İlk görev yerim Cezayir’deki iç savaş. Sonraki görev yerlerimden Bağdat’ta ABD işgali ve iç savaş. Ben Erbil’deyken başlayan Suriye İç Savaşı. Büyükdedemin I.Dünya Savaşı, büyükbabamın II.Dünya Savaşı, babamın Soğuk Savaşı. Birbirlerini yok etmeye, birbirlerinin soylarını kurutmaya, içinde yaşadıkları dünyayı da mahvetmeye kararlı insanlar. İnsanın doğası. Şiddet. Vahşetin idaresi. Yerküre. Biz.
Genç (31 yaşında) bir Alman kadın, Kaptan Carola Rackete gemisini İtalya’nın en güney ucundaki Lampedusa Adası limanına izinsiz yanaştırdı. Eyleminden önce ağır da olsa kendine ne ceza verilecekse razı olduğunu duyurdu. Ahlaken doğru olanı yapmakla yükümlü olduğunu belirtti. Hiç değilse denizcilik kuralları açısından kurtardığı yasadışı göçmenleri karaya çıkarmak sorumluluğu bulunduğunu söyledi. Kaptan Rackete gerçekten bir esin ve umut kaynağıydı, kaldıysa insanlığa dair.
İtalya’da sosyal medyanın gündemi ise Rackete’nin tişörtünün altına sutyen giymemesiydi. Neyse, “Palermo’da yargıçlar varmış” dedirtircesine genç kaptan özgürlüğüne kavuştu ve sınırdışı edilme talebi dahi mahkemece reddedildi. Buna karşılık iktidardaki koalisyon ortağı Liga’nın reisi ve İçişleri Bakanı Salvini Akdeniz’de göçmenlere yardım eden (aralarında İsveç bandıralı birinin adı “Alan Kurdi”) gönüllü gemilere yaptırımları artırdı. AB komşuları üzerinde siyasal baskı da yarattı. Nihayet, erken seçim çağrısında bulundu ve yasadışı göçe karşı sert tutumuyla bu defa koalisyonu onun kuracağı kesin gibi.
Salvini’nin ardına saklanan muhasebecilerin AB’si, sözde ülkemizin Suriye siyasetini, hak ve özgürlükler sicilini eleştirir gözüküp, aynı zamanda “parası neyse verelim, Suriyelileri kapılarımızdan uzak tutun” havasında. Öyle ya “site” hayatının istikrarı hep başat öncelikti. Aynı AB, ABD Başkanı Trump’ın İran siyasetine karşı çıkar ve Meksika sınırına duvar örmek projesini de alaya alır gözüküyor. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler: Akdeniz devasa bir mavi mezarlığa dönüşse de, sahraaltı Afrika’dan, Magrep’ten kuzey kıyılarına dalga dalga insan akımı durulmuyor. Düşünün ki, değil Akdeniz, Manş Boğazı’nı dahi derme çatma deniz araçlarıyla, sal ve şişme botlarla kışın geçmeye kalkanlar var.
Göçmen ekonomisinin büyüklüğü belirsiz ama çok kârlı bir trafik oluşturduğu kuşkusuz. Geçişleri yürütenler Libya gibi devletin yok olduğu yerlerdeki milis ve milis uzantısı (yahut tersi) “mafya” tarzı silahlı oluşumlar. Yine AB’nin “parası neyse biz verelim, engelleyin” dedikleri aynı muhataplar. Bu “erdemli” muhataplar, antrepolarda mezbahadan çıkıp bacaklarından çengellere asılmış sığırlar gibi beklettikleri göçmenlerin parasını almakla kalmıyor, onlara cinsel saldırı dahil her türlü eziyeti reva görüyor. Bir yandan da en fazla veren adına ve yağlı köşebaşlarını tutmak uğruna kendi aralarında sürekli çarpışıyor.
Dışişleri’nde 1993 yılında ilk görev yaptığım NATO Askeri İşler Dairesi’nde masamın arkasındaki dosya dolabının kapağına yıkılmış Mostar Köprüsü’nün posterini asmıştım. Kopan bağları, bitmeyen şiddeti, ağırlaşan haksızlığı sürekli anımsamak, gündelik mesaime bir yön vermek için. Tavukçu, Körfez veya Göksu’da kafalar tütsülenip, herkes tavana sıkarken ben de “tek bir Boşnak kadının gözyaşlarını, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin tamamına değişmem” gibi inciler sarf ederdim. Bağımsız Kosova’ya 2001 kışında BM seçim gözlemcisi olarak gittiğimdeyse göğsüm gururla şişiyordu. Oysa, Sinatra’nın ünlü “My Way” şarkısına öykünürsek, ben de “şimdi gözyaşları çekildiğinde, tüm bunları pek de gülünesi buluyorum” doğrusu.
Daha dün IŞİD komşumuz Suriye ve Irak’ta eşcinselleri binaların üst katlarından atıyor, Ezidi kadınları köleleştiriyor, denetimlerindeki yerleşim birimlerinin meydanlarında kestikleri kafaları parmaklıkların uçlarına takıyor, insanları tank paletlerinin altında çiğniyordu. Kafeslerin içinde yakılan iki rehin askerimizin görüntülerini unutabildiniz mi? Ya Kobane direnirken, 2014 Ekim ayında kendini feda eden Arin Mirkan’ı? Suriye’den yalnızca ülkemize dört milyon kişi geldi, yarım milyonu aşkın Suriyeli öldü, Esat’ın zindanlarında çürüyenler cabası. Bugün TSK, Fırat’ın Doğusu’nda YPG/YPJ’yi ötelemek için M4 karayoluna inmeye çabalarken, Idlip’te de Rusya destekli Suriye ordusunca aynı karayoluna çekilmeye zorlanıyor.
Grönland’ın görülmedik hızla eriyen buzulları, Alaska ırmaklarını su sıcaklığının artmasıyla dolduran ölü somon balıkları, her gün bir Manhattan Adası büyüklüğünde kesilen Amazon ormanları, bizlerin şöyle gözucuyla bakıp geçtiğimiz güncel gerçekler. Kaz Dağları’nda, Munzur’da, Fatsa’da, İstanbul’un Kuzey Ormanları’nda, Hasankeyf’te yok olan doğa ve kültür mirası ise bizim. Kapatılacak Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller (yani Kürtçe) Enstitüsü de öyle. Suriye’de 2011’de şiddet patlamadan üst üste yedi yıl kuraklık yaşandığını düşününce mesele başka bir perspektife oturuyor. Yahut Orta Amerika’daki susuzluğun ABD’ye göçü nasıl tetiklediğini bilirsek.
Rusya’nın deniz dibinden geçen uluslararası iletişim hatlarına çengel atmak için geliştirip Arktik’te batırdığı denizaltı, geliştirme aşamasında patlattığı nükleer yakıtla sınırsız menzile sahip seyir füzesi, Putin’in yapay zekânın askeri teknolojiye uyarlanmasının geleceğin asimetrik üstünlüğünü barındırdığına dair açıklamaları, siber saldırılar. ABD’nin İran’la imzalanan çok taraflı JCPOA’dan da, Reagan ile Gorbaçov’un imzalarını taşıyan ikili INF anlaşmasından da tek yanlı çekilmesi, şimdi Trump’ın ABD’yi DTÖ’den çekme tehdidi. Acaba hafsalamız almayacak nitelik ve büyüklükte bir küresel çarpışma yakınımızda mı?
Dev Çin minik Hong Kong’u elbet yutacak. İnsancıklar “biz etnik olarak Çinliyiz ama kimlik olarak Hong Kongluyuz” diyorlar. Direnecekler, saygı uyandıracaklar, esin verecekler ama yalnızlar ve yenilecekler. Zamanında Sovyet tanklarına direnen Çekoslovaklar ve Macarların yenildiği gibi. Hindistan bir diğer demografik ağır sıklet. Yerkürenin en büyük demokrasisi. “İdi”, demeli çünkü Müslüman Keşmir’in federe devlet statüsünü çöpe atmakla artık demokrasi vasfını yitirdi. Artık “ılımlı” Keşmirliler için dahi “ayrılıkçılık” dışında yol kalmadı. Onlar da başaramayacak, nasıl olsun ki? Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını hatırlayan mı kaldı? O denli ki Erdoğan’ın “asla” çıkışına Putin yanıt dahi vermeye tenezzül etmedi.
Hatırlayacaksınız, Coppola’nın klasikleşmiş 1979 yapımı “Apocalypse Now” filmindeki ünlü monologunda Albay Kurtz (Marlon Brando) şöyle diyor: “Dehşetin ne demek olduğunu bilmeyenlere gerekli olanı sözcüklerle betimlemek olanaksız. Dehşet. Dehşetin bir çehresi var… Ve dehşeti dostun kılmalısın. Dehşet ve ahlâk terörü senin dostlarındır. Değillerse, korkacağın düşmanlarındır.” Sokaklarda gecenin karanlığında dilenen çocuklara para vermeyi ilkesel olarak reddedenler, acaba göç siyaseti konusunda ne önerirler? Kendini iyi hissetmek ile kamu yararı; önce biz - sonra onlar; yerinde çözüm; dengeli kalkınma vb. sorular, çelişkiler.
Neymiş efendim Sun Tzu’ya atfedilen ve sık atıfta bulunulan o manidar söz: “Irmağın kıyısında oturup yeterince beklemeyi bilirsen, düşmanlarının cesetlerinin önünden geçtiğini görürsün.” Çoğunlukla Doğu’nun anlatımı olarak kullanılıyor bu. Pek dokunaklı. İnanmazsınız, Viyana ve Budapeşte’yi “Doğu’nun Kapısı” olarak gören oryantalistler var. Belki İstanbul’da başlar o Doğu, belki Fırat’ı geçince. Belki Doğu ile Batı’nın sularının birbirlerine karıştığı havza Kürdistan’dır. Belki asıl meselemiz budur, küreselden yerele gelirsek. Belki meselemiz, (misal) bir İlhan Berk’in, (yine öylesine misal) bir Tayyip Erdoğan’dan çok daha kalıcı ve dönüştürücü olduğu bilincine bir türlü varamamaktır.
Gözümü açtığımda tek kanal TRT haberlerinde Lübnan İç Savaşı ve İstanbul’da “anarşi” vardı. Tabii İsrail-Filistin meselesi de. Sonra mesleğe girdiğimde Yugoslavya İç Savaşı. Derken 1990’ların Güneydoğu “isyan bastırma harekâtları.” İlk görev yerim Cezayir’deki iç savaş. Sonraki görev yerlerimden Bağdat’ta ABD işgali ve iç savaş. Ben Erbil’deyken başlayan Suriye İç Savaşı. Büyükdedemin I.Dünya Savaşı, büyükbabamın II.Dünya Savaşı, babamın Soğuk Savaşı. Birbirlerini yok etmeye, birbirlerinin soylarını kurutmaya, içinde yaşadıkları dünyayı da mahvetmeye kararlı insanlar. İnsanın doğası. Şiddet. Vahşetin idaresi. Yerküre. Biz. Unuttum eklemeyi: Jeff Bezos (“Blue Origin”) ile Elon Musk (“Spacex”) arasında uzaya gitme/taşınma yarışı var. Hani bir umut.
*Bu yazının esinini büyük ölçüde değerli dostum Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Serhat Güvenç’in son Dünya Ve Biz’deki açıklamalarından aldım. Konuyu akademik çerçevesine oturtmak isteyenlere izlemelerini öneririm.