başlayan Genre Deneysel Film Festivali (GEFF) ise çağdaş yapımcıların ürettiği uluslararası bir seçkiyi sunuyordu. Çağdaş edebiyat ve felsefe eserlerinin hızla çevirileri yapılıyordu. Lefebvre’nin kitaplarının çevirisi ilk olarak 1958’de yayınlanmıştı. 1960’ların ortalarına kadar Erich Fromm’un tüm kitaplarının çevirisi yapıldı. 1965 gibi erken bir tarihte, Walter Benjamin’in makalelerinin çevirisine dergilerde yer veriliyordu. 1971’de Althusser’in metinleri çevrilmişti. Benjamin’in Illuminations adlı kitabı ise 1974’te çevrildi (Bu kitabın Türkçe çevirisi halen yapılmadı). 1976’da Rolling Stones Zagreb’de iki konser verdi. Rock müzik ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla oluşan popüler kültürü yakalamak açısından Yugoslavya, Demir Perde ülkelerinin aksi şekilde, tam anlamıyla ‘açık’ bir ülke haline gelmişti.
AB KAPISI ÇAĞDAŞ SANATLA AÇILIR MI?
Hırvatistan’daki sosyalistler, Stalin’in talep ettiği sosyalist realizmin tam tersi bir güzergahı benimsediler: Sanatın toplumsallaşmasını sağlamak amacıyla sanatın bilimle ilişkisini araştıran ve izleyiciyi sanatın üretimine katkıda bulunmaya davet eden çağdaş sanatın tüm yeni ifade biçimlerini araştırdılar. Bu anlamda son derece açık fikirli olan Hırvatların, bize ya da Sırplara oranla fazla çaba göstermeden Avrupa Birliği’ne alınmış olmaları, bu yüzden tesadüf olmasa gerek. Bugün itibariyle Hırvatistan, Temmuz 2013’te AB’ye katılan yirmi sekizinci ve sonuncu ülke durumunda.
Sırbistan 2014’ten beri, Karadağ 2012’den beri; halen devlete ait bir ‘çağdaş sanat müzesi’ olmayan Türkiye ise 2005’ten beri AB’ye katılım için müzakerelerini sürdürüyor. Bu anlamda, Avrupa Birliği kapısının kilidinin çağdaş sanatı sahiplenerek açılacağını söylemek çok da abartılı bir yorum olmasa gerek. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti için AB’den gelen bütçeyle bile bir çağdaş sanat müzesi açmadığımız düşünülürse, bizim AB trenini çoktan kaçırdığımız söylenebilir. Ne de olsa çağdaş sanatı bir eleştiri formu olarak görerek bu eleştiriye tolerans gösterme bilincine henüz erişemedik. Bu perspektiften bakınca cumhurbaşkanına hakaret davalarının fazlalığı, aslında bizim, toplum olarak eleştiri üretmeyi ne kadar beceremiyor olduğumuzun kanıtı sayılabilir. Tabii cumhurbaşkanımızın ‘beğenmediği’ eserleri sergilerden kaldırtıp ‘beğenmediği’ heykelleri yıktırabilen biri olduğunu da unutmamak gerekir. ‘Las tesis’ dansıyla protesto yapmak isteyenlerin sürekli polis tarafından engellenmesi ise ülkemizin çağdaş sanatı kabullenemediğinin bir başka kanıtı.
ÇAĞDAŞ SANATA GÖRE DÖNÜŞEBİLEN, AKIŞKAN MÜZE TASARIMI
Novi Zagreb’e yeni bir çağdaş sanat müzesi yapılması düşünüldüğünde, müzenin maliyetinin kültür bakanlığı, Zagreb Belediyesi ve sponsorlar yardımıyla karşılanması planlanmış. 2000 yılında açılan yarışmayı kazanan mimar Igor Franić, çağdaş sanatın çok hızlı değiştiğini göz önüne alarak çok özel bir tasarım üretmiş. Ekonomik zorluklar yüzünden inşaat 2009’da tamamlanabilmiş. 2013 yılında yapılan bir röportajda Franić, müze mekanının sanatçıların ihtiyaçlarına göre değişebilir bir tasarımda olması gerektiği fikri konusunda Paris’teki Centre Pompidou’dan esinlendiğini belirtiyor. Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi, taşınabilir duvarları, istediğiniz noktadan başlayarak sergiyi gezebilmeniz ve isterseniz doğrudan çatıya çıkabilmeniz gibi özellikleriyle gerçekten de mimarın ziyaretçiyi yönlendirmediği bir tasarıma sahip. Franić, tasarımı yaparken müzenin koleksiyonunu da dikkate almış. Bazı eserlerin gün ışığında daha iyi göründüğünü, bazılarının ise yapay ışığa ihtiyaç duyduklarını belirten mimar, müzenin tüm tavanlarında aydınlatma öğelerini de duruma göre değişebilir şekilde tasarlamış. Müzenin şeffaf dış cephesi, özel günlerde ışıkla üretilen yerleştirmelere imkan tanıyor. İzleyicinin dikkatini dağıtmamak ve gözünü yormamak için tüm taşıyıcıların brüt beton bırakıldığı iç mekanda, duvarların beyazlığı zeminin ve taşıyıcıların griliğiyle dengeleniyor. Kendisi de Novi Zagrebli olan mimar Franić, müzeyi modernist kent planlamasına uygun şekilde Sava Nehri’ne paralel şekilde ve diğer modernist yapılarla aynı aks üzerine konumlandırmış.
Novi Zagreb’de kültürel mekan eksikliğinin farkında olan mimar, bu müzenin sadece ziyaretçiler için değil, tüm Zagrebliler için buluşma noktası olmasını hayal etmiş. Bugün Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi’ne gittiğinizde, içeride hocalarıyla birlikte prova yapan dansçılara rastlamanız mümkün. Bir müzenin aynı zamanda bir stüdyo gibi kullanılması, bu yapının kentliler tarafından ne kadar benimsendiğinin bir göstergesi. Örneğin Sofya’da dans provası yapanlar, bu şekilde kullanabilecekleri bir çağdaş sanat müzesi olmadığı için yaz aylarında NDK binasının çevresindeki alanlarda çalışıyorlar. Bu anlamda, Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi sadece sergiler için değil, sanatçıların farklı ihtiyaçlarına da cevap verecek kadar serbest bir tasarıma sahip olduğundan ve Carsten Höller’in kaydırağı gibi detaylarıyla izleyicinin de çağdaş sanatı üretmesine imkan tanıdığından, gerçekten başarılı bir müze örneği.
Bu müzeyi, son bienalde ucundan kıyısından içini keşfettiğimiz yeni İstanbul Resim ve Heykel Müzesi binasıyla karşılaştırdığınızda üzülmememiz mümkün değil. Yeni İRHM binasının ‘kutu kutu’ tasarımının kesinlikle boğucu olduğu, çağdaş sanata uygun olmadığı ve İRHM koleksiyonundaki birçok eserin geniş salonlarda, bir arada sergilenmesi gerektiği gerçeğini hiç de dikkate almadığı aşikar.