Ulusal güvenlikten anlaşılan zaptiyelik, dış politikadan anlaşılan kostaklanma olursa; akla gelenin ağızdan çıkması arasında süre kalmazsa, o hikâyenin sonu nerede, nasıl gelir? Kısıtlı kaynakların etkin kullanımı ve halka hesap verilmesi ilkeleri gözardı edilirse, hele küresel ekonomik bunalım döneminde, bu ateşe o kar, (varlığı da kuşkulu) o hazıra bu dağ daha ne kadar dayanır? Bağımsızlıktan, “ben tek-siz hepiniz” yollu bir bağlantısızlık anlaşılırsa; egemenlik, ezmek demek olursa? Muhalefet kulağının üzerine yatar, uykusunda “askeri konulardır, benim hülyalarımsa siyasete dairdir…” derse?
Libya cephesi, (petrol sahaları bakımından) “kuru ama kalabalık” yarıyı elde tutmak, “ıslak ama tenha” yarıya erişememek durumunda kemikleşmeye evriliyor. Kürt cephesinin Irak şeridi, Habur’un Özel Kuvvetler denetiminde olduğu (kabaca 1990’lar ortasından, 2000’ler ortalarına uzanan) döneme geri çevrilip, “düzeltilip, doğrultuluyor.” Kürt cephesinin Suriye şeridindeyse, yeni bir “dilim” aranıyor: Yeniden dilmek mümkün olursa –ki gayet mümkün, Irak Kürdistan Bölgesi’nin (IKB) çevresinden dolanıp Musul-Telafer’e “inmek” ve artık şu Erbil-Süleymaniye “kamburundan” kurtulup, Bağdat’la doğrudan komşuluk da olası kılınacak -nihayet.
Ama yetmez, Rabbim verdikçe veriyor: Bir çatışma fırsatı da Kafkas cephesinden çıkıyor neyse ki. Enver’in Tannenberg’den yanlış esinli mahut Sarıkamış felâketini de, biraderi Nuri’nin (hem de o ne güzel isimdir, “İslâm Ordusu’yla) Bakü’yü sahada fethedip, masada bırakmak zorunda kalışını da unutturacak yeni bir yaldızlı sayfa yazılacak belki. Neden olmasın? Nasılsa meydan boş, tutan, “dur, etme” diyen de yok. Ermeni dersen haindir, Rum dersen düşman komşu, Yahudi’den İsrail ve bankerlik anlaşılır, Kürt bölücü terörist, Alevi ise sapkın. Taşranın sessizliği tüm günahları örter, kentin cıvıltılı kozmopolitliği mümini doğru yoldan ayartır. Çoğulculuk yozluk, yerinden yönetim ayrılıkçılıktır.
İcat çıkarmamak lâzım, uygun adım yürüyüşü bozmamak. Kösler vuruyor, marşlar kulakları okşuyor. Lozan “utancının” rövanşı hem Kanal İstanbul, hem Ayasofya cephelerinde alınıyor. Hasbelkader denk gelmiş bir Hatay zaferi, değeri yerli halkın nankörlüğünde bilahare gölgelenen bir Kıbrıs başarısı vardı. Terörle mücadele, hem siyasal ve askeri ayakların eşgüdüm eksikliğinden, hem sınırötesinde askeri varlığın kalıcı kılınamamasından ötürü hep yarım kalmış, arzulanan sonuca ulaştırılamamıştı. Sırıtan monşerlerin kırıtkanlığı, masalara vurulacak nice yumrukları havada bırakmıştı. Neyse ki o eski boynu bükük Türkiye yok artık.
Bu filmler başka yer ve zamanlarda da çekildi. Ve maalesef ben bu B-sınıfı filmlerin sonunun, ne o filmleri çeken yönetmenler, ne o filmleri izleyen ve o filmlerde figüranlık yapanlar için hayırlı bittiğini hiç görmedim. Eskinin savaş bakanlıkları, savunma bakanlıklarına; savunma bakanlıkları, kimi ülkelerde (basitçe) silâhlı kuvvetler bakanlıklarına dönüşürken, biz fiilen geriye yürüyoruz o yolu. Yeşil dönüşüm, demokrasinin temsil krizi, Çin’in dengelenmesi, yapay zekâ devrimi gibi izlekler öne çıkıyor uluslararası ilişkilerde. “Ay Üssü Alfa” denli uzak bunlar bize. Biz geçmişin ihtişamına ilerliyoruz, geriye doğru ilerleme. Muhafazakârlıktan, hatta vatanseverlikten anladığımız bu kadar.
Sağduyu, ihtiyat, temkin, teenni, uzgörü, öngörülebilirlik. Uzmanlaşma, yapıcılık, yaratıcılık, sorun çözmek. Acele etmeden, çabuk davranmak. Çalışkanlıkla, işgüzârlığı karıştırmamak. Her inanılanın, doğru olduğunu sanmamak. Nice kadırga batıkları gibi sessiz yatıyor artık bu kavramlar, hariciye denizinin dibinde. Cesaret, korkunun tersi değil de, tehlike anında zarafet miydi? Boş sözler, hep zaman kaybı bunlar. “Ne mozaiği, mermer ulan mermer!” Ergenlik revaçta: Yürek, bilek, dinamizm. Tekerleğin yeniden keşfi. Karşısında: Meseleleri, mesele olmaktan çıkarırsak, mesele de kalmaz. Herkes dalgasına bakarsa, her şey güzel olur.
Pekiyi ya bizler kimiz, bu uğultu gaipten mi geliyor? Dallarda dizili yeşil papağanlar, baca içlerine tünemiş şeamet habercisi uğursuz baykuşlar gibiyiz. Olan bitene muhataplığımız bundan ibaret. Methaldar olmamız ise imkân dairesinde bulunmayı bıraktım, sözkonusu bile değil, tövbe. Nasıldı o çocukluğu Raguza çayırlarında geçmiş, büyük İstanbul şairinin ünlü dizeleri: “Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan/Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan/Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.” Geldik korkarım, otuz iki diş her daim sırıtan kurukafalarla bezeli o karanlık dehlizden geçip, alıntıladığım dizelerde betimlenen büyük kapının boşlukta açılan kanatlarının önüne. Efendim? “Askeri konulardır”, evet.