Başlığı okuyunca şöyle geri kaçtınız mı? Haklısınız. Her biri hakkında yazılacaklarla onar ciltlik ansiklopedi imal edilebilir konu başlıkları. Üstelik hepsi birarada! Nasıl çıkacağız içinden? Korkmayın, değerli okurlar. Bunların birlikte cisimleştiği tek olay çevresinde, kısacık konuşacağız. Yoksa, güzide yerli-millî âdetlerimizle şenlenen bereketli topraklarımızda, bu üç kavrama dair deşilmesi gerekenleri deşmeye çalışırken hep birlikte feci şekilde can verebiliriz. Üç bölümlük yazı olacak bu.
Hikâyemizin bir başlangıcı var; geçmiş. Bir de bugünü. Başlangıca bugün eklenen, insanî boyutları artırıyor, dolaşmamız gereken alanı genişletiyor. Kahraman ikisinde de aynı, fakat bugün geçen kısımda bazı yardımcı oyuncular kısa süreliğine sahnede görünüyorlar.
İlk kısımda karşımıza çıkan problemi şöyle tarif edebiliriz: bireyin yüreği ve zihninde zulmün meşrulaşıp içselleşmesi ve bunda şuursuzluğun rolü. Yan etken olarak: muktedir insafı ve teveccühüyle elde edilmiş, her an kaybedilebilir ayrıcalıkların korunabilmesi için zarurî bedelin ancak haysiyetten kırpılacak parçalarla ödenebilmesi meselesi. Haysiyetten feragatin zamanla fedakârlık olarak görülmemeye, eksilen parçaların yoksunluk olarak hissedilmemeye başlanması, durumu edinilmiş konumun âdetâ doğal gereği sayma. Sürecin erken aşamalarından birinde, haysiyeti korumanın yaşamsal manevî donanım envanterinden çıkarılması icabını idrak etme.
İkinci kısımdaysa, bir toplumun düşmanlıkları mutlaklaştırarak asla mâkûl bir ortak hayat kuramayacağı gerçeğinin bilerek bilmeyerek kötüye kullanılması çıkıyor, ilk bakışta karşımıza. Bu da başka çeşit şuursuzluk ya da istismar çağrıştırıyor. Yoksulluk ve eşitsizliğe gözünü kapadığı için toplumsal tasarım olarak ciddîye alamadığımız, siyasî ideal olarak, ayaklarının yerden kesikliği yüzünden iyi niyetli boş laflar gevelemenin ötesine nâdiren geçebilen lafzî liberallik midir buna yol açan? Emin olamıyoruz. Memleketteki kutuplaşma, düşmanlaşma, birbirini boğazlamanın eşiğine gelmiş olma halinden duyulan bıkkınlık ve tiksinti midir? Bilemiyoruz. Bunların güçlü sebepler olduğu âşikâr. Lâkin Yusuf Yerkel’i affetmek ne demektir!
Böyle deyince, ister istemez, “affetmeyeceğiz!” haykırışlarının mânâsını kurcalamak da farz oluyor: Affetmeyince ne yapacağız? Ne olmasını beklerdik? Ya da ne olursa affederiz? İşlenmiş suçlardan pişmanlık duyulmasını kategorik olarak red mi ediyoruz? Yoksa burada işlenmiş suçun affını imkânsız kılan başka ayrıntılar mı var? Yoksa sadece, suçu işleyenin ne yapsa affetmemeye kararlı olduğumuz bir gruba mensup oluşu mu bu mutlak mahkûmiyetin gerekçesi? Tabiî şöyle bir soru da var: Bu yapmayız-etmeyiz’in öznesi olan “biz” kimlerdir? Bunu burada bütün boyutlarıyla ele almayacağım. Yalnız şuna dikkat çekeyim: Bu “biz”, olaydan rahatsızlık duyan herkes ise, iktidara paydaş, yandaş olmayan herkes ise meseleyi farklı düzlemde ele almamız lazım; hak-adalet, demokrasi, farklılıkları koruyarak birlikte yaşama isteyen bir grubu esas alacaksak farklı düzlemde. İlkinde şart değil, ama ikincisinde, “affetme” kavramında cisimleşen süreç, yanlışlar, fikir-tavır değiştirme, özeleştiri vs. konularında birtakım ilkelerimizin varolması gerekir.
