‘Zaniyeler’ ve soysuzlar çetesi

Selahattin Enis, ‘Zaniyeler’ romanında savaş yüzünden insanların çektiği sefalete değinirken, öte yandan savaş zenginleri, siyasetçiler, gazeteci ve edebiyatçıların yaşadığı sefahat hayatı eleştiriyor

Abone ol

Ali Açıkgöz, “Zaniye ne demek, biliyor musun?” diye sordu. Elinde 'Zaniyeler' romanını tutuyordu. Bilmiyordum. Ali, “Zaniye” kelimesinin fahişe anlamına geldiğini söyledi. Sonra romanı, bir arka kapak yazısını okur gibi, kısa ve öz anlattı.

Ali, alışıldık kitapçılardan değildir, daha önce onunla ilgili bir yazı yazmıştım. Dükkana gelen okurla, kitaplar ve hayat üzerine sohbet eder, okurun beğenisine hitap edecek kitap ve yazar hakkında bilgi verir ve buna göre kitap önerir. Ali gibi sattığı kitaplara vakıf başka kitapçılar da vardır elbette. Ama bunlar, tahmin edilebileceği gibi, küçük bir dükkan işleten, esasen kitap kurdu olarak tarif edebileceğimiz insanlardır. Büyük kitapçılarda oradan oraya koşturan çoğu genç çalışanın sattığı kitapların içeriğinden haberdar olmadığı sanırım herkesin malumudur.

Ali, romanı önerirken, “Günümüz şahsiyetlerini bu romanda göreceksin” dedi. Selahattin Enis’in İş Kültür Yayınları’nın Türk Klasikleri dizisinden çıkan 'Zaniyeler' romanını, Ali’nin önerisiyle almış oldum.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İSTANBUL SOSYETESİ

Selahattin Enis ve “Fitnat’ın Sergüzeşti” adıyla tefrika edildikten sonra 'Zaniyeler' adıyla yayımlanan romanın hikayesi ilginçtir. Ama önce romanla ilgili birkaç cümle kurmak isterim.  Ömer Aslan’ın günümüz Türkçesine uyarladığı roman, bir zaniyenin, Fitnat’ın günlüğünden 1. Dünya Savaşı yıllarındaki İstanbul’u, İstanbul sosyetesini anlatıyor. Roman, Selahattin Enis’in girişiyle başlıyor: “Aşağıda kaydettiğim satırları büyük ve meşhur

Zaniyeler, Selahattin Enis, İş Kültür Yayınları, 2021 Syf: 224

Fitnat Hanım’ın günlüğünden alıntıladım.” Fitnat için, “maceralarla dolu bir ömrü ihtiva eden bir isimdir” diyen yazar, onunla ilgili tespitlerini sürdürür ve “Fitnat bir kadından ziyade Allah’ın İstanbul’a musallat ettiği bir afettir. Vebalar nasıl memleketlerin üzerinden bir ölüm kasırgası geçerek ardında ölü bedenlerden yığınlar bırakırsa Fitnat da geçtiği ve yürüdüğü yollarda ölümler ve harabeler bırakmıştır” diyerek okurda, romanın kahramanıyla ilgili bir yargının oluşmasına neden olur. Bir bakıma okurun, günlükte karşılaşacağı kişiler ve olaylarla ilgili hazırlıklı olmasını sağlar.

Fitnat’ın ailesi, Balkan Harbi sırasında Rumeli’den İstanbul’a göç etmiş, varlıklıyken yoksullaşmış ancak kızlarının iyi eğitim alabilmesi için gayret göstermiş bir ailedir. Fitnat’ın eğitim aldığı yıllarla ilgili şunları kaydeder Selahattin Enis: “Ve o, daha mektepteyken tek başına bir güneş gibi parladı. Onun gözlerinde nasıl bir efsun vardı ve gözleri nasıl bir sihirle doluydu; bu noktayı hiçbir arkadaşı çözememesine rağmen hepsi de ona sürükleniyordu.”

FİTNAT’IN MERAM GÜNLERİ

Konya’dan İstanbul’a evlenmek ve para yemek için gelen tiftik tüccarı Hasan Rıfat Efendi, tramvayda Fitnat’ı görür ve onunla evlenmek için hiç vakit kaybetmeden girişimde bulunur. Hasan Rıfat Efendi’nin zenginliği ailenin yanı sıra genç ve güzel Fitnat’ın da evlilik teklifine tereddütsüz evet demesine neden olur. Kısa sürede evlenirler ve Konya’ya taşınırlar.

Fitnat’ın günlüğü Konya Meram Bağları ile başlar. Meram’da geçen günler boyunca kocası Fitnat’ın bir dediğini iki etmiyor, “eğlentilerde” görünmesine itiraz etmiyor, rakı içmesini ayıplayanları paylamaktan geri durmuyor. Güzelliği ile İstanbullu gelin oluşuyla dikkatler hep üzerindedir Fitnat’ın. Seza adlı genç bir çocuk Fitnat’a duyduğu imkansız aşkı yüzünden intihar eder. Bihter’in Fitnat’a hayranlığı büyük bir aşkı çağrıştırır ve aslında bütün Konya “ona sürükleniyordu.”

Çok sevildiğini, çok kıskanıldığını Konya ve Meram bağlarında sefahat içinde olduğunun bilincinde olan Fitnat, yine de hep bir huzursuzluk duyar. Bir süre sonra bu iç huzursuzluğuna İstanbul hasreti de eklenir. Kocasını Konya’da bırakarak İstanbul’a döner. Ailesiyle ve İstanbul’la hasret giderecek ve Konya’ya geri dönecektir. Kocasına bunu söylemiştir ancak İstanbul’da teyzesi Münevver’le karşılaşacak ve kimi zaman hatırlayıp özlese de bir daha Konya’ya dönmeyecektir.


MÜNEVVER’İN ÇEVRESİ

Fitnat’ın teyzesi Münevver muhit değiştirmiş, akılları “eğlentide” olan bir yığın insan vardır etrafında. Üstelik bu insanlar, ülkenin ve ülke insanının kaderinde önemli kararlar verebilen kişilerdir. Bakandırlar, askerdirler, iş insanı, gazeteci ve edebiyatçıdırlar… Teyzesi Münevver, bütün bu şahsiyetleri Fitnat’a “prezante” edecektir.  

Fitnat, Konya’da pek hissetmediği savaşı İstanbul’da hissedecektir. Savaşın neden olduğu yoksulluk ve sefalete tanıklık edecektir. Günlüğüne, “Terk ettiğim İstanbul’la şimdi bulduğum İstanbul birbirinden tamamen ayrı. Harp, İstanbul’u adeta bir askeri şehir haline getirmiş. Sokaklar askerlerle dolu.” diye yazan Fitnat, ardından herkesin sessiz, çekingen, tutuk olduğunu belirterek, şunları ekleyecektir: “Halkın ruh hali fazla afyon içmiş bir adamın ruh halinden farklı değil.”

Ancak Fitnat, sefahat hayatı yaşayan savaş zenginlerini, bakanları, paşaları, vurguncuları, edebiyatçıları ve gazetecileri de Şişli, Moda, Beyoğlu ve Adalar’da tanıyacaktır. Ve ailesinden koparak günlerini ve gecelerini bu sefahat düşkünleriyle birlikte geçirecektir.

SOYSUZLAR ÇETESİ

Fitnat, yeni çevresinden tiksintiyle söz eder. Onları sonradan görme, savaş zengini vurguncular, iffetsizler, soysuzlar olarak tarif eder. Milliyetçi cemiyetlerde nutuk atan siyasetçilerin özel hayatlarını, dindar gazetecinin bir parça jambon için yakarışını, gençleri savaşa sevk eden kararların hangi kafayla imzalandığını sayfalar boyunca anlatır. Bir ‘Soysuzlar Çetesi’ni tarif eder. Bu erkeklerin etrafındaki kadınlar da elbette hiç masum değillerdir. Fitnat’ın annesi hariç, romandaki kadın karakterlerin tümü kocalarının ya da metresleri oldukları adamların parasıyla şıklık yarışına giren, aldatmakta beis görmeyen, içki ve değişik uyuşturucular kullanmaktan geri kalmayan kadınlardır. Savundukları değerlerin hiçbir ahlaki karşılığı yoktur gerçek hayatlarında. Bu ahlaki değerleri, tıpkı birlikte oldukları erkekler gibi, ancak bir maske olarak kullanırlar.

FİTNAT’IN ‘ÖLDÜRDÜĞÜ’ ADAMLAR

Fitnat gençliği ve güzelliği ile bu soysuzlar çetesi içinde kısa zamanda parlar. Çelişkiler yaşasa da ailesinden uzaklaşır ve hayatına giren erkeklerle birlikte yaşamaya başlar. Tanınan, sevilen ve işinde başarılı bir doktor olan Mükerrem, Fitnat’ın eğlence partilerine para yetiştirmek için sahte bir rapor verir. Mükerrem bir sahtekar ve dolandırıcı olarak hapis yatar. Fitnat’ın birlikte yaşadığı Muhlis, “Hem para kazanacağım, hem de vatani bir iş göreceğim.” diye sevinç içindedir. Bütün dükkanların camekanlarının kırmızı beyaz renge boyanması için bir hafta sonra emir verilecektir. Paşa, bu bilgiyi Muhlis ile paylaşmış. Fırsatı değerlendiren Muhlis de piyasadaki bütün kırmızı beyaz boyaları istiflemeye başlamıştır. Çok para kazanacaktır ve vatani bir iş görecektir.

Fitnat ise yaptığı harcamalarla Muhlis’i iflasa sürüklemek ister. Şöyle yazar günlüğüne: “Görüldüğü üzere ben masraf yapmıyorum, ben bu adamı hayvanlar gibi yoluyorum ve servetini sülükler gibi emiyorum.” Öte yandan Muhlis kumar oynamaya başlar. Fitnat, “Kumarda kazanmak isteyen cesur olmalıdır” diyerek teşvik eder onu. Muhlis, kaybedince “haydan gelen huya gider” diyerek moralini bozmaz. Ancak sonunda borsada iflas edecektir.

SELAHATTİN ENİS DİYE BİR YAZAR

Romanla ve Fitnat’ın sonuyla ilgili ayrıntı vermeden Selahattin Enis’ten söz etmenin zamanıdır. 'Zaniyeler'i yayımlayan İş Kültür Yayınlar, Selahattin Enis için, “Matbuat emekçisi, eleştirmen, hikâye ve roman yazarı (…) Ömrünün gündüzlerini memuriyette, gecelerini ise gazete ve dergi bürolarında ve matbaalarda geçiren Selahattin Enis, bu yoğun çalışma temposuna rağmen ardında yüzü aşkın hikâye ve yazıyla, sekiz roman bıraktı” diye bilgi veriyor.

'Zaniyeler'i günümüz Türkçesine uyarlayan ve kitaba Sunuş yazısı yazan Ömer Aslan, Enis’in yazarlığını, “realist ve belki de natüralist bir yazardır” şeklinde tarif ediyor. Aslan, 'Zaniyeler'in ilk kez 1922 yılında İleri gazetesinde “Fitnat’ın Sergüzeşti” adıyla tefrika edildiğini yazar. Kitabın ilk baskısı 1923’te 'Zaniyeler' adıyla çıkar. Latin harfli ilk baskısı ise 1943 yılında yapılmış. “Realist ve belki de natüralist” bir yazar olan Enis, muhtemelen bu nedenle kendi döneminde diğer yazarlar ve eleştirmenler tarafından pek görülmemiş. Kitapları neredeyse yok sayılmış, 1950’lere kadar yazılan edebiyat tarihlerinde Enis adı geçmemiştir.

Selahattin Enis

Behçet Necatigil, 'Zaniyeler' ile Selahattin Enis’in neden kaynaklara geçmediği hakkında şu kuşkusunu dile getirecektir: “Çünkü bu romanın, Birinci Dünya Savaşı İstanbul’unun sorumsuz, yozlaşmış, zenginlik bezgini yüksek sınıf kesiti olması yanı sıra, günün gözde edebiyatçılarının içyüzlerini yansıtan özel bir değeri de vardır. Romandaki kişilerden bazılarının (Yahya Cemal, Celâl Tahir, Rıfat Melih vb.) Yahya Kemal, Celâl Sahir, İzzet Melih vb. oldukları anlaşılıyor. Bu cesaret, Selahattin Enis’in niçin sonralara geçmesinin, günümüze gelmesinin önlendiğini, bir tür unutturulmaya mahkûm edilişini de aydınlatıyor.”

Ali, romanı önerirken, “Günümüz şahsiyetlerini bu romanda göreceksin” demişti. Beni romanı okumaya iten nedenlerden biri bu söz ise diğeri de eski kuşak yazarları okumayı sevdiğim içindir. 'Zaniyeler' ile yeni bir yazar tanıdım ve yazarın diğer romanlarını da merak ettiğimi ifade etmeliyim.

Roman günlükler şeklinde ilerliyor. Arada aksıyor sanki ama hemen toparlanıyor. Kimi pasajlarda Selahattin Enis mi anlatıyor yoksa Fitnat mı pek belli olmuyor. Bu, kurguyla ve Enis’in öfkesi nedeniyle olabilir. Yine de merak duygusunu diri tutmayı başarıyor roman. Öte yandan romanın cesur bir kalem tarafından kaleme alındığını söylemek mümkün. Böyle sert bir üslupla dönemi ve kişileri faş etmek, bugün hakikaten cesaret ister.

Roman bitti ve Ali’nin ima etmeye çalıştığı siyasetçileri, askerleri, bürokratları, gazetecileri romanda fazlasıyla bulduğumu belirtmeliyim.