Iraklılar için zaman durmakla kalmamış. Hawking “kara deliklerin yuttuklarının artık geri dönemeyeceğini” öne sürmüş ama 30 yıl sonra yanıldığını “kurtulmanın” bir şekilde mümkün olduğunu açıklamıştı. Yüzyılların hesabı içinde herkesin farklı zamanlarda yaşadığı bu topraklarda Amerika’nın sonuncusunu yarattığı kara delikte yaşayan Iraklılar Hawking’in dediği gibi “geri dönebilecek mi” acaba?
Bağdat’ta sahafların da olduğu sokakları gezerken Stephen Hawking’in “Zamanın Kısa Tarihi” kitabının Arapçası çarpıyor gözüme.
Hawking’in ne demeye çalıştığını ve dünyada neden bu kadar sattığını bir türlü anlayamadığım bu kitap Irak’ta ilk ne zaman çevrildi, kaç adet basıldı, kaç kişi okudu acaba?
Bir Iraklı için zaman ve mekan ne ifade eder?
Bir Iraklının zamanı ile bizimkisi bir mi? Ya da bir Şii ile bir Sünni, bir Hıristiyan ile bir Müslüman aynı zamanı mı yaşıyor?
Şehrin en ünlü meydanlarından birisinde yer alan, Alaaddin’in sihirli lambası heykeli çok mu uzak zamanları anlatıyor? Masal mı gerçek mi?
Konferans sonrası istikamet Necef. Bağdat dışına çıkar çıkmaz içi yabancı gazeteci ve Haşdi Şabi elemanları ile dolu minibüste çalan ağıt parçalar coğrafya ile bütünleşiyor. Zaman durmuş buralarda. Yüzyıllar öncesi öylece duruyor. Saddam Hüseyin, Şiileri cezalandırmak için buralara tek çivi bile çakmamış ama insanlar da Kerbela dönemini yaşamaya gönüllü. Katliam dün değil bugün olmuş sanki. Yaklaşan Erbain törenleri nedeniyle hummalı bir çalışma var. Çölü bir yılan gibi yaran otoyol yüzyıllar öncesini yaşayan bölge ile kontrast oluşturuyor. Sağlı sollu kırmızı, yeşil, siyah, sarı bayraklar Necef’e yaklaştıkça karaya dönüşüyor, renkler kayboluyor.
İmam Ali türbesinde siyahtan başka renk yok. Dünyanın hemen her yerinden gelen Şiiler türbeyi görebilmek için yarışıyor. Akşam ezanı ile birlikte namaz bitene kadar derin bir sessizlik başlıyor. Şiilerin Saddam sonrası en büyük kazanımları siyasi değil, özgürce yas tutabilmeleri.
Hz. Ali ya da İmam Kazım türbelerinin duvarlarının bir kısmı altın (işlemeler) ile kaplı ama Kerbela’da, Necef’te kim bilir ne zamandan kalma kimisi toprak yapılar öylece duruyor.
Necef – Bağdat arasındaki yolun önemli bir kısmı yayalara ayrıldığı için Bağdat’ta kaldığımız Filistin Oteli’ne geç saatte varıyoruz.
Ertesi sabah şehri gezelim diyoruz. Alaaddin’in sihirli lambasının bulunduğu meydandayız. Kimsenin umurunda değil ne Alaaddin ne de Binbir Gece Masalları.
Amerikalılar Iraklıların tarihini de yerle bir etmiş. Arapların en büyük şairlerinden El Mütenebbi’nin adını taşıyan semtte sahafların da bulunduğu caddede yürüyoruz. Caddede hukuk kitapları satan yerlerden birinin adı “Hammurabi.” Aynı binanın biraz ilerisinde bir başka binanın duvarında ise “BBC’deki gibi İngilizce konuşun” yazıyor.
Biraz ileride Dicle kıyısında var. Dibinde kırık eski bir plaka üzerinde “Ebu Tayyib El Mutenebbi; Abbasi döneminin en büyük şairlerinden. Asıl adı Ahmet bin Hüseyin bin Hasan bin Abdulsamet el Jami El kindi. Bağdat’ın güneyindeki Kinda bölgesinde Kufe’de doğdu” yazıyor.
“Gülüşüm
Elim ve dilim bir demir gibi onu yakalayana kadar
Ahmağın cehlini arttırır
Dişlerini gösterdiğinde aslan
Sanmayasın ki sana gülümsüyor!
Yağız atlar, gece ve çöller
Tanır beni
Kılıç, mızrak, kağıt ve kalem de
Âmâların bile şiirini gördüğü
Sağırların bile kelimelerini duyduğu kişiyim ben”
Diyen El Mütenebbi’yi ne kimse görüyor, ne kimse duyuyor şimdilerde.
Aynı çarşıda satılan sararmış Bağdat haritasına bakıyorum. Saddam’ın sarayının bulunduğu Dicle kıyısındaki bölgenin adı artık “Green Zone.”
Amerikan ordusunun oluşturduğu kara delik yutmuş her şeyi. Hareminde iki bin cariye bulundurduğu söylenen Harun el Reşid’in Binbir Gece Masalları da yok artık. Harun el Reşid’in iktidarını yaşadığı Irak’ta da sonradan taşındığı Rakka’da da IŞİD terörünün mirası var artık.
Tıpkı Saddam Hüseyin’in memleketi Tikrit’te olduğu gibi. IŞİD’in 1700 genci doğradığı katliama Speicher katliamı diyorlar. Yakınlarda bulunan ve Irak’ta zamanı değiştiren savaşta ölen bir Amerikan askerinin adının verildiği kışla dan çıkan askerleri katliama uğrayanlar. Katilam adları bile Amerikanca artık.
Katliamı işledikleri Saddam’ın eski saraycıklarından biri Dicle kıyısında yer alıyor. IŞİD emirleri balkondan keyifle izlerken militanları cesetleri Dicle’ye atıyor. Kim bilir Dicle nereye götürdü cesetleri? Zaman Tikrit’te de durmuş. Acılı anneler, babalar çocuklarının fotoğrafları ile “bize kimse yardım etmiyor” diyorlar. Bizden bu katliamı dünyaya duyurmamızı istiyorlar. Ne bilsinler kimsenin umurunda olmadığını.
Iraklılar için zaman durmakla kalmamış. Hawking “kara deliklerin yuttuklarının artık geri dönemeyeceğini” öne sürmüş ama 30 yıl sonra yanıldığını “kurtulmanın” bir şekilde mümkün olduğunu açıklamıştı. Yüzyılların hesabı içinde herkesin farklı zamanlarda yaşadığı bu topraklarda Amerika’nın sonuncusunu yarattığı kara delikte yaşayan Iraklılar Hawking’in dediği gibi “geri dönebilecek mi” acaba?