Bunları oluşturabilirsek şu yüzyıllık ergenlikten kurtulup büyüyebiliriz belki. Ama bu hepimizi ölesiye korkutan bir ihtimaldir. Biz, hesaplanamaz, eğitilemez, hep mağdur hep haklı, hayatla ve başkalarıyla ilişki kurma üslûbu şirretlik olan ergenler olarak kalmaya tutkuluyuz. Pekâlâ.
Şimdi önümüze üç ödev koyduk; özetlerini yapıp ana fikirlerini izah etmemiz gereken: (1) Kahramanın şuursuzluğa sarılı zalimliği, (2) “Affedelim”in zalimliği hafifseme şuursuzluğu, (3) “Affetmeyiz”in sorumsuzluğa varabilecek kolaycılığı.
'AFFETMEYİZ'İN GERİSİ
Sınav zor, ancak tesellimiz var: İstediğimiz sorudan başlayabiliyoruz. Memleketimizdeki her türlü organizasyonda olduğu üzre, güç bende, kuralları koyuyor, işime geldiği gibi şekillendiriyorum, muhterem okurlar. Üçüncüsünden başlayacağım.
Bunun yegâne sebebi, hâlihazırdaki iktidar çevresi gibi, sırf yapabildiğin için hile yapmaktan alınan sapkın zevk ve tatmin duyguları değil. Şahsen en yakın olduğum ruh hali ve tutumdan başlamak istiyorum. Çünkü “affetmem”cilerdenim. Söz konusu şahıs, bırakın affı maffı, kendisinin samimi pişmanlık duyduğuna inanmamız için bizi teşvik edecek en ufak işareti çakmış değil. Tam aksi. Onun haline daha sonra değineceğiz. “Affetmeyiz”in gerisine dair söylenecekler, başka bağlamlarda ayrıca ele alınmayı gerektiriyor. Affetme-etmeme konusu siyasetin içeriği bakımından önemli başka meselelere kapı açıyor. Bunlara sadece dokunup geçeceğim. Niyetim, gerekli tartışma alanına azıcık ışık tutmak.
Birçok kişinin aynı anda “affetmeyiz!” demesi, bireylerin “affetmem”i içlerinden geçirmesiyle aynı şey değil. Burada kişisel tutum alma değil, sorumluluğu -varsayılmış bir grupça- topluca alınan bir kararın ilanı var. Yani aslında siyasî söz söyleniyor. Her siyasî söz gibi bu da, katılanı ve katılmayanı gruba bağlıyor ya da ondan ayırıyor.
İkincisi, “affetmeyiz” diyebilmenin sonuç yaratması için, affedip etmememizin hayatta bir şeyleri değiştirebileceği konumda olmalıyız. Değilsek, bu daha çok geleceğe yönelik bir temenni veya talep yerine geçiyor.
“Affetmeyiz”in bu rengi, konuyu suç, pişmanlık, affetme gibi derin insanlık sorunlarından kaçınılmaz olarak uzaklaştırıyor. Kutuplaşmış siyaset ortamının sisi pusu arasından seçilmesi şüphesiz kolay değil, ancak bu çabucak kenara itilemeyecek mesele. Ve bireyler olarak haysiyetimizi koruyarak toplumca birarada yaşamak istiyorsak, belki kafa patlatmamız gereken en mühim meselelerden. Çünkü iş, farklılıkları kabul edip etmeme, teamüle ve normale aykırı davranana gösterilecek hoşgörünün sınırları, toplumun kabul kapasitesi gibi alengirli mevzulara kadar varabiliyor. Tabiî birarada yaşayabilmek için uymamız gereken asgarî koşullara da.
Kimseyi, hiçbir koşulda mı affetmeyiz? “Affetmeyiz” der demez bu soruyu, içimizden de olsa, sormalıyız. Çünkü “affetmem” demiyoruz, “affetmeyiz” diyoruz. Toplumdan dışlamaya, haklardan yoksun bırakmaya, lince bile yol açabilecek bir sınır koyma eylemi bu. Yarın öbür gün, affetme-etmeme kudretini de kapsayan iktidar aygıtını bu “biz” olarak ele geçirirsek, ne olursa olsun kimseyi mi affetmeyeceğiz? Affetmediklerimize ne yapmayı öngörüyoruz?
Eğer siyasî söz söylüyorsak bu soruların üzerinden atlanamaz.
Peki, o halde Yusuf Yerkel’i affetmek mümkün mü? Geçiyoruz ikinci başlığımıza.
- DEVAMI GELECEK